Kıbrıs'ta bölünme hâlâ derin

Zaman yaraları sarar derler; bu teoriye göre Katolikler ve Protestanlar Stormont’taki Kuzey İrlanda parlamentosunda uyum içinde oturabilir; Filistinliler ve İsrailliler, Hintliler ve Pakistanlılar günün birinde hep beraber barışı bulabilir. Fakat hemen rahat bir nefes almayın.

Bu hafta Lefkoşa’yı turlayan BM genel sekreterinin peşinde birkaç gün geçirin ve düş kırıklığına hazır olun.

Kıbrıs küçük, güneşli bir ada, 36 yıldır bölünmüş durumda. Türk ordusu kuzeyde ve kendi toprak parçasını koruyor. Kıbrıslı Rumlar güneyde yerleşik, oteller inşa ediyor, turistleri ağırlıyor ve para kazanıyor. Kıbrıslı Türkler tanınmayan, yoksul, boğucu küçük bölgelerinden kaçmak için can atıyor. Kıbrıslı Rumlar da yaşlılarının hatırladığı güzel, birleşik ülkede tekrar yaşamak için can atıyor.

Plan belliyse kolay olmalı ama...
AB’ye katılmayı isteyen Ankara’ysa ilk önce Kıbrıs’ı ‘kırmızı alarm listesi’nden çıkarması gerektiğini biliyor. Eski düşman Yunanistan Türkiye’yi Brüksel’de Doğu Akdenizli bir müttefik olarak istiyor. Amerikalılar Kıbrıs sorununun çözülmesini ve Türklerin AB’ye girmesini istiyor; keza Britanya ve BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun dahil mekik dokuyan sayısız diplomat da.

Yani bu koşullarda çözüm çocuk oyuncağı olmalı. Kıbrıslı Rum ve Türk liderler Dmitris Hıristofyas ve Mehmet Ali Talat düşman değil dost. Daha da iyisi, nihayet anlaşmaya varmaları için seçildiler. İki yıldır durmaksızın konuşuyorlar. Kıbrıs’ın müstakbel idari yapısı, yani sadece Bosnalıların sevebileceği türden iki bölgeli bir paylaşım, iyi kötü belli. O zaman Ban Ki-Mun için her şeyin kolay olması gerekir, öyle değil mi? Birkaç nokta, virgül, sıcak laf ve işi bitirir, değil mi? Hayır: O berbat son şans salonundayız yine.

Yaralar daha fazla kabuk bağladıkça Kıbrıs’ı ikiye bölen olaylar o kadar uzak hale geliyor ve ilerleme kaydetmek de o kadar zorlaşıyor gibi görünüyor. Zaman en acı hatıraları silebiliyor, en ateşli naraları susturabiliyor, fakat bölünmeyi donuk bir hesap-kitap kalıbına da dökebiliyor. Muhtemelen 50 yaş altındaki kimse eski adanın neye benzediğini hatırlamıyor. Topraklarının veya evlerinin BM yeşil hattının çok ötesinde kaybolduğunu gören Rumlarsa, her sabah kalktıklarında o acıyı tekrar hissediyor olamaz. Bugün yaşadıkları güneyde yeni evleri, yeni işleri, yeni servetleri, yeni AB üyelikleri var. Ancak bu her nasılsa yeterli olmuyor. Bir anlaşma toprakların geri verilmesi, tazminat ödenmesi, ülkenin yeniden tesisi ve eski ihlallerinden dolayı Ankara’nın bir şekilde cezalandırılması anlamına geliyor. İşte burada işin içine avukatlar ve muhasebeciler giriyor.

Hıristofyas kendisinden önceki barış arayan devlet başkanları gibi, sesi gür çıkan bir kamuoyunun reddetmekte beis görmediği tavizleri veremiyor. Nisandaki seçimi dinç bir sertlik yanlısına kaybetmeye yazgılı görünen, bu yüzden umutsuz bir zaman baskısı altında bulunan Talat, zayıf bir ekonominin diğer her şeyi gölgede bıraktığına tanık oluyor. Ya bu defa işi bitirecekler ya da bitirmeyecekler. İyi bir şeyler çıkmasını beklemeyin. Ban’ın elinde sihirli değnek yok. Daha da kötüsü, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy yüzünden, Türkiye’nin müzakere arzusunun ardındaki hayati itici gücü oluşturan AB üyeliği umutları zayıfladı. Ankara kendi bölgesindeki büyük pastaya yüzünü dönmek üzerine gün geçtikçe daha fazla kafa yoruyor.

Ban’ın New York’a eli boş dönmesine göz yumulursa, küçük, saçma, tozlu bir sorun olan Kıbrıs yeni marazlara yol açarak ve boş boş zaman geçirsinler diye daha fazla BM barış koruma askerini konuşlandırarak on yıllarca daha sürünecek: Zamanın unuttuğu bir krizin anıtı olarak öylece duracak.
Ve gelinen noktadaki en acı ders de bu.

Barış ‘süreçleri’ hakkında atıp tutuyoruz: Ortadoğu’da, Kuzey İrlanda’da, Saraybosna’da, Kosova’da, Keşmir’de. Fakat çoğu zaman süreç falan olmuyor, gerçek yol haritasında hiçbir ilerleme kaydedilmiyor. Bosna yerinde sayıyor; ne refah, ne tatmin, ne de kendi kendini idare getiren karmaşık ve gerçekdışı tavizlerden oluşan bir arapsaçı olarak... ABD başkanlarının biri gelip biri giderken İsrail ve Filistin hâlâ dişe dokunur hiçbir şey yapmamakla meşgul. Keşmir öylece duruyor, bu açık yara yüzünden Pakistan iç sorunlarını çözmeye asla adam gibi odaklanamıyor.

İç karartıcı ama gerçek
Ya Belfast? Başbakanlar, sanki Kuzey İrlanda’nın şiddet dolu yılları geride kalmamış gibi anlaşmanın gereklerini yerine getirmekte nazlanıyor. Stormont’un siyasetçileri, hepsini insanın kafasında cüceleştiren birer iktidar piyonu gibi görünüyor. ‘Süreç’ gerçek hareket içeren bir siyasetten ziyade bir amentüye benziyor.
Fazla iç karartıcı, fazla korku dolu sözler mi bunlar? Belki. Fakat tekrar birleşmeye bir türlü razı edilemeyen bölünmüş Lefkoşa’ya bir bakın ve donmuş umutlardan müteşekkil aptallık karşısında ürperin. (31 Ocak 2010)

Kaynak: Radikal