Kimlikler ve mukayeseli üstünlükler
Kimlikler konusunda bir resim çizmek icap ederse, ilk yapılması gereken, kimlik nedir sorusundan başlamak olacaktır. Kimlik, en kısa tabiriyle “ben kimim” sorusuna verilen cevaptır. Herkes bir şekilde ben kimim sorusunu sorar; fakat bu sorunun cevabı her zaman insan tarafından verilmez, bazen kişiye dışarıdan bir kimlik isnat edebilir. Kişinin kendine bir kimlik arama sorunu veya kaygısı yoksa bile, “sen şusun” diyerek tanımlanabilir, ona bir kimlik verilebilir.
Bu çerçevede dört ayrı kimlik kategorisi tespit etmek mümkündür.
1.Tabii kimliktir. Kişinin doğuştan beraberinde getirdiği, kendisinin hiçbir şekilde müdahil olmadığı kimlik. Mesela insanın derisinin siyah veya beyaz, sarı veya kırmızı renkte doğması böyledir; doğuştan beraberinde getirmiştir. Yine annesinin dilini konuşarak büyümesi de böyle bir kimliktir. Kuranı-ı Kerim her ikisini tabii farklılık olarak kabul eder, “Allah’ın ayetleri” olarak zikreder.
2.Kazınılmış veya edinilmiş kimlik. Bu sonradan, kişinin toplumsal bir sürecin içine girdikten sonra kazandığı kimliktir. Mesela bekârken evlenir, karı-koca olur veya anne-baba olur, yeni bir rol kazanır; bir kimliğe sahip olur.
3.İradi kimlik. Kişinin kendi iradesiyle edindiği kimlik. Din bunlardan bir tanesidir Her ne kadar insanlar bir dini muhit içinde doğsalar da, prensipte din edinebilinir. Yine bir dünya görüşüne, politik siyasi bir tutuma sahip olmak veya bir cemaate, bir guruba, demokratik bir teşekküle, bir derneğe mensup olmak da böyledir. Bunlar iradi kimliklerdir.
4.Verilmiş veya empoze edilmiş kimlik. Türkiye’de ve dünyada sorun teşkil eden alan budur. Bu kimlik, kişiye veya topluma dışardan birinin veya birilerinin izafe ettiği, verdiği, hatta empoze ettiği kimliktir. Bunu modern zamanlarda genellikle devletler yapar, modernizm öncesi geleneksel toplumlarda bu türden bir probleme az rastlanır. Kişi bir siyasi iktidara mensuptu. Karşısında o iktidarı temsil eden bir hanedan vardı. Ben-i Ümeyye, Abbasoğulları, Selçuklular, Safeviler, Kaçar hanedanı, Osmanlılar gibi. Devlet gayrişahsî bir aygıt olarak ortaya çıkıp tüzel bir kişilik vasfı kazandığında –ki bu modern devlettir- kendi yurttaşına bir kimlik verme lüzumunu hissetti.
Bu çerçevede mahiyetleri itibariyle kimlikleri ikiye ayırabileceğimizi düşünüyorum. Birincisi, maddi cevhere dayalı kimliklerdir. Bunlar özleri itibariyle maddi bir cevher teşkil ederler. Mesela renk, dil, cinsiyet, ırk, coğrafya, Doğulu veya Batılı, Kuzeyli veya Güneyli olmak, bir sınıf veya zümreye mensup olmak maddi bir cevheri ima eder. İkincisi, manevi veya müteal/aşkın bir mensubiyet dolayısıyla ortaya çıkan kimlik. Bu kimlik biraz iradidir; çünkü aynı zamanda bir ceht ve mücahedeyi gerektirir. Herhangi bir dini benimsemek, mesela Müslüman olmak böyledir. Bir bakıma bizdeki taklidi iman, tahkiki iman biraz bununla ilgidir.
Maddi cevhere dayalı kimliklerin büyük bir kısmı tabiidir, insan bunlardan ne utanır ne de başkaları üzerinde bir üstünlük sebebi sayar. Mesela Türk bir ailede doğmuşsa Türk’tür, Arap bir ailede doğmuşsa Arap’tır vs. Türk veya Arap olmak bir üstünlük sebebi değildir. Türklerin iyileri olduğu gibi kötüleri de vardır, ne Araplar kategorik olarak iyidir ne kötüdür. Buna rağmen insanlar kendi maddi/ontolojik cevherlerini, yaratılış mayalarını öne çıkarıp birtakım üstünlük iddialarında bulunuyorlarsa, bunun sebeplerini çok daha derinlerde, başka bir deyişle çok daha gerilerde aramak gerekir.
Kimliklerin kutuplaşma ve çatışma sebebi olması, mutlak üstünlüğe, yani ayrımcılığa mesnet teşkil etmesinin, ta yaradılışın başlangıcındaki iblis ideolojisine dayandığını söyleyebiliriz. İblis Allah’ın emrine karşı geldi ve secde etmedi. “Niçin secde etmiyorsun diye sorduğunda da, “Beni ateşten Ademi topraktan yarattın” cevabını verdi. İblis, iki maddi cevherin mukayesesini yapıp isyan etti. Hâlbuki bu olayda söz konusu olan ne Âdem’in topraktan, ne de İblisin ateşten yaratılmış olmasıydı; söz konusu olan, Allah’ın Âdem’i tevsiye etmesi, ona ruhundan üflemesi, ona isimleri öğretmesi, Allah’ın Âdem’i kerim kılıp yüceltmesi ve yeryüzünün halifesi kılmasıydı. İblis bağlamı kaydırdı, meseleyi saptırdı, konunun özünden çıktı, maddi cevheri öne çıkardı. Dolayısıyla mutlaklaştırılmış ırk ve cinsiyet ayrımcılıkları, mahiyeti itibariyle şovenizme varan milliyetçilikler ve buradan kaynaklanan politik ve askeri çatışmalar buradan kaynaklanmaktadır.
Kuran’da yegane üstünlük değeri “takva”dır. Yine de mukayeseli üstünlükler yok değildir. Mesela Allah meyveleri veya peygamberleri veya kadın ve erkeği birbirine üstün kılmıştır. Ancak buradaki üstünlük (tafdil) mutlak değil, görecedir. Mesela elma bir özelliğiyle portakala üstünken, portakal da başka bir özelliğiyle elmaya üstündür; dolayısıyla ne elma ne de portakal mutlak manada birbirine üstün değildir, aralarında mukayeseli bir üstünlük söz konusudur. Hz. Nuh uzun ömrü ve tufan mucizesiyle Hz. Musa’ya üstündür, Hz. Musa Allah’la konuşması (kelim) ve Kızıldeniz’in içinden geçmesiyle Hz. Nuh’a üstündür. Bunun gibi erkek bazı özellikleriyle kadına üstün, kadın da bazı özellikleriyle erkeğe üstündür.