Kırım'da 'soğuk barış' dönemi

Batı'nın kabusu gerçek oldu ve Rusya Kırım'ı ilhak etti. Her ne kadar halk oylaması ile gönüllü bir katılım gibi görünse de bunun, Rusya'nın taş taş örerek inşa ettiği stratejik planın sonucu olduğu gizlenemeyecek kadar açık.

Kırım'ın ilhakı, Batı'nın korktuğu ama bir türlü de pratiğe geçmesini istemediği 'yeni Rusya' gerçeği ile yüzleşme zamanının geldiğine işaret. Evet, Kırım Rusya için çok stratejik bir yer. En büyük deniz gücünden birini, Karadeniz donanmasını, yabancı bir ülkeden kiraladığı deniz üssünde bulundurmak gibi bir zaafı ya da jeo-stratejik çelişkiyi daha ne kadar sürdürebilirdi ki? Rusya'nın Ukrayna'dan kiraladığı deniz üssüne askeri gücünü emanet etmesi, Rusya kadar Ukrayna için de büyük bir açmazdı. Sovyetler'in dağılmasıyla Sivastopol'daki Sovyet deniz gücü Ukrayna ve Rusya arasında paylaşılmış, Ruslar deniz üssünü kullanmaya devam etmişler, yeni anlaşmalarla da kullanım haklarını uzatmışlardı.

Kırım'ın ilhakı, stratejik öncelikler belirleyici olsa da aslında küresel rekabet ve dengeler açısından yeni bir durumun, yeni bir evrenin habercisi olarak okunabilir.

Putin'in başta Amerika olmak üzere Batı'nın tepkisini göze alarak Kırım'ı ilhak etmesi, aslında beklenen ve hep biraz daha ertelenmesi istenen, zamana oynanan, kaçınılmaz süreçti. Bu kaçınılmaz süreç yeni bir soğuk savaş başlangıcından ziyade 'soğuk barış' dönemine işaret ediyor.

Önce Amerika açısından duruma göz artalım...

Soğuk savaş sonrası tek başına küresel güç olarak rakipsiz kalan Amerika'nın bu rolü çok uzun süre sürdüremeyeceğini, herkesten önce Amerikan politika yapımcıları biliyordu. Bu nedenle saldırgan politikalar, her ne kadar sadece neo-con ekibin işi gibi gösterilse de, demokratların da uyguladığı üslup farkıyla ABD devlet politikasının parçasıydı. Irak, Afganistan işgalleri, çok uzun olmayan bir süre içinde karşısına çıkacak muhtemel bölgesel rakiplere karşı ön alma, hatta çevirme operasyonu olarak okunabilir. İşgallerin jeo-stratejik (Afganistan, Kosova), jeo-ekonomik (Irak) gerekçeleri bizzat bu ön alma stratejisinin nedenli, bilinçli yapıldığını gösteriyor.

Öte yandan düşüş trendine giren Amerika'nın yavaş yavaş geri çekilirken mümkün olan en az hasarla, en az kayıpla yeni dengeler hazırladığı varsayılabilir. Bu anlamda Arap Baharı, yumuşak geçiş denemesi olarak, kısa vadede askeri ve ekonomik rakip olmasa da jeo-stratejik konumu bir yana küresel kapitalizme, modern Batıya karşısında kültür ve medeniyet değerleriyle alternatif olan İslam aleminin eklemlenmesi, yeni bir rol modeli ile sürece dahil edilmesi denemesiydi.

ABD, petrol gibi enerji kaynaklarını ve stratejik bölgeleri elinde tutarken muhtemel rakipleri karşısında üstünlüğünü, pazarlık gücünü korumayı hedefledi...

Düşüşe geçişte saldırganlaşan her imparatorluk gibi Amerika'nın en saldırgan göründüğü dönemde aslında geri çekilişin stratejik hamlelerini yaptığı bile söylenebilir.

Buna karşılık Rusya, Sovyetler Birliği'nin çökmesinin ardından kısa sürede kendini toparlayarak -şimdilik bölgesel bir güç olarak- yerini almakta gecikmedi. Zaman zaman ABD ve NATO ile karşı karşıya geldiğinde geri adım atmak zorunda kalsa da son dönemde taktik hamleler yapması, farklı bir stratejiye sahip olduğunu gösterdi. Irak ve Kosova'da etkisiz kalmasına, panayır devrimlerini engelleyememesine rağmen ilk karşı hamlesini Gürcistan'da yaptı ve sınırlı, bölgesel bir kazanım elde etti. Devamı için tıklayınız...