Ben, Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde, eski deyişle Mülkiye'de okudum, 1960'ların ilk yarısında.
Siyaset okudum.
Siyasi tarih okudum.
Sosyoloji okudum.
Türkiye'yi öğrenmeye çalıştım.
Aradan yıllar geçti.
Bir de baktım, Türkiye'yi bilmiyorum.
Gerçeğin çok azını öğrenmişim. Ya da çok başka bir tarih, gerçeklikle pek fazla uyumlu olmayan bir tarih öğretmişler bana...
Örneğin bana öğretilen Türkiye'de Kürt yoktu, Kürtçe yoktu.
Kürt meselesi hiç yoktu.
Alevi yoktu, Cemevi yoktu.
Alevi sorunu da yoktu.
Ermeni meselesi yoktu.
1915 hiç yoktu.
'Laiklik'le ilgili sorunlar yoktu.
27 Mayıs 'devrim'di.
Asker 'kurtarıcı'ydı vs...
Yıllar geçtikçe, Mülkiye'de öğrendiğim Türkiye'yle gerçek Türkiye arasında, hadi dağlar kadar demeyeyim ama, çok büyük farklılıklar olduğunu görmeye ve anlamaya başladım.
Var olmadıklarına inandırılmak istendiğimiz tüm sorunlar gün geçtikçe Türkiye'nin gündemine oturmaya başladı.
Kürt sorunu...
Ermeni meselesi...
Alevilerin dertleri...
Türban...
Din, İslam sorunu...
Milliyetçilik, ulusalcılık sorunu...
Yabancı düşmanlığı...
'Ordulaşmış millet'...
Asker, siyaset, demokrasi...
Bütün bu konular, 'farklı' ve 'ecnebi' olana duyulan korkular yıllar içinde Türkiye'yi çok fena germeye başladı. Koca memleket zaman zaman tımarhaneye döndü.
Bugün de pek farklı sayılmaz.
Hala aşamadık korkularımızı.
Murat Belge'nin yeni çıkan kitabı 'GENESIS'i(*)son tatilimde okurken aklıma takıldı bütün bunlar.
İlkokuldan itibaren üniversite dahil bize dayatılan 'resmi tarih'i, inandırılmak istendiğimiz tarihi düşündüm.
Tarihte ne olduğunu gerçekten araştıran, resmi tarihe alternatifleri ortaya koyabilen tarihçiliğe Türkiye'nin ne kadar çok ihtiyacı olduğunun bir kez daha farkına vardım.
Bu topraklarda barış ve huzura kavuşmak için de, demokrasi ve hukuku yakalamak için de tarihle edebiyatın taşıdığı önemi düşündüm.
Murat Belge kitabının bir yerinde, Türkiye'de yayımlanan 'popüler' bir romandan şöyle söz ediyor:
"Karşımıza çıkan kişiler 'iyiler' ve 'kötüler' olarak ikiye ayrılıyor. Tabii ki 'iyiler' Türkler, 'kötüler' de Bizanslılar veya Rumlar... Rumların kötülüğünün sonu yok... 'Irk' etkeni de var işin içinde. 'Hıristiyan papazlar buna ne derlerdi acaba? Bir Türk'ün çiğ çiğ yenmesine herhalde ses çıkarmazlardı. En büyük düşmanları idi çünkü..."
Murat Belge ekliyor:
"Trabzon'da papaz vuran çocuk da herhalde bu çeşit bir edebiyatla yetişmiştir." (s.299-300)
Bize öğretilen ya da dayatılan tarih, içinde büyütüldüğümüz edebi dünya ve bize okullarda, üniversitelerde yıllar yılı aşılanan milliyetçilik anlayışının epey hastalıklı olduğu konusunda her hangi bir kuşkum yok.
Bunların artık aşılabileceğine dair bazı umut verici işaretler de yok değil tabii.
Belge'nin şu satırları ilginç:
"Bulunduğumuz yerde düşmanlarla değil, dostlarla çevrili olarak, bölünüp parçalanmaksızın, tersine yeni birlikler içinde yepyeni imkanlara uzanarak yaşayacağımıza inanmaya başlıyorsak, bu yüz elli yıllık kabustan çıkıyorsak, bazı başka saplantılarımızdan kurtulma umudu da beliriyor demektir.
Örneğin 'bir avuç çakıl taşı' gibi retoriklere yol açan toprak fetişizmi artık hayatımızda bir etken olmasa. Kimsenin alıp götürmeyeceği kesinleştiğine göre, bu topraklardaki tarihi hazineleri yıkmamaya ve saklamamaya alışsak.
Aynı nedenle yer adı, sokak adı değiştirme azmimizi daha verimli alanlarda kullansak. Şu 'ecnebi' fobisinden kurtulsak, 'ecnebinin yanında öyle konuşma', 'Sus! Ya ecnebi duyarsa' saçmalıklarının saçmalık olduğunu anlasak.
Son olarak, tarihle oynamaktan, olmamış şeylere oldu, olmuş şeylere olmadı demekten vazgeçsek. Gerçeklikle, insanlıkla, dolayısıyla kendimizle nihayet barışsak..."(s.397)
İyi pazarlar!
--------------------------
* Murat Belge, GENESIS, "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni, İletişim Yayınları, 2008.
Milliyet