Kimin tarihinin sonu ?

Geçenlerde Berlin Duvarı'nın çöküşünün 20'nci yılı kutlandı. Bu an, pek çokları nezdinde tarihin sonunun ve Batı'nın nihâi zaferinin nişânıydı.

Bir zamanların, Soğuk Savaş rekabetinin muzaffer süpergücünün ilk siyâhi başkanı Barack Obama bu hafta Amerikalı bankacılarla – Komünist Çin yönetimi ile - görüşmek üzere Pekin'e gidiyor ki 20 yıl önce hayal bile edilmeyecek bir durumdur. Tarihin bu cilvesi, son yirmi yılda tarihin nereye doğru seyrettiğinin hesabını yapmak için de iyi bir kalkış noktasıdır.

Aşırı ve kışkırtıcı bir girizgâh yapayım: Francis Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" adlı meşhur makalesi, 1990'lar ve sonrasında, batılı zihinlere ciddi bir beyin hasarına yol açmış olabilir.

Bu beyin hasarından dolayı Fukuyama suçlanmamalı. Mahir, sofistike ve incelikli bir makale yazdı o. Ancak batılı entelektüeller makaleyi bütünlüğü içinde değerlendirdi. İfadelerden çıkardıkları tek mesaj şuydu: "Tarihin sonu" "batının zaferine" eşittir.

Batılının kibri o vakit tavan yapmıştı. Bunu bizzat tecrübe ettim. Mesela 1991'de Avrupa adına konuşan üst düzey Belçikalı bir yetkilinin bir grup Asyalı'ya "Soğuk Savaş bitti. Artık sadece iki tane süpergüç kaldı: ABD ve Avrupa" demişti.

Bu kibir, batılı zihinlerin batı zaferi yerine, (batının sonunu değil de) dünya tarihi üzerindeki batı hâkimiyetinin sonunu ve Asya'nın dönüşünü öngörmede düştükleri acziyeti açıklamaktadır.

Asya'nın dönüşüne batının katkıda bulunduğuna şüphe yok. Çeşitli Asya toplumları başarılı oldu çünkü batı hikmetinin yedi sütununu nihayet anlamış, özümsemiş ve uygulamışlardı. Bunlar: Serbest pazar ekonomisi, bilim ve teknoloji, liyâkat esâsı (meritokrasi), pragmatizm, barış kültürü, hukukun üstünlüğü ve eğitim.

Listede neyin yok olduğuna dikkat edin: Batılı siyasi liberalizm. Fukuyama'nın "batının, batılı fikriyâtın zaferi, en başta batı liberalizmine karşı sistematik seçeneklerin yokluğunda âşikardır" diye iddia etmesine rağmen hem de.

Fukuyama'nın makalesini okuduktan sonra Batılı zihinlerdeki genel varsayım, "dünyanın öyle ya da böyle daha da batılılaşacağı" şeklindeydi. Bunun yerine, tam tersi yaşandı. Modernizasyon dünyaya yayıldı fakat batılılaşmanın çözülmesi eşliğinde.

Fukuyama geçenlerde yayınlanan bir söyleşide bugün kabul ediyor: "Eski versiyon modernizasyon fikri Avrupa merkezciydi, Avrupa'nın kendi kalkınmasını yansıtıyordu... Modernizasyonu son derece dar bir şekilde tanımlamaya bakan vasıflar içeriyordu."

Aynı söyleşide, siyasi modernizasyonun üç unsurunun, etkin bir devletin kurulması, egemeni bağlayan hukukun üstünlüğü ve mes'uliyet olduğunu söylerken haklıydı. Aslında, bunlar tam da pek çok Asya devletinin elde etmeye çalıştığı siyasi modernizasyona ait hususiyetlerdir.

Asyalılar elbette ki etkin bir yönetim olmaksızın hiçbir devletin işleyemeyeceği veya gelişemeyeceği üzerinde mutâbıklar. ABD'nin bedbaht olmasının bir nedeni de, Alan Greenspan gibi kilit Amerikalı politika yapımcıların "devlet problemlerimize çözüm değil; problem bizzat devlettir" diyen Ronald Reagan'ı haklı bulmalarını sağlayan o derin ideolojik varsayımdır. Neyse ki Asyalılar bu ideolojinin tutsağı olmadılar.
Sonuç itibariyle, tarih 21. yy'da batılı entelektüellerin 1991'de beklediklerinin tam aksi yönde gelişecek. "Tarihin dönüşünün" "batının ricâtına" eşit olduğunu göreceğiz şimdi. Emin bir şekilde yürüteceğim bir tahmin şudur ki batının 19 ve 20. yüzyıllarda devasa büyüklüklüğe erişen dünyadaki kapsama alanı kaydadeğer ölçüde küçülecek.

Batılı fikirlerin ricât etmesi anlamına gelmeyecek bu. Serbest piyasa ekonomisi ve hukukun üstünlüğü gibi kilit fikirler daha da benimsenecek. Bununla birlikte, bu fikirleri tatbikata en iyi batılı toplumların geçirdiğine inanan Asyalı sayısı çok azdır. Aslında, batının devlet ve [şirket ve ekonomi yönetiminde] yönetimde ehil olduğu varsayımının yerini, batının ekonomileri yönetmede beceriksiz olduğuna dair bir farkındalık alacaktır. Yeni bir boşluk gelişecek. Batılı fikirlere saygı duyulmaya devam edilecek fakat batılı devlet yönetimi tekrar iyileşmezse, batılı uygulamalara saygı azalacak.

Maalesef, "tarihin sonuyla" ilgili son tartışmaların hepsinde de batılı uygulamalardaki kusurlara çok az kişi değindi. "Tarihin sonu" tezinin temel varsayımına göre batı, demokrasi ve insan hakları konularında dünyaya fener olmayı sürdürecekti. 1989'da, birileri çıkıp da birinci fenerin 15 yıl içerisinde işkenceyi takdim eden ilk batılı devlet olacağını söyleme cüreti gösterseydi, herkes "imkansız" diye bağırırdı.

Guantanamo'nun batı dışı toplumları nasıl sarstığını anlayan çok az kişi var batıda. Bu yüzden de batılı entelektüellerin, dünyanın geri kalanına insan haklarından bahsederlerken kendilerini ve ülkelerini izlenecek model olarak tasvir edebileceklerini varsaymayı sürdürebilecekleri hususunda pek çok kişinin kafası karışık.

Bu mânevi otoriye kaybı, 1989'da Berlin Duvarı'nın çöküşünü kutlayan pek çok batılının umduğunun tam tersidir.

Ümit etmekten vazgeçmemiz gerektiği anlamına mı gelir bu? Dünya daha üzgün bir yer mi olacak?

Fukuyama'nın makalesindeki son paragrafı muhtemelen çok az batılı hatırlayacak. Şöyle yazmıştı: "Tarihin sonu çok hüzünlü bir zaman olacak. Tanınma mücadelesi, bir kimsenin saf soyut amaçlar uğruna hayatını feda etmeye gönüllü olması, cüret, cesaret, hayal ve idealizmi davet eden dünya çapındaki ideolojik mücadelenin yerini ekonomik hesaplama, teknik problemlerin bitmek bilmeyen çözümü, çevre konusunda kaygılar ve sofistike müşteri taleplerinin tatmini alacaktır. Tarih sonrası dönemde, ne sanat ne felsefe olacak; sadece insanlık tarihi müzesinin sürekli bakımıyla ilgilenilecek."

21 yüzyıl gözler önüne serilirken bu noktada da tam tersi sonuç hâsıl olacak. Asya'nın dönüşüne Asya kültürünün kayıp sanat ve felsefî mirâsını yeniden keşfedeği şaşırtıcı bir Asya rönesansı eşlik edecektir.

Tarihin tekerrürünü Asyalıların kutlayacağına şüphe yok. Tek soru şu: Batı, kutlamalarında onlara katılacak mı yoksa sonun gelmesini mi bekleyecekler?

Yazar hakkında: National University of Singapore öğretim üyesi ve Singapur eski BM büyükelçisi.
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı