Katili anlamak...

Sessizdik ikimizde. Gencecik Şumulik’in İsrail’in Lübnan’ı işgal ettiği 1982 saldırısında katile dönüşünü izledik. Ağzımızı bıçak açmıyor olmasının nedeni, ‘Lübnan’ filminin yönetmeni Samuel Maoz’un gerçekten de Şumilik olduğunu bilmemiz. Maoz,
‘O savaşta ben katil oldum ama benim bir yanım da öldü’ diyor.

Filmi seyretmeye başlarken yan yana oturuyorduk, hikâye ilerledikçe anne-kız birbirimize iyice sokulduk. “Demek ki Falanjistlerden uzak durmalıyım,” dedi Lise 2. sınıfı Beyrut’ta okumak için yol hazırlıkları yapan kızım. İçinde yaşayacağı toplumun yakın tarihini öğrensin diye,  Sabra ve Şatilla katliamlarında, Falanjistlerle İsrail Ordusunun kanlı ortaklığını anlatmıştım ona. Maoz’ın filminde de söz ediliyor onlardan. “Peki nereden bileceğim kimin kim olduğunu?” diye sordu, “Falanjistler genellikle Maruni Hıristiyanlardan, ama sen yine de orada kimseyi, dini ya da etnik kimliğine göre değerlendirme, hatta bunu sorma bile” dedim ona. “Sonuçta hepimiz bize dayatılan değerlerin kurbanı da oluyoruz. Şumulik bir katil olmayı ister miydi?”

Devletlerin kurucu değerleri olur. İsrail Devleti’ninse kurucu travması var, insanlık tarihinin en ağır acısının, soykırımın travması. Travmalar, mantıklı düşünmeyi sağlayan üst beyini devreden çıkartıp, hayatta kalma içgüdüsünü düzenleyen alt beyin kısmının çalışmasına neden oluyorlar uzmanların dediğine göre. Belki de bu yüzden, devlet kurarken, haklı olarak kendilerinin ‘vatansız bir halk’ olarak tanımladılar ama ‘Filistin’in halksız bir vatan olduğu’ yalanına inandılar.

Bütün tarihleri boyunca, çocuklarına ‘dört taraflarının düşmanlarla çevrili olduğunu’, hayatta kalmak için ölmek ve öldürmek zorunda olduklarını anlattılar. Devletin tüm ideolojik aygıtları bu değerleri öğretmek için seferber edildi. Doğrusu, savaştıkları devletler ve gruplar da bu fikirleri perçinleyecek eylemlerden kaçınmadılar.

Kelimeler pespayeleştirildi sonra. Çalınan Filistin toprakları üzerine para-militer güçlerin kurduğu ve uluslar arası hukukun yasakladığı kolonilerin adını masumlaştırılıp  “Yahudi yerleşim birimi’ oldu, Taş atan Filistinliler, otomatik silahlarla öldürdüklerinde ‘çatışmada’ ölmüş sayıldılar.

Şimulik’in komutanı ona diyor ki, “Fosfor bombası var bu tankta. Ama Fosfor bombası kullanmak yasak.

O yüzden onlara sis bombası diyeceğiz.”
İsrail’de üniversiteye gidebilmek için önce askere gitmek gerekiyor. Askere gitmeyi reddetmek mümkün ama ağır bir sosyal ölümden başka bir şey değil. 20 yaşının üstündeki hemen herkes en az bir kez savaşa gönderildi o memlekette. Savaşın zaten kendisi kuralsız ve acımasız. Düşünsenize, genceciksiniz, elbette korkuyorsunuz, elbette hayatta kalmak istiyorsunuz. Ruhunuz zaten hazırlanmış ateş etmeye ve komutanınız kulağınızın dibinde bağırıyor, “vur..vur..” Hayır diyebilir misiniz? Size vur dedikleri insanları, ‘terörist’ ya da ‘hedef’ olarak tanımlayıp insanlıklarından soyutlamışlar bir kere.

İsrail’in kurucu ideolojisinin başka bir özelliği de barıştan korkmak. Laikler, askere gitmeyen ve vergi vermeyen Ortadokslardan bu kadar haz etmezken, bazı yerlerde Batı Yahudileri, Doğu Yahudileriyle çocuklarını aynı okula göndermek istemezken, Etiyopya göçmenleri hala derilerinin rengi nedeniyle kabul görmezken ve Doğu Bloğundan gelen Yahudiler toplumun bir parçası olarak kabul edilmezken, barış olursa bir gün, nasıl baş edeceksiniz bu ayrışmayla? Ama İsrail Devleti’nin kurucu ideolojisinin savunucularının unuttuğu bir gerçek var, sizden olmayanı insanlığından soyutlamayla başlayan süreç, orada kalmaz, giderek yaygın bir alışkanlık haline gelir bu. Önce yalnızca Araplara düşmanken, sonra, tüm yabancılara ‘düşman’ olursunuz.

Kendi içinizden çıkıp ‘biz yanlış yapıyoruz’ diyenlere de ‘hain’ damgası yapıştırırsınız. Suçlarınızla yüzleşme cesaretiniz olmadığı için,  çocuklarınızı başka fikirler duymaya kapalı hale getirirsiniz. “Dünkü bebeklerden katiller yaratırsınız.”

İsrail Başbakanlarından Golda Meir’in bir sözü var, “Çocuklarımızı katil olmak zorunda bıraktıkları için Araplardan nefret ediyorum.” Oysa çocuklarınız katil olmak zorunda değil. Onların, anlaşılmaya, korkularından arındırılmaya, Devletlerinin dayattığı ideolojiden farklı değerlendirilmeye, Moaz gibi geçmişle yüzleşmeye, insanlık ailesinden kabul görmeye ihtiyacı var. Hem kendileri için, hem toplumlarının ırkçı olmayan geleceği için, hem barış için, hem de içine yuvarlandığımız barbarlık sarmalından kurtulmak için.

 

 Kaynak: Radikal