Türkiye, iç siyasetini biraz daha uzun bir süre meşgul edeceği belli olan anayasa değişikliği sorunuyla uğraşırken, Kıbrıs'ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin muhtemel netîceleri kamuoyunun pek dikkatini çekmedi.
Oysa Kıbrıs sorununun çözümü, Türkiye'nin AB üyeliği perspektifinin hem muhafazası ve hem de sürecin ilerleyebilmesi bakımından en önemli konuların başında geliyor. Rum tarafının Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB üyesi olması sayesinde elde ettiği süreci engelleme imkânlarına ek olarak Türkiye'nin de hava ve deniz limanlarını bu devlete açma yükümlülüğünün her yıl gündeme getirilmesi bu bağlamda unutulmaması gereken noktalar. Kıbrıslı Türklerin Annan Planı'na üçte ikiye yaklaşan bir oranda evet demiş olmalarından kaynaklanan moral üstünlüğün durumu pek değiştirmediği ortada. Bu yüzden, Kıbrıs'ta çözüm, en az anayasanın demokratikleştirilmesi kadar hayati öneme sâhip.
Hatırlanacağı üzere, 2005 yılında % 55 gibi bir oranla cumhurbaşkanı seçilen Mehmet Ali Talat, 18 Nisan'daki seçimleri kaybetti. "Çözüm ve Avrupa Birliği" sloganıyla özetlenebilecek bir perspektifin temsilcisi olan Talat, bu kez % 43 oy alırken, rakibi Ulusal Birlik Partisi lideri Derviş Eroğlu, % 50'nin biraz üzerinde bir oranla yeni cumhurbaşkanı oldu. Bu sonuçların çeşitli açılardan değerlendirilmesi mümkün. Bir görüşe göre bu sonuçlar Talat'ın izlediği siyasetin başarısızlığını tescil etmiştir. Talat'ın başarısızlığının nedeni ise, çözüm için müzakere sürecinde, Rum tarafı ile anlaşma olmaması hâlinde ne yapacağını ortaya koyan başka plânlarının olmamasıdır. Bu durum, zaten AB üyesi olarak avantajlı bir konumda bulunan Rum tarafının konumunu ayrıca güçlendirmekte ve Talat sürekli olarak "taviz" veren bir konuma sürüklenmektedir. Nitekim, çözümle birlikte kurulması düşünülen federatif (birleşik) Kıbrıs Devleti'nin tek egemenliğe sahip olmasının kabûlü bunun bir örneğidir. Oysa şimdi, Derviş Eroğlu, müzakere masasına alternatif plan veya planlarla oturmak suretiyle, karşı tarafa en azından çözümün çok da şart olmadığı izlenimini vererek ve daha güçlü bir biçimde oturabilecektir. Yine bu görüşe göre, Kıbrıs'ta müzakereler ve çözüm süreci biraz geriye bırakılırsa, aslında "işler yolunda"dır ve çözümden ayrı olarak, yönetimin "Kuzey Kıbrıs'ın sosyo-ekonomik sorunlarını halletmeye" daha yoğun bir ilgi göstermesi gerekmektedir. Kısaca, "çözüm olur veya olmaz, bu çok önemli değil, biz Kuzey'de işimize bakalım" türü bir yaklaşım gündeme getirilmek istenmektedir.
Bu yaklaşım, sonuçta, Türkiye'nin AK Parti iktidarının oluştuğu 2002 seçimlerinin hemen sonrasındaki yaklaşımıyla uyuşmamaktadır. AK Parti iktidarının Kıbrıs konusundaki yaklaşımı, "çözümsüzlük çözümdür" tavrının reddi üzerine kuruludur ve "Rumlardan hep bir adım önde olacağız" tavrını içermektedir. Eroğlu'nun içinden geldiği siyasi gelenek ise, Talat'tan önceki çizginin bir taşıyıcısı olarak, Kıbrıs'ta çözüm sürecini iki ayrı ve egemen devletin mevcudiyeti üzerine inşa etmek istemektedir. Rauf Denktaş'la özdeşleştirebileceğimiz ve Kıbrıs'ta bir tür federasyon öngören Annan Planı'na evet demeyi adeta "ihanet" gibi gören bu çizginin gönlünde yatan aslan, iki bağımsız devlet arasında oluşacak bir konfederasyondur. Burada amaç, mümkün mertebe Ada'daki bölünmüşlüğü tescil ettirmektir. Bu tescilin adı "konfederasyon" veya "gevşek bir federasyon" olarak konabilir, önemli değil. Bu olamıyorsa mevcut durumu uluslararası camiaya kabûl ettirmenin yollarını arama süreci ciddiyetle sürdürülmelidir.
CEVAP BEKLEYEN SORULAR...
Yeni Cumhurbaşkanı Eroğlu'nun bu siyaseti müzakere sürecinde sürdürüp sürdürmeyeceğini, 26 Mayıs'ta yapılacak olan ilk toplantıda görme imkânı bulacağız. Aynı biçimde, AK Parti'nin de Kıbrıs sorununda 2002'deki perspektifini muhafaza edip etmediği, etmiyorsa, yeni yaklaşımının iki devletli statükonun tanınmasına yakın bir siyaseti içerip içermediği de yakında anlaşılacaktır. Türkiye, Davutoğlu ile birlikte belirginleşen aktif dış politika yaklaşımının olumlu ivmesiyle uluslararası ilişkilerde artırdığını düşündüğü önemini Kıbrıs sorununda bir tutum değişikliğine destek olarak kullanma düşüncesinde olabilir mi? Bu henüz belli değil. Geçmişte AB'ye yönelik olarak yeri geldiğinde söylenen "600 binlik Güney Kıbrıs'ı 70 milyonluk Türkiye'ye tercih etme" eleştirisi şimdi, biraz daha güçlü bir sesle dile getirilebilir mi? Hem Kıbrıslı Türklerin çözümü isteyen taraf olmaktan gelen manevî gücü ve hem de Türkiye'nin yeni dış politika stratejisi içinde kazanmış olabileceğini tahmin ettiği önem, bu güce destek verir mi? Bunlar henüz cevabı belirgin olmayan sorular.
Bununla birlikte, Kıbrıs'ta çözüm sürecini, mevcut durumun tescili ("çözümsüzlük çözümdür") veya "çözüm Kıbrıs'ta iki ayrı halk ve iki ayrı egemen devletin varlığının kabûlünden geçer" (iki ulus-devlete dayalı gevşek federasyon ya da konfederasyon) seçenekleri üzerinden düşünmek, aslında sorunu çözmemek anlamına gelecektir. Unutmamak gerekir ki Kıbrıs sorunu, adanın Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında bölünmesine yol açan, 1950'lerin Soğuk Savaş koşullarında yaratılmış olan bir "milliyetçi komplo"nun ürünüdür. Ada'nın bir bütün olarak Sovyet etkisine açık olabileceğini ve bunun da NATO'yu zayıflatabileceğini düşünen Amerikan ve İngiliz güçleri, bu komplonun başmimarlarıdır. Komplonun aktörleri ise Yunan faşistleri ile Türk gladiosu olarak tespit edilebilir. Sadece bu târihî müktesebat nedeniyle Kıbrıs'ta nihaî çözüm, bir komplo ürünü olan bu bölünmüşlüğü kalıcılaştıran bir çözüm olamaz. Tam aksine, Kıbrıs sorununun nihaî çözümü Ada'nın Annan Plânı'nda öngörülene yakın bir federasyon içinde birleşmekle mümkün olabilecektir.
Bu nedenle, Talat ve Hristofyas'ın en azından tek egemenliği olan ve tek bir uluslararası kişiliği bulunan federatif bir devlet üzerinde anlaşmış olmaları kayda değer bir ilerlemedir. Bundan sonraki sürecin bu anlaşma üzerinden devam etmesi, nihaî çözüme erişileceği umudunu da canlı tutacaktır. BM Genel Sekreteri'ne yazdığı mektupta süreci BM parametrelerine uygun olarak sürdürme niyetini bildiren Eroğlu'nun tavrı, bir federatif birlik yönünde olacak mıdır? Talat'ı desteklediği bilinen AK Parti iktidarı bu çizgiyi devam ettirecek midir? Rum tarafı, Eroğlu'nun seçilmesini Türk milliyetçiliğinin yeni bir çıkışı gibi görüp, bunu çözüm sürecini savsaklamak yerine, Talat'la varılan yerden çözüm yönünde ilerlemeyi tercih edecek midir? Bu üç soruya da olumlu cevap verebileceğimiz bir dönemin eşiğinde olduğumuzu ümîd ediyorum.
Kaynak: Zaman