Otobüs yarı yarıya boştu. Yolculuğun başlarında herkes kendi dünyasında bitmeyen yolların derin sularına dalmış gibiydi. Sadece tüccar oldukları anlaşılan iki Azeri'nin yüksek sesle konuşmaları işitiliyordu. İstanbul mutfağının ne kadar fakir olduğundan, kaldıkları bir haftayı neredeyse aç geçirmiş olmalarından yakınmalarını hala tatlı bir tebessümle hatırlıyorum.
İstanbul'dan başlayan uzun yolculuk sırasında verilen molalardan birinde bir şekilde konuşmaya başladığım genç adamla Tahran'a varıncaya kadar sohbeti sürdürecektik. Henüz yeni sayılan devrim hakkında düşüncelerini belli belirsiz hissettirmeye çalışsa da açık vermiyor, belki benim fikrimi öğrenmek istiyordu. Devrim sonrası gerçekleşen değişimden pek hoşnut olmadığı rahatça hissediliyordu. Halkın tepkisinin boyutu hakkında verdiği örnek ilginçti: 'Tahran'a vardığında, özellikle gençlerin siyah gömlek giydiklerini göreceksin. Bu onların devrime muhalefetlerinin bir göstergesidir.'
Ve Tahran...
Gerçekten de Tahran'a vardığımızda otogardan şehrin merkezine ilerledikçe hemen her yerde siyah gömlek giymiş insanlar vardı ve şaşırtıcı biçimde çoktu. Tahran üzerinden Pakistan'a geçiyordum ve ilk kez karşılaştığım bu manzaraya anlam vermekte zorlanıyordum. İlk bakışta devrim muhafızı ya da gönüllü milis olduğunu tahmin ettiğim insanlar hep siyahlar içindeydi. Bu kadar geniş muhalefet varsa peki bu devrimi kim yapmıştı?
Akşam karanlığı çöktüğünde meydanlarda kurulan kazanlar, toplanmış binlerce insanın hiç alışık olmadığım, görmediğim biçimde feryat ve ağıtlarla Kerbela'yı anmaları ne de sarsıcıydı. Okunan mersiyeler, ağıtlar, dualar ve sonsuz gözyaşları... Ama hepsi de siyahlar içindeydi. İran Müslümanlarının ve Şiiliğin bu teatral denilebilecek törensel ayinleri ve dinin hep dışa dönük toplumsallık halleri ile devrime kitlesel katılım arasında ister istemez bağlantı kuruyordum. Sünni dünyanın içe dönük sesinin deruni çilesi ile Şiiliğin dışa dönük ritüelleşen çilesi...
Yol arkadaşımın 'Acem tarzı' propagandasını anlamam çok sürmeyecekti. Muharrem ayı ve Aşura nedeniyle hemen herkes siyah giymişti.
Ve Peşaver...
Doğuda, Peşaver'de karşılaştığım Aşura yürüyüşü daha sarsıcı geldi. Hep kalabalık o Peşaver caddelerinden 'Ya Hüseyn, Ya Hüseyn' nidaları ile göğüslerine vurarak yürüyen Şii Müslümanlar... İnsanın içine işleyen bir nida. Ve hiç de alışamadığım zincir vuruşları... Kan ve gözyaşı... İran Şiiliğinden çok Hind mistisizminin içe dönük mahcupluğunun derin izleri var buradaki anmalarda. Ne kadar kitlesel ve törensel olsa da Hind ikliminin kapalı, sessiz, içe kıvrık hali hissediliyor.
Ve Malaga...
Kurtuba'dan Ronda'ya oradan Akdeniz'e indiğimizden itibaren her vardığım şehirde bizi takip eden bir törene yakalanıyordum. Ronda-Malaga-Gırnata hattından ilerlerken her şehirde karşıma çıkmıştı. Alpujara bölgesinden El Meria-Gırnata hattında da turlarken yine aynı kitlesel törenlere yakalanmıştım. Neyse ki, akşamları trafiğe yakalanmamak gerektiğini, ancak yürüyerek gezilebileceğini kavramakta gecikmeyecektik.
Avrupa şartlarında ancak ortaçağ görüntülerini hatırlatan bir törensel ayin... Din ve devletin, daha doğrusu kilise-devlet ilişkilerinin toplumsal meşruiyetinin modern zamanlarda bizim hayal edemeyeceğimiz bir coşku haliydi sergilenen. Kiliseye özgü resmi ritüellerden oluşan, kuralları belli ama toplumsallığı da içine alan bir ayin. Şehrin ana caddelerini boydan boya geçen bir ayinsel kortej. Gece yarılarına kadar süren, durup hareket ederek yavaşça ilerleyen parıltılı teatral şölene dönüşmüş...
Önce şehrin önde gelenlerinin yer aldığı bir kortej. Resmi giysiler içinde askeri, idari, amirler kiliseden rahipler, üst düzey yöneticileri... Kortejin hemen arkasından gelen parıltılı büyük çalgılarıyla arkada bando takımı... Ritim veren en hüzünlü parçaları çalarak ilerliyor. Bandonun arkasında kiliseyi temsil eden her türden dini sembolleri taşıyan gruplar halindeki halk... Binlerce insan sabahlara kadar İspanya'nın tüm şehirlerinde yürüyor.
Ortaçağdan kalma maskeli, sadece gözleri görünen, ayaklarına kadar kapalı koyu renk giysiler içindeki gruplar... Sivri külahları başlarını tamamen kapatırken sadece gözleri görünüyor. Ellerinde meşaleler, tütsüler...
Özellikle çarmıha gerilmiş İsa tasviri; mumlar, ışıklar ve en parlak metal kaplamalarla bir elemden çok adeta özendirilmiş bir şenlik havası veriyor. Dev boyutta omuzlarda taşınan bu tasvir, törenin maddi-manevi çekim alanını oluşturuyor.
Çok resmi, çok törensel, çok formel gelen Batı Hıristiyanlığına özgü ritüel izlenimi edindim. Latin kültürünün Akdeniz havzasında girdiği sentezde doğasında var olan coşkulu, dışa dönük hal adeta burada dini bir muhteva kazanmış...
Ve Bağdat...
Bağdat hüzünlüydü, içe kapanmıştı, kendine yabancılaşmış, işgal ve duvarla çevrilmişti. Yeşil hattın içindeki güvenli bölgede bile tedirginlik hissediliyordu. Resmi davetli misafirler olarak uygulanan güvenlik önlemleri, belki de bizi daha fazla hedef haline getiriyordu. Her şeyin bu kadar alt-üst olduğu, kendine yabancılaşmanın soğukluğunu hissettirdiği ender zamanlardan birindeydi Bağdat.
O gece Kazımiye'ye gitmek için fırsat doğmuş, birkaç arkadaşla İmam Musa Kazım'ın türbesine gitmek için izin ve imkan sağlanmıştı. Kazımiye etrafında dehşetli bir askeri güvenlik alınmıştı. Yüzlerce metre uzakta araçtan inip yürüyerek kontrol ve arama noktalarından geçtik. Kazımiye, Kerbela gibi aşırı süslü, parıltılı, bakımlı... Hindistan'dan gelen Şiilerin abartılı tazim hareketleri dikkat çekiyor. Türbenin dışından başlayan, eşik öpmeye vardırılan abartılı tazim hareketleri Sünni dünyanın alışık olmadığı haller. Ziyaretimizi yapıp Fatihalar okuyup çıkıyoruz. Çıkışta yol boyu sıralanmış, çoğu siyah giysili bir kalabalık Aşura anmaları için hazırlanıyor.
Bir anda Malaga'da ilk karşılaştığım törensel ayini, düzeni ve ritmini hatırlattı her şey... İspanya'da tanık olduğum törenin üzerinden çok zaman geçmediği için mi diye düşünmeden edemedim.
Daha sivil, daha dini, daha gayrı resmi olsa da dini içerikli anmalarda ilk kez karşılaştığım bir tören biçimi... Bando takımını hatırlatan boru, davul ve zilden oluşan bir ekip... Ritmik vuruşlarıyla mateme farklı bir boyut katıyor. Tek sıra, yan yana, düzenli şekilde yürüyüşe geçen insanların boru ve davulla yönlendirilmesi... Ağıtlar, salavatlar, haykırışlar... DEVAMI>>>