Kimlikler üzerinden siyaset

Kişinin dünyaya geleceği ülkeyi, anne babasını seçme şansı olmadığı için; Kürt olması Alevi ya da Ermeni olarak doğması kişisel inisiyatifiyle elde ettiği bir unsur olamayacağına göre;

 

Kişinin kendi çabası ve becerisine dayanmayan kültürel kimliğini yegâne varlık sebebi haline dönüştürmesi,  kendi tekâmülünün önüne kendi elleriyle bir set koyması olacağı gibi,

 

Kürt, Alevi ya da Ermeni olmak ne övünülecek ne de yerilecek bir durumdur.

 

Kültürel kimlikleri gündeme taşıyan açıklamaların; yeni siyasi projeleri harekete geçirme amacı taşıdığı yönünde kuşkular duymamak mümkün değil.

 

Kimilerinin ülkemizde yaşayan insanların şeceresine inmek suretiyle yaptıkları araştırmalarla, bazı hassasiyetleri kaşımaya hizmet eder nitelikte; Kürtlerin ve Alevilerin içinden bazı kimselerin aslen Ermeni oldukları yönünde bilimsel araştırmalara dayandırdığı tezleriyle ortaya çıkması, zamanlaması bakımından kuşku uyandırıcıdır.

 

“Kimin işine yarar?” diye sorguladığımız bu açıklamaların, Kürtleri ve Alevileri rencide edici olduğu, siyasette temsil imkânı yakalayan Kürt milletvekillerini tahrik ettiği...

 

Karşı safta, Türk kültürel kimliğini ana unsur kabul eden kitleler açısından da “Düşmanını tanı! Bunlar aslen Ermeni dönmesi!” çağrışımını uyandırdığı ortada.

 

Kuzey Irak gerginliği sürerken, Ermeni soykırım iddiaları gündemdeyken,  bu hassasiyetleri kaşımak, kitleler arasına yeni düşmanlık tohumları ekmesi muhtemel açıklamalardan kaçınmak, ülkemizin huzur ve barışı açısından büyük önem arz etmektedir.

 

Kimsenin etnik ya da kültürel kimliği nedeniyle hor görülmeden, insanca yaşayabileceği ve kendini özgürce ifadede edebileceği bir siyasi atmosferin barışa daha fazla hizmet edeceği aşikârdır.

 

Kültürel kimlikler üzerinden üretilen tüm ayrılıkların tarihi gelişimine baktığımızda; aynı din içinde meydana gelen mezhep ayrışmalarının dahi siyasi olduğunu açıkça görmek mümkün.

Siyasi aktörler, siyasi çıkarları doğrultusunda düşmanlarını belirliyorlar. İnanç temelli zannettiğimiz ayrılıkların kökeninde aslında siyasi egemenliğe dayalı ayrılıkları var.

 

Kitlelerin kaynağını dini, etnik ya da mezhepsel sandığı ayrılıkların siyasi iktidar peşindeki güç odaklarının oyunlarıyla oluşturulmuş olduğu, çoğu zaman bu oyuna alet edilen insanlarca dahi fark edilemeyecek sahicilikte ortaya konulduğu, tarihin sayfaları arasından kendini açıkça ele veriyor.

 

Kendini bir kimliğin ya da mezhebin yegâne savunucusu sananlar, bir siyasi iktidarın inşasına taş taşıdığını belki anlıyor, ama iş işten çoktan geçiyor...

 

“Kimliklerin kullanılmadığı bir siyaset mümkün olur mu?” diyebilirsiniz.

 

Kimliğin kimliğe üstünlüğü olmadığı, kişilerin devlet erki karşısında ortak hukuki normlara göre, anayasal sorumluluk bilinci içinde davrandığı sürece eşit olduğu ve tüm bu çerçevenin yasalarla güvence altında olduğu bir ülke de niçin olmasın?