Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’in Katar’a karşı hamlesi süratli oldu. Bu hamle, hackerlar tarafından Katar’ın resmi haber ajansının internet sitesine konulan sahte haberlerin ardından gerçekleşti. Bu sahte haberler, bu üç Körfez ülkesinin, Suudi Arabistan ve BAE kontrolündeki TV kanallarında bir medya kampanyası başlatmasına da yolu açtı.
Katar aynı zamanda hem Hamas’a ev sahipliği yapmakla hem Müslüman Kardeşleri desteklemekle hem Hizbullah’a arka çıkmakla hem İran ile yakın bağlara sahip olmakla hem Suudi Arabistan’ın içerisinde fesat tohumları ekmekle ve tüm bunlar sırasında İsrail ile yakın ilişkilerini korumakla suçlandı. Bunların hepsini aynı anda yapabilmek için bir sihirbaz olmak gerekiyor.
Bu iddiaların tutarsızlığı ise pek önemsenmedi. Suudiler ve BAE’dekiler iki hedef gruba hitap ediyordu: Orta Doğu’daki çatışmaya salt terörle mücadele penceresinden bakan Batılılar ve liderlerinden biri İran ya da İsrail ile konuştuğu anda gözleri dönen Körfezliler.
Pazartesi günü, barış zamanında uygulanması pek alışıldık olmayan biri dizi yaptırım ilân edildi: Diplomatik ilişkilerin kesilmesi; tüm sınırların, deniz ve hava sahasının kapatılması, yaptırımlara katılan ülkelerin vatandaşlarının Katar’a seyahatlerinin yasaklanması ve tüm Katarlılar ile Katar’da ikamet edenlerin yaptırıma katılan ülkelere seyahatlerinin yasaklanması. Bunlar, savaş alanında dahi başvurulmayan yaptırımlar ve uluslararası havacılığın tüm normlarını ihlâl ediyorlar.
Tüm bu yapılanların bahanesi olarak terörist gruplara ve radikal İslamcı ideolojiye sağlanan finansmanın kesilmesi arzusu ortaya kondu. Ancak nedense, en dikkat çeken talebin bu meseleyle hiçbir alakası yoktu: Al Jazeera medya ağının kapatılması. Bu talep, bu özgün haber kanalı 1996’da faaliyete başladığından beri, en başta Suudi Arabistan olmak üzere, birçok Arap devletinin gözettiği bir şeydi.
Al Jazeera, Arap medyasını istihbarat örgütlerinin ve güvenlik kuvvetlerinin doğal uzantısı olmaktan çıkarıp şeffaflık, hesap verebilirlik ve demokrasi değerlerine sahip çıkan bağımsız bir sektöre dönüştürdü. Bu da tam olarak birçok Arap rejiminin korktuğu şeydi.
Al Jazeera, Katar’ın şu an karşı karşıya kaldığı suçlamalara oldukça alışık, çünkü bu suçlamalar kendisine karşı yapılıyor. Al Jazeera daha önce de Hizbullah ile aynı safta olmakla, İslamcı grupları desteklemekle ve İsrail ile yakın ilişkilere sahip olmakla suçlandı.
Al Jazeera’nin haber yayını yaptığı en önemli hadise, 2011’deki Arap Baharı’ydı. Bu, diktatörlük yönetimi altında doğan ancak internet çağında büyüyen yeni bir nesilin hayalleri ve talepleri ile süren politik bir depremdi. Genç insanlar o hayallerini gerçeğe dönüştürmek üzere sokağa çıktılar, ağlar oluşturmanın gücünü kullandılar ve dünyanın farklı yerlerindeki diğer gençlik gruplarının deneyimlerinden dersler çıkardılar. Bu dinamik ne partizandı ne mezhepçi ne de ideolojik.
Rejimleri devirmenin en kolay adım olduğu görüldü. Çünkü bu köhnemiş rejimlerin yapısı, en yüksek seviyede yolsuzlukla ve yozlaşma ile dolmuştu. Konsensüs inşa etmek ve devleti demokratik temeller üzerinde yeniden inşa etmek çok daha zordu. Genç insanlar tek başına bunu yerine getiremediler. Körfez’in tüm servetiyle finanse edilen devrim karşıtı güçler kontrolü tekrar ele aldı.
Ayrımı ortaya koyan şey zenginlik oldu. Devrimler Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi fakir ülkelerde patlak verirken zengin ülkeler karşı devrimin arkasında durdular. Katar’ı kuşatan üç ülke, 2013’te Mısır’da gerçekleşen darbeyi finanse etti ve Abdelfettah el-Sisi rejimine arka çıktı. Ayrıca Libya’da General Khalifa Hafter’ide finanse edip silahlandırdılar ve Arap Baharı’nın kuvvetlerine açıktan savaş açtılar.
Katar kendisini bu politikalardan uzak tuttu. Katar bir demokrasi değil ancak Arap Baharı’na düşman da değil. 2014’te yine bu üç ülke Doha’dan büyükelçilerini geri çekip sınırları kapatma tehdidinde bulununca Katar’a karşı yaşanan ilk kızışmanın arkasındaki sebep de buydu. Katar’ın Sisi rejimini desteklemesini, Müslüman Kardeşler ile mücadele etmesini ve Al Jazeera’nin bağımsızlığını kısıtlamasını istediler.
Barack Obama yönetimi böyle çatışmalara pek sıcak bakmadığı için bu kriz büyümedi. Bugünkü aksi durum ise Katar’ın hasımları tarafından iyi değerlendirildi. Donald Trump, attığı tweetlerde Katar’ı izole etme hamlelerinin, geçtiğimiz ay kendisinin 40 Müslüman ülkenin liderine hitap etmesinin meyveleri olduğunu söyleyerek durumu sahiplendi.
Şu anki ihtilafın, terörizmin ya da radikal ideolojilerin finansmanıyla alakası olmadığı gibi Katar’ın İran yönelimiyle hiç alakası yok. Bu, eski bir kavganın kaldığı yerden devam etmesi: Orta Doğu’daki eski düzenin restore edilme hazırlığı için bağımsız bilince sahip tüm kaynakların kurutulması söz konusu. Ancak bu sefer eski düzenin, terörle savaşın ortaya çıkardığı çetin yeni güvenlik kuvvetleri ve ABD’nin tüm değerlerini bir kenara atmış bir başkandan gelen desteği var.
Fakat biz terörle daha fazla zulüm uygulayarak mı mücadele edeceğiz, yoksa tarihten ders mi çıkaracağız? Gerçek şudur ki diktatöryal ve yozlaşmış rejimler, bölgedeki aşırıcılığın kuluçkasıdır. Özgürlüklerin kısıtlandığı ve insan haklarının ihlal edildiği on yıllar, cihadçı gruplara nefes sağladı. Bu rejimler hukukun üstünlüğünü ayaklar altına alırken, hâlâ ABD’nin desteğini almanın keyfini sürdüler. Bunun sonucu olarak da Orta Doğu çatışmaların ve istikrarsızlıkların içine batmaya devam etti.
Orta Doğu’yu terörizmi üreten temellerin üzerinde yeninden inşa etmemeliyiz. Gençlerin hayallerine ayak uydurmalıyız. Bu, ütopik veya gerçekdışı durabilir ancak en azından tökezlemek yerine ileri adım atmış oluruz.
Kaynak: theguardian.com / Wadah Khanfar
Dünya Bülteni için tercüme eden: Deniz Baran