Kazan, tut ve kaybet

Ted Galen Carpenter

Barack Obama, Amerika'nın Afganistan'daki gâyesinin el Kaide'yi dağıtmak, geriletmek ve mağlup etmek olduğunda ısrar etmesine rağmen amacın bundan daha büyük olduğu âşikardır. ABD ve NATO yetkilileri, Afgan halkına güvenlik sağlayacak ve iyi yönetim tatbik edecek yerli bir siyasi yapıyı desteklemekten bahsediyorlar. Taliban yönetimini 2001'de tahtından eden Amerikan liderliğindeki işgalin başlamasından bu yana, askeri ve sivil personel okul inşası, kuyu açma ve yol inşası gibi işlerde çalışıyorlar. Ulus inşası terimini kullanmamalarına rağmen açıktır ki yapılan bu.

Yaygın yoksulluğa, aşiret ve kabile temelli çok parçalı sosyal yapısına ve zayıf ulusal kimliğine bakınca, Afganistan böylesi bir görev için yalnızca en ümitsiz aday değildir; ABD ve NATO yetkilileri, bir de son yirmi yılda girişilen diğer ulus inşası mâceralarının hüsrana uğratan âkıbetlerine bakarak ayılmalılar artık. En göze çarpan iki ulus inşasını, Bosna ve Irak'ı gözden geçirmek, Amerikalıları aynı saçma işi Afganistan'da tekrarlamaktan sakındırmalıdır.

Bosna'daki sivil savaşı bitiren Dayton Anlaşması yaklaşık ondört yıl önce yapıldı. Ancak Washington Post muhabiri Craig Whitlock'un yaptığı son ziyarette keşfettiği gibi, Bosna bugün yaşayabilir bir ülke olmaya 1995'de olduğundan daha fazla yakın değil. Etkin bir devlet olması için gereken anlamlı bir milliyet hissinden veya hatta temel siyasi tutarlılıktan ve etnik uzlaşmadan yoksundur. Gerçek şu ki ayrılmaya müsaade edilseydi, Bosnalı Sırpların büyük çoğunluğu Republika Srpska'nın Bosna'dan ayrılması, bağımsız bir ülke olması veya Sırbistan'la birleşmesinden yana oy kullanırdı. Ülkeyi kalabalık kitleler halinde halen terk etmekte olan Hırvatların çoğunun da ayrılmayı seçmesi ve Hırvatistan'la birleşmeyi tercih etmesi muhtemeldi. Bosnalı müslümanlar, vücut buldukları Bosna'da kalmayı isteyecek tek bölüktür.

Siyasi felç ülkenin başına bela olmayı sürdürüyor. Düzeyi, siyasi gücün Bosnalı sâkinlerce tasarruf edilmediği nispette, ulusaltı bir düzeydir, örneğin, Republika Srpska ve Müslüman-Hırvat federasyonu. Ulusal hükümet kudretsizlik derecesinde zayıftır. Gerçek siyasi gücün büyük bir kısmı, ülkeye sömürge valisi gibi hâkim olan BM yüksek temsilcisi tarafından tasarruf edilmektedir. Yüksek temsilciler mutad olarak, seçilmiş yetkilileri makamlarından uzaklaştırıyor, seçime katılacak adayları kanunen ehliyetsiz kılıyor ve kararnâme yayınlayarak çeşitli politikalar dayatıyorlar.

İktisâdi durum daha iyi değil. Bosna ekonomisi berbat bir halde. Hakikat, uluslararası yardım kuruluşlarının mâli girdileri ve uluslararası bürokratların dolu dolu harcamaları olmaksızın (GSYH'nın üçte biri kadar) Bosna'nın işleyen bir ekonomisi olmayacaktır. Ülkedeki işsizlik oranı bu yardımla bile yüzde 45'lerde seyrediyor.

Bosna, ulus inşası fiyaskosunun bittiği yerde olmasına rağmen, Irak'takinden daha az bir felâkettir. Son olaylar, askeri takviyenin (surge) başarısını alkışlayan Amerikalıların erken sevinç gösterisinde bulunduklarını telkin ediyor. Şiddet yine tırmanışa geçti, Sünniler ve Şiiler, Araplar ve Kürtler arasındaki gerilim arttı.

Irak artık birleşik bir devlet değil. Bağdat hükümetinin Kuzey'deki Kürt bölgesi üzerinde anlamlı bir güç tasarrufu sözkonusu değil. Doğrusu, bu bölgeye giren Iraklı Araplara yabancı muamelesi yapılıyor ki hassaten hoş karşılanmayan yabancılar olarak hem de.

Kürtler bağımsız bir ülke olduklarını ilan etmemelerine rağmen Özerk Kürt Yönetim Bölgesi fiilen bağımsızdır ve Kürt yönetimi bayrağı, para birimi ve ordusu olan bu egemen yapıyı yönetmektedir. Dahası, toprak emelleri de olan de facto bağımsız bir devlettir. Kürtler Kerkük şehrinde ve petrolünde hak iddia ediyorlar. Etnik olarak karışık bir vilayet olan Nineveh'te Araplarla ciddi çatışmalar yaşanıyor; Kürtler buradaki bazı köylerin Kürt bölgesinin kaza yetkisi dâhilinde olması gerektiğinde ısrar ediyorlar.

Kürt-Arap gerilimi öylesine arttı ki Savunma Bakanı Robert Gates her iki tarafın tehlikeli bir karşılaşmadan uzak kalmalarını sağlamak için Temmuz sonunda Irak'a beklenmedik bir ziyaret gerçekleştirdi. Irak'taki askerlerin komutanı General Ray Odierno, özellikle Kerkük'ün statüsü üzerinde yaşanan Arap-Kürt husûmetinin ülkede bir numaralı istikrarsızlık kaynağı olduğunu kabul etti. Kerkük ve Nineveh'teki gerilimler öylesine meydanda ki Odierno, Kürtler ve Araplar arasında bir savaşı engellemek için tampon olarak Amerikan askerlerinin yerleştirilmesini teklif etti.

Irak'ın diğer kesimlerindeki istikrarın derecesi hakkında da ciddi sorular var. Doğru, Amerikan işgalinin ardından ülkede dökülen kan azaldı ki 2006 başlarında ve 2007 ortalarında müthiş bir artış yaşanmıştı. Ama yine de yaralıların sayısı rahatsız edici derecede yüksek. Şii-Sünni gerilimi patlamak üzere, Bağdat'ta ve diğer şehirlerde Ağustos ayında yaşanan bombalama olayları, yakında fokurdamaya başlayacaklarını telkin ediyor.

Yaralıların sayısında bir iyileşme kaydedilmesi öyle pek abartılmamalıdır. İçişleri bakanlığına göre Temmuz'da gerçekleşen ölüm sayısı 437. Irak nüfusu 25 milyon olduğuna göre, Temmuz'daki ölüm oranı, nüfus büyüklüğüne göre Amerika'daki bir siyasi şiddette 5.000 kişinin (yahut yılda 60.000 kişinin) hayatını kaybetmesine denktir. Nispeten düşük yoğunlukludur ama Irak halen sivil savaşın sancılarını çekmektedir. Birlik veya istikrar adına hayra alâmet değildir bu. Amerikalı bilgeler, Irak tekrar kargaşaya yuvarlanmasın diye Amerikan muharip gücünün çekilmemesi veya hiç değilse 2011'in sonuna kadar çekilmesi planlarının ertelenmesi çağrısını yapıyorlar.

Ondört yıllık çabaya ve milyarlarca dolarlık harcamaya rağmen Bosna'daki ulus inşası başarısız oldu. Altı yıllık çabaya (süre hal işliyor) ve 700 milyar dolar harcamaya rağmen, 4.300'den fazla Amerikalı hayatına rağmen Irak'ta ulus inşası başarısız oluyor. Gene de bu acı tercübelerden ders çıkarmak yerine, Amerikalı liderler bu aynı kuruntunun peşinden Afganistan'da da gidecek gibi görünüyorlar.

Amerikan Dış İlişkiler Konseyi başkanı Richard Haass'ın da dediği gibi "Afganistan'da başarıyı tanımlamamız gerekiyor." Yani etnik olarak çok parçalı, sanayi öncesi Afganistanını modern, bütünlüklü bir ulus devlete çevirme fikrinden geri durmak demek bu. El Kaide'ye karşı kesin bir zafer gâyesinden de uzak durmak demektir. El Kaide gibi terörist tehditlere kronik ama yönetilebilir güvenlik meselesi olarak bakmamız gerek. El Kaide'ye karşı muhalefet etmeye, onu tâciz etmeye ve dengesini bozmaya hazır herhangi bir Afgan grubuyla çalışma istekliliği gerektirir bu. Böylesi mûtedil bir yaklaşım, mükkemmel ve tatminkâr bir strateji değildir fakat dış politika, tıpkı iç politika gibi, ihtimaller sanatıdır. El Kaide'yi kuşatmak ve zayıflatmak ihtimal dâhilinde olabilir fakat Afganistanı modern, demokratik bir ülke yapmanın ihtimali yoktur. Bosna ve Irak'ta gitgide gözler önüne serilen başarısızlık – ki bu iki ülke Afganistan'dan daha vaatkâr adaylardı – bize bir ders vermelidir.

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı