Kim kimi yargılayabilir?

Abdulkerim Suruş'un, ' Kim savaşım verebilir' diye bir kitabı vardır. Gerçekten de mücadele vermek o kadar basit ve kolay değildir. Bu bağlamda, başkalarını yargılamak da kolay değildir. Yargıcın buna ehliyeti olması gerekir. Baştaki ehliyet de ahlaki ehliyettir.  Bundan dolayadır ki, Hazreti Mesih Mecdelli Meryemi taşlamak üzere toplanan kalabalıktan ahlaki ehliyetleri olup olmadığını sormuştur. Lisan-ı haliyle şöyle demiştir :" Madem ki Mecdelli Meryem suçlu o halde ona ilk taşı içinizden masum birisi atsın !' Mart ayı başında iki mühim gelişme olmuştur. Bu gelişmelerden birisinde, Sudan Lideri Ömer Beşir için Uluslar arası Savaş Suçları Mahkemesi, Darfur olayları dolayısıyla tutuklama fezlekesi çıkarmıştır. Sudan da bu karara meydan okumuş ve mahkemeyi ve kararını tanımadığını ilan etmiştir. Sudan'a paralel olarak yıllardan beri gündemde olan Uluslar arası Hariri Mahkemesi de siftah yapmış ve görevine başlamıştır. Peki, bu mahkemelerin ahlaki ehliyeti bulunuyor mu? Yoksa siyasallaştırılması mı söz konusu? Kesinlikle ahlaki ehliyetten mahrumdur sadece siyasi ehliyeti olduğu söylenebilir. ABD ve yandaşları ve özellikle İsrail, Sudan ve Suriye üzerinde uluslar arası mahkemeyi veya suçlamaları Demokles'in kılıcı gibi tutmak istiyor ve bununla bu ülkelere baskı kurmak istiyor. Peki bu ülkelerin hiç mi kusuru yok? Elbette kusurları olabilir. Lakin daha büyük kusurları olanların diğer kusurluları yargılamaları ancak siyasi olabilir. Galiplerin tarih yazması gibi ancak galipler de siyasi olarak muhakeme edebilir. Nürmberg Mahkemelerinde olduğu gibi. Sudan ve Suriye'ye yönelik uluslar arası mahkemeler tamamen bu kapsamdadır. Siyasi olarak şantaj unsuru taşımaktadır. Hatta ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Suriye'li yetkililerle görüşmek ve ihtilafları tatlıya bağlamak için iki temsilciyi Şam'a göndereceğini duyurmuştur. John Kerry de Şam'dan müspet intibalarla ayrılmıştır. Bu durumda Şam'ın siyasi duruşunu değiştirmesi ve ABD'ye uydurması karşılılığında Hariri Mehkemesi de kurban edilebilir. Nitekim 4 Mart 2009 tarihli Jerusalem Post gazetesinde yer alan bir yorum da bunu teyit etmektedir (Analysis: US may ignore Syrian interference in Hariri tribunal in return for regional concessions).
*
 Suriye şayet siyasi taviz verecek olursa hukuki sorgulamadan muafiyet kesbedecektir. Dolayısıyla siyasi mahkeme siyasi pazarlıklar için kullanılıyor. Türkiye'de liberal kesimlerin anlamadığı ve anlamak istemediği bir husus İttihatçılar döneminde yaşanan 1915 olaylarının yargılanmasının da zaman aşımına rağmen gündemde tutulmasının aynen Beşir (Ömer) ve Beşşar (Esad) davalarıyla benzerliğidir. Türkiye'yi Ermeni meselesinden dolayı sorumlu tutarak siyasi olarak rehin almak istiyorlar. Türkiye'deki bir takım otoriter eğilimlerden dolayı dış telkine açık olan bu kesimler maalesef dışarının da bu manipülasyonun göremiyorlar veya görmemekte direniyorlar. Akıllarını bizim otoriterlerinin cebinden kurtarıyorlar ama yabancı otoriterlerin cebinden kurtaramıyor ve tutsak ediyorlar. İşte ahlaki olmayan muhakemenin basına ahlaki olmayan yansımaları budur. Darfur olaylarından dolayı Ömer Beşir için tutuklama fezlekesi çıkartılmasına tepki gösteren Libya'nın BM Temsilcisi İbrahim Dabbashi kimin kimi yargıladığını sormuştur. Aynen Vatikan gibi İsrail'in Gazze'yi temerküz kampına çevirdiğini ve savaş suçları işlediğini hatırlatan Dabbashi bunun hesabını kimin vereceğini sormuştur. Evet, Suriye ve Sudan yargılanıyor ama maalesef Bush ve çetesini ve Olmert ve çetesini kimsenin yargılamaya gücü yetmiyor. Bizim gücümüz de maalesef yine kendimize yetiyor.
*
Son sıralarda özellikle de Gazze'deki vahşet ve felaketten dolayı İsrail'in yargılanmasını isteyenlerin sayısında bir artış gözleniyor. İran Dini Rehberi Hameney sorumluların yargılanması çağrısında bulunmuştur. Keza Mazlum Der de bununla ilgili Türkiye çerçevesinde bir girişim başlatmış bulunuyor  ve Türk yargısına başvurmuştur. Bush ve ekibi işkence ve sorgulama tekniklerinde savaş suçu ve insanlık suçu işlemiştir. İsrail de dünyanın gözleri önünde aynısını Gazze'de yapmıştır. Bush'un izin verdiği işkence teknikleri arasında organ iflasına neden olan yöntemler de var. Bunların en başlıcalarından birisi boğulma hissi veren su işkencesi olarak da bilinen waterboarding yöntemidir. "Su işkencesi", sırtüstü yatırılan kişinin, bezle örtülü yüzüne su dökülerek boğulma noktasına getirilmesi anlamına geliyor. Bu yöntemde sanık, sabit bir şeye sıkı sıkı bağlanıyor, gözleri kapatılıyor, ağzına bir havlu ya da bez tıkıştırılıyor ve havlunun üzerine yavaş yavaş su dökülüyor. Sonuçta sanık kendini boğuluyor gibi hissediyor, debeleniyor. Uzmanlar, yöntemin kalp krizine ve panik ataklara yol açabildiğini söylüyor.
Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA savaş suçları için belge ve malzeme olabilecek durumdaki  "terör" zanlılarının sorgularına ait yaklaşık 100 video bandını imha ettiğini ilk kez kabul etti. Hükümeti temsil eden avukatlar, Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği'nin (ACLU), yurtdışında gözetim altındaki tutsaklara nasıl davranıldığı konusunda bilgi almak üzere CIA aleyhine açtığı dava kapsamında bu açıklamayı yaptılar. ABD'de Pelosi gibiler aslında Bush ve ekibini siyasi olarak yargılamak istiyorlar. Lakin Bush ve çetesi ve Olmert ve çetesi insanlık suçlarından dolayı yargılanmadıkça adalet tesis edilmiş ve ahlaki kriterler tatbik edilmiş olmayacaktır. Geçmişte de birçok kez Şaron ve Kissinger gibilerin yargılanmaları gündeme gelmiş ama dünya sisteminin lehlerinde olması nedeniyle onlar hep adaletin pençesinden kurtulmuşlar ve paçalarını yırtmışlardır. Burada bizim savunmamız gereken pozisyon adaletten kaçmak değil seçmeci ve çifte standartlı adaletten ya da adaleti öldüren adaletten kaçınmak olmalıdır.