Kazanıma karşı Şantaj

Bugün Mısır'da olup bitenler Amerikalıların 1988 yılında Yasir Arafat'a yaptıklarını bizlere hatırlatıyor. Nitekim o dönem kendisi oldukça zayıflamış ve Washignton'u memnun etmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine kendisinden söz konusu memnuniyeti biraz daha genişletip direnişten vazgeçmesi, hatta kınaması, BM Güvenlik Konseyi'nin 242 ve 338 sayılı kararlarını tanıması istendi. Uzun bir bekleyişin ardından Arafat, bunu kabul edip BM'de kendisinden isteneni yerine getireceğini açıklayan bir konuşma yapmaya karar verdi. Amerikalılar Arafat'ın zayıf konumunu fırsat bilerek ve ona baş eğdirmek için ülkeye giriş vizesi vermediler ve BM'nin Cenevre'deki merkezinde bulunan siyasi komitede yapacağı konuşmayı iptal etmesini istediler. Gerçekten de olup biten buydu. Arafat, sonunda terörü lanetlemek ve Güvenlik Konseyi'nin kararını desteklemek zorunda kaldı. Kendisinden isteneni yerine getirdiğinde bir Amerikalı yazar, "Arafat madem tavrını değiştirdi ve yeni bir çizgi benimsedi öyleyse sakalını kazıtıp elbisesini değiştirse daha iyi olmaz mı?" bile diyebildi.

Benzer bir öyküyü saygın Filistinli araştırmacı Abdülkadir Yasin'den işitmiştim. Arap Birliği 1983 yılında Fas Kralı II. Hasan'ın başkanlığında Washington'da Ronald Reagan'la görüşmek üzere bir heyet göndermişti. Konu Filistin meselesiydi ve Suud Kralı Fahd'ın da o tarihte benzeri bir girişimi vardı. Fas Kralı ülkesine döndüğünde Arafat, heyete ve heyet başkanı II. Hasan'a sormuş, ne oldu ne görüştünüz diye. O da, Reagan bize Arafat niye başına iple bağlanmış bu örtüyü giyiyor, diye sordu, demiş. Arafat da, peki siz ne cevap verdiniz, deyince Kral Hasan da, "sustuk, herhangi bir cevap vermedik" demiş. Arafat da dayanamamış "keşke Filistinlilerin hakkını verseniz o smoking giymeyi bile kabul eder, deseydiniz ya" demiş.

Anlattığım iki hikâye arasındaki ortak nokta, kendini güçlü hisseden tarafın şartlarını karşı tarafa dayatmaktan imtina etmeyeceğidir. Zayıf taraf taviz vermeyi kabul ettiğinde güçlü olan tarafın karşılığı zayıf olan tarafın istekleri tamamen ortadan kalkıncaya kadar baskıda bulunmaya devam eder.

Mısır başkanlık seçimlerinde birbiriyle çekişen tarafların söylemlerini takip ederken bu arka plan aklıma geldi. Adayları Dr. Muhammed Mursi seçimlerde ipi en önde göğüslemesine ve Ahmed Şefik'le birlikte ikinci tura kalmasına rağmen Müslüman Kardeşler'in 5 milyon oy kaybettiğini düşünüyorum. Başkan adaylarının her biri seçmenlerin yaklaşık dörtte birinin oylarını aldı. (Bu da yaklaşık 5 milyon oy anlamına geliyor). Onlar, her iki adayın nispeten zayıf bir konumda olduğunu anladılar ve oyların yarısının başkalarına gittiğini (Abdulmunim Ebu'l Fütuh ve Hamdin Sabahi'ye) gittiğini kavradılar. Zira ikisinin aldığı toplam oy 9 milyon civarındaydı.

Şefik'in ekibi, her ne kadar halkın çoğunluğu tarafından reddedilse de, Mübarek rejiminin bir uzantısı ve farklı bir versiyonu sayılıyor. Bu yüzden ilk etapta Dr. Muhammed Mursi'yi baskılamayı hedefliyorlar. Bu gruplar, bazısı karşı tarafı zor durumda bırakmayı amaçlayan şartları dayatmaya çalışarak rekabet ettiler. Bazıları Mısır tarihinin hiçbir dönemine değinme ihtiyacı bile hissetmedi. Bazısı Mursi'ye geçmişten bütünüyle kurtularak üçüncü aday lehine seçimlerden çekilmeyi önerdi(!). Diğer başkaları ise anayasanın 2. Maddesinin uluslararası kanunun hukuk hiyerarşisinin en üstünde olmasını ve bütün kanuni düzenlemelerin kendisine tabi olması gerektiğini öngören bir ifadeyle değiştirilmesini kabul etmeyi öneriyor. Bilindiği gibi bu madde, İslam hukukunun kanunların kaynağı olduğu ilkesini içeriyor. (Halbuki bu madde üzerinde toplumda hiçbir anlaşmazlık yok). Bu kişiler, TV üzerinden bizlere başka şartlar da sundular. Bu şarta göre cumhurbaşkanının bütün kararlarını, Cumhurbaşkanı yardımcısının da imzalaması gerekiyor. Ancak yardımcısı, başkanın kararlarını veto hakkına sahip olacak. Bir başkası ise, bütçenin buna müsaade edip etmediğine dikkat etmeden memur ve emekli maaşlarının üç kat artırılması şartını koyuyor.

İhvan daha önce kamuoyunu rahatlatması için çağrıda bulunmuş ve bu bağlamda birçok düşünce ileri sürmüştüm. Mesela Başbakanın İhvan'ın dışından bir isim olması, Mısır'da belli başlı siyasi çizgileri kapsayan geniş tabanlı bir koalisyon kurulması, özel hayatla ilgili özgürlüklere müdahale etmeme, vatandaşlık ilkesine saygılı olma, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunma gibi hususlar. Kıptilerin, kadınların devletin en üst noktasındaki makamlarda temsil edilmesi gerektiğini de yazmış, İhvan'ın din devleti düşüncesini reddettiğini açıkça ilan etmelerini istemiştim. Düşüncem bu tür konularda açık bir tavır sergilemenin toplumu rahatlatacak olmasıydı ve hala da böyle düşünüyorum. Ancak şu an görüyorum ki İhvan adayı olan Mursi'den meşruiyetten tamamen yoksun taleplerde bulunuluyor. Artık bu talepler şu an şantaj ve tasfiye kılığına bürünmüş durumda. Bunu yapanlar, onun elini kolunu bağlamak ve onu iş yapamaz hale getirmek istiyorlar. Bu durum bana şunu söylemeye zorluyor: İhvan devlet kadrolarını ele geçirmeyle suçlanıyorsa diğer siyasi güçler de şantaj ve tasfiye girişiminde bulunuyorlar.

İhvan'ın içine düştüğü hataları savunacak değilim ve bu hatalara ilk dikkat çeken isim oldum. Ancak şimdi cumhurbaşkanı adayı olan birisinin kabul edilemez bir şekilde şantajlara maruz kalması diğer aday olan Şefik ekibinin elini güçlendirme ve başarılı olmasına kapı açmak anlamına geliyor. Böyle olursa kaybedecek olan sadece Mursi değil vatan, devrim ve bu ikisiyle birlikte Dr. Mursi'den sakalını kesmesini talep etmede birbiriyle yarışa girme hevesinde olmayan toplumun diğer kesimleri olacaktır.

Dünya Bülteni için Er Ray gazetesinden Faruk İbrahimoğlu tarafından tercüme edilmiştir.