'Kaybettiğimiz topraklar'

 

Osmanlı Devletinin son zamanlarına, mevcut statükoyu koruma ve mümkünse kaybedilen toprakları geri alma politikası hakim olmuştur. Bu amaçla yenilikler ordudan başlatılmış, hazine orduya, donanmaya harcanmıştır. Donanma deyip geçmeyin, Osmanlı devleti, bütün karasal yönelimine karşın stratejik olarak denizlerin ağırlıkta olduğu bir coğrafyaya yayılmıştır.

Ne var ki toprak kayıpları bir erozyon gibi devam etti. Ne Kırım Harbi, ne de II. Abdülhamit devrinde kazanılan Yunan savaşlarında, kazanılan zaferlerden olumlu bir sonuç çıkmadı. Kaybedilen savaşlarsa adeta bire on vererek kayıplara yol açtı. Abdülaziz'in donanması, Balkan Savaşlarından sonra İttihatçıların ettikleri yeminler fayda etmedi.

Osmanlı neden bütünlüğünü koruyamadı ? Bu soruya yüzlerce cevap verilebilir. Kuşkusuz Osmanlı sonuna kadar bütün Avrupa'yı karşısında buldu. Toprak kayıpları da Avrupa'nın müdahalelerinin bir sonucudur. Kendi içindeki bağımsız çözülmelerin sonucu değildir. Bölgesel nüfus yapılarını bugün değerlendirme imkanına sahip değiliz. Bununla beraber, bir imparatorluğun çözülmesi anlamında Osmanlı yalnız değildir.

Avusturya Macaristan İmparatorluğu aynı süreçte tarihe karıştı. İngiliz İmparatorluğu biraz daha dayanmakla beraber aynı akıbete uğramaktan kurtulamadı. Şu farkla ki nerede geri çekilmesi gerektiğine karar verdi ve bunu kontrollü olarak yaptı. Çekileceği topraklarda istediği siyasi, idari ve nüfus yapıları oluşturdu. Amerika'dan zorla çıkmakla beraber Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerde tamamen "British" (İngiliz) devletler kurdu. Öyle ki sanki bu ülkelerde daha önce yaşayan nüfus yoktu.

Hind kıtasında Müslümanları iki ülkeye bölerek siyasi varlıklarını minimize etti. Büyük devlette (Hindistan) tam bir Hindu hakimiyeti bıraktı ki bu tamamen yeni bir durumdu. Aynı şekilde Malezya ve Kıbrıs gibi ülkelerde taşıma nüfusla nüfus yapılarını değiştirdi. Bugün yaşanan sorunlar o zamanlardan kaynaklanıyor. Fakat burada"kontrollü çekilme" kavramına dikkat çekmek istiyorum. Dünyada bir şeyler değişmektedir. Ülkeler arası ilişkiler de değişmektedir. Tarım için ucuz emek anlamında esir ticareti geride kalmıştır. Artık sanayi ve ticaret ön plandadır. Pasifikte Hong Kong, Singapur gibi serbest ticaret şehirleri oluşur. İngilizler daha geçtiğimiz yıllarda Hong Kong'u Çin'e devretti. Kraliçe Victoria devrinin imparatorluğundan artık eser yok.

Ne kadar ölüm kalım savaşı verseler de, bu savaştan İngiltere galip çıkmış gibi görünse de Osmanlı ve İngiliz imparatorluklarının kaderleri arasında kayda değer benzerlikler vardır. Sonuçta birisi tamamen kontrolsüz ve zoraki çekilirken diğeri kontrollü olarak çekilmiştir. Çekildikleri topraklarda ise en azından kültürel bir miras bırakmıştır. Eski İngiliz sömürgelerinde belirgin bir İngiliz kültürü etkisi vardır. Bir çoğunda araçlar bile soldan gider.

Osmanlı'nın zoraki çekildiği topraklarda durum nasıldır ? Osmanlı kuşkusuz istediği siyasi yapılar bırakarak çekilmedi. Kimse de ona sormadı. Bıraktığı topraklarda büyük bir insani ve kültürel soykırım yaşandı. Yeni kurulan devletlerin ulusal varlıklarının anlamlı bir hale gelebilmesi için Osmanlı düşmanlığı pompalandı. Arap ülkelerinde, Balkan ülkelerinde, hatta Türkiye'de hep aynı politikalar devredeydi. Osmanlı coğrafyasında herkes Osmanlıya karşıydı. Daha önemlisi herkes birbirine de karşıydı. Çünkü her birinin, "tarihin derinliklerine dayanan" küçük devletler ve uluslar oluşturmaları gerekiyordu.

Osmanlı sistemi, gerektiği zaman geri çekilme esnekliği göstermekte geç mi kalmıştı? Yoksa geri çekilmesi zaten gerekmiyor muydu ? Bunlar siyasi tarihçilerin tartışması gereken konular. Burada daha önemli bir konuya, bugün Osmanlı coğrafyasında bulunan ülkelerin durumuna değinmek istiyorum. Artık kriz dönemlerine has ulus devlet asabiyetlerinden kurtularak kültürler arası ilişkileri değerlendirmenin zamanı gelmiştir. Osmanlı barışından yana olmayan çevreler buna "Yeni Osmanlı" hareketi diyorlar. Fakat bu gibi yakıştırmalar, eski Osmanlı topraklarında yaşayan sıradan insanların duygularını yansıtmıyor.

IRCICA Başkanı Halit Eren'den duymuştum. Makedonya'da düzenledikleri bir sempozyuma Makedonya devlet başkanı katılmış ve şunları söylemiş ; "İlk çağlardan beri Makedonya, Osmanlı devri kadar uzun bir huzur devri (350 yıl) yaşamadı". Birçok Balkan ülkesinde, Ortadoğu'da benzer manzaralarla karşılaşıyoruz. Türklere karşı sevgi ve sempati duygularına şahit oluyoruz. Geçtiğimiz 100 yıl, ondan önceki 500, Selçukluları sayarsak 700 -800 yıldan, şüphesiz daha kısadır. Modernizmle atbaşı giden ulus devlet kapalı kültürü, yerini, daha açık bir dünyaya bırakmaktadır. Önyargılardan kurtuldukça ortak noktalar daha kolay göze çarpmaktadır.

Türkiye'nin Demirperde yıllarından sonra kapılarını çevre ülkelerine açması, vizeleri kaldırmaya çalışması "Osmanlı hayali" veya "kaybedilmiş topraklara" dönüş gibi algılanmamalıdır. Bu her şeyden önce Osmanlı sistemine uymaz. Klasik Osmanlı sistemi gevşek bir kontrole dayanır ve günümüzdeki sistemlere benzemesi modernleşme süreciyle alakalıdır. Günümüzdeki devlet yapılarına bakarak Osmanlı hayali kurmak, Osmanlıyı tanımamaktan kaynaklanan bir yanılsamadır.

"Kaybettiğimiz topraklar" söyleminde doğruluk payı vardır. Çevremizdeki ülkeleri, toprakları nice yıllar var ki kaybetmişizdir. Eğitimde düşmanca tarih dersleriyle, yüksek gümrük duvarlarıyla, silahlanma yarışıyla kaybetmişizdir. Şimdi kapıları açarak insanları kazanmanın zamanıdır. Kazanmayı siyasal hakimiyet açısından değerlendirmek ya marjinal bir ulusalcı bakış olur veya iyi ilişkileri baltalama girişimi.

Osmanlı mirası, bölge ülkeleri ve halkları arasında iyi ilişkiler kurmak için gayet faydalı bir ortak zemin oluşturmaktadır. Bundan faydalanmamak yakın tarihteki hataların bir süreği olacaktır.