17 Şubat Pazar günü Kıbrıs Rum tarafında yapılan seçimlerde Papadopulos bir bedel ödedi. Bu bedel, 24 Nisan 2004 Annan Planı referandumunda, Rum halkına % 76,7 oranında "hayır" dedirtmenin karşılığı oldu.
O gece Papadopulos, Kıbrıs adasına gelmesi çok olası bir çözümü ve barışı yok edince, AB ve ABD, Papadopulos'un ipini çekmenin hesaplarını yaptı ve belirledikleri uygulama planını da zamanı gelince hayata geçirme kararı aldı.
Aslında plan uzun soluklu idi ve 24 Şubat'ta yapılacak 2'nci tur oylamaya yönelikti; ama buna gerek kalmadı ve 17 Şubat'taki ilk turda istenen sonuç alındı. Şimdi Papadopulos'u bekleyen; politikadan silinmek. Seçim haftası yaklaştıkça, Papadopulos'u Rum halkının gözünden düşürmek, Rum halkı karşısında zor duruma sokmak ve rakiplerinin önünü açmak için AB ve ABD tarafından Rum tarafı aleyhine ve KKTC lehine örtülü girişimler yapıldı, onaylar verildi.Siftahı Mağusa-Lazkiye seferleri yaptı. Ne ABD ne de AB, seferleri durdurması için Suriye'ye herhangi olumsuz bir telkinde bulunmadı. Tam tersine AB Komiseri Olli Rehn, ele geçirdiği ilk fırsatta, KKTC limanlarının Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından kapalı ilan edilmesinin, bu limanlara yabancı bandıralı gemilerin girip çıkmasına ve yapılacak ticarete engel olmadığını söyleyerek, gerek Papadopulos'u gerekse de "Kara Cira" Markulli'yi çok zor duruma soktu. Bunun arkasından, Başbakan Ferdi Sabit Soyer'in Almanya'ya yaptığı ziyaret esnasında, eski SDP Başkanı Gerhard Schröder'i KKTC'ye davet edebileceğinin kendisine ima edilmesi geldi ve Başbakan da bu tarihî fırsatı kaçırmadı. Papadopulos hükümeti, Gerhard Schröder'in bu ziyaretinin iptal edilmesi için çok yoğun bir çaba harcadı ve her türlü girişimi denedi; ama Alman hükümeti Papadopulos'un ipinin çekilmesi planından hiç taviz vermedi. Papadopulos'un bu ziyareti, 'o da iş mi yani' şeklinde tanımlaması, içine düştüğü zor durumu ve acizliğini iyice ortaya koymuştu; ama önlemek için de elinden hiçbir şey gelmedi. İtalyan milletvekillerinin KKTC pasaportu almalarının arkasından KKTC Dışişleri Bakanı Turgay Avcı'nın İngiliz Lordlar Kamarası'nda konuşması ise Papadopulos'a seçimi kaybettirme senaryosu içinde İngiltere'nin de rol aldığını açıkça ortaya koydu. Bugüne kadar hep Rum propaganda makinesinin sözlerini dinlemeye zorlanmış politikacılar, artık madalyonun öbür yüzünü de görmeye başladılar. Kırk yıllık Rum tezleri aniden yara almaya başladı.
Başbakan Ferdi S. Soyer'in eylül ayındaki Almanya ziyaretinde, başkent Berlin'de Almanya Birlik 90/Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth ile de görüşmesi, aynı daveti ona da yapması ve Roth'un da bunu kabul etmesi, Papadopulos'u iyice Rumların gözünden düşürdü. Ok artık yaydan çıktı ve Papadopulos'un, vatandaşları tarafından beceriksizlikle suçlanması ve Kıbrıs konusunda fırsatların kaçırılmasına neden olmakla itham edilerek seçimi kaybetmesi için elden gelen yapıldı. Dışta bunlar olurken, içte de başpiskoposluk yarışında seçimi kazanan Hrisostomos II'nin dişli rakibi Limasol Piskoposu Athanasios'a da, Ortodoks kilisesinin Papadopulos'a sunduğu kayıtsız şartsız desteği kırmak görevi verildi.
Athanasios, başpiskoposluk seçimlerinde kendisine destek veren AKEL Genel Sekreteri Hristofyas'a, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, başpiskoposluğun oylarını parçalayarak tüm desteğini verdi ve seçimin kaderi ile oynadı.
1'inci turun hemen sonrasında, gerek 2'nci tura kalan Dimitris Hristofyas'ı aday çıkaran AKEL, gerekse de 1'inci turu en önde tamamlayan Ioannis Kasulides'i aday gösteren DİSY, parti bazında destek alabilmek için Papadopulos'un DİKO'su ile sıkı bir pazarlığa girdiler.
% 31,5 düzeyinde olan DİKO oylarını yani Papadopulos'un oylarını alabilmek için teklifler havada uçuşmaya başladı. Ya siyasî görüş ve partilerin siyasetin yelpazesindeki konumlarına göre bir işbirliği olacak ya da politik çıkarlar söz konusu olacak. AKEL, Papadopulos'un partisine hükümette 3 bakanlık, mecliste meclis başkanlığı ve koalisyon hükümeti kurmak teklifini yaptı. DİSY de benzeri bir teklif yaptı. DİSY'nin teklifinde bakanlık sayısı 5'e çıkarken meclis başkanlığı teklifi yer almadı. Her iki parti birbirinden habersiz olarak Papadopulos'a, Gambari sürecine sadık kalmayı, Annan Planı benzeri planları reddetmeyi, adada AB garantisi ve BM parametreleri içinde iki toplumlu, iki bölgeli federal bir yapılanma için mücadele vereceğini taahhüt eden yazılı bir metin verdi. AKEL, Papadopulos'a verdiği niyet ve ortaklık mektubuna DİSY'ninkinden farklı olarak Yunanistan ile uyum ve işbirliğini artıracağına dair bir de madde ilave etti.
Bundan sonra ne olacak?
Papadopulos'un DİKO'su ile Kasulides'in DİSY'si aynı sağ oylardan ve görüşlerden destek alıyor. Her ikisi de EOKA kökenli. 1993 yılından beri aralarında devam eden çekişmeyi bir kenara bırakıp, EOKA ilkelerini ve Ortodoks kilisesini benimseyip ortak hareket etmeleri söz konusu olabilirse, DİKO desteği ile seçimi DİSY adayı Kasulides kazanabilir. Buna karşın DİSY, kurulacak yeni hükümette DİKO'ya vereceği sandalyeler nedeni ile seçim döneminde açıkladığı çözüm parametrelerinden çok uzaklaşmak zorunda kalmayı da göze almak mecburiyetinde olacak.
Kasulides'in çok değil daha 4 gün evvel, 'Ulusal Konsey kararlarının dışına çıkmayacağım' demesi de, yeni dönemde Avrupai bir çözümün çok uzakta olduğunun, Papadopulos dönemi fikirlerin de geçerliliğini koruyacağının işaretini veriyor. AKEL ise DİKO'dan 24 Nisan 2004 Annan referandumunda, sadece 2 gece evvel "hayır"a dönüştürdüğü % 38'lik oylarının diyetini istemeye hazırlanıyor. 2003 yılında Papadopulos başkanlığında kurulan hükümette, aynen DİKO-AKEL koalisyonunda olduğu gibi, bu sefer de Hristofyas hükümetinde AKEL-DİKO koalisyonunu kurmak ve DİKO'ya da 4 bakanlık koltuğu vermek kaydı ile AKEL, DİKO'dan destek istemek arayışları içine girdi.
Bu anlayışın devreye girdiği andan itibaren de, ne sol görüşün ne sağ görüşün ne komünist görüşün ne EOKA'cı olmanın ne de Ortodoks kilisesinin etkisi rol oynayabiliyor. Birkaç "bakanlık" karşılığında Papadopulos'un DİKO'sunun oylarını parçalamak hiç de zor olmayabilir.
Papadopulos'un partisi olan DİKO'nun 180 kişilik yürütme sekreterliği, yaptığı yürütme bürosu ve merkez komite toplantıları sonrasında 112 olumlu oyla yani çoğunluk oyları ile AKEL adayı Dimitris Hristofyas'ı destekleme kararı aldı. Buna karşın da Rum Ortodoks kilisesi yaptığı toplantıda DİKO adayı Ioannis Kasulides'i destekleme kararını aldı. Seçimi hangi aday kazanırsa kazansın, Papadopulos döneminin ve o dönemdeki anlayışın bir müddet daha Rum tarafında ve Rum dış siyasetinde devam edeceği kesin.
Papadopulos'un seçimleri kaybetmesi aslında Türkiye'nin elini kuvvetlendirecek ve Kıbrıs tezlerini güçlendirecek. Bugüne kadar Rumların uyuşmaz taraf olduğunu ispatlamakta zorluk çeken Türkiye, Papadopulos'un gölgesinde icraata başlayacak olan yeni Rum cumhurbaşkanının da olumsuz tavırları nedeni ile, Kıbrıs konusunda hem puan toplayacak hem de kendi tezlerini çok daha kolay bir şekilde hem AB'ye hem de ABD ve dolayısı ile BM'ye kabul ettirebilecek.
Kosova'nın bağımsızlığını ilan etmesinin ise dünya devlerini iyice gereceği kesin. Hasır altında, daha geçen seneden yavaş yavaş oluşmaya başlamış olan iki ku tupluluk, Kosova olayından sonra iyice su yüzüne çıkacak gibi. Bir taraftan Rusya ve Şanghay beşlisi içlerine İran'ı da alarak kutuplardan birini oluştururken, diğerini de AB ve ABD, yani Batı dünyası oluşturuyor. Türkiye'nin, bu oluşum sürecinde önemi çok artmış durumda. Şimdi tartışmasız bir enerji koridoru olması ve gelecekte de enerji istasyonu olmaya soyunması, önemini geçmişe nazaran on kat artırmış durumda. Her iki blokun da Türkiye'yi kendi tarafına çekmek için çaba göstereceğini söylemek yanlış bir tahmin olmaz. Türkiye'nin bu aşamada kozlarını ve çıkarlarını en iyi şekilde kullanacağı ise su götürmez bir gerçek. 2003 öncesi savunmaya ve pasif kalmaya yönelik bir dış politika ve diplomasi uygulamak yerine, mevcut hükümet atak bir dış politika ve diplomasi uyguluyor. Bunun meyvelerini de birçok alanda toplamaya başladı.
Kaynak: Zaman