Karpuzlar Obama'ya fazla geldi

Barack Obama'nın başkanlık koltuğuna oturduğu ocaktan beri başında bulunduğu yönetim bir dizi baş döndürücü dış politika girişimi başlattı.

Rusya'yla 'reset düğmesine bastılar', İsrail'le Filistinliler arasında iki devletli çözüme yönelik ciddi tutum sergilediler ve Afganistan'la Pakistan'daki çabaları iki katına çıkardılar. Obama İran'a da elini uzattı, Müslüman dünyaya hitaben önemli bir konuşma yaptı, iklim değişikliği konusunda gaza bastı ve nükleer silahlar konusunda ciddi indirimlerden dem vurdu.

Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Başkan Yardımcısı Joe Biden geçen hafta gündeme birkaç madde daha ekleyiverdi: İran nükleer silah üretirse ABD'nin Ortadoğu'daki güvenlik şemsiyesini genişletebileceğinden söz ettiler, ABD'nin Asya'daki güvenlik taahütlerini bir kez daha teyit ettiler ve biraz ihtiyatla da olsa Gürcistan'ın tartışmalı Devlet Başkanı Mihail Şaakaşvili'ye sıcak mesajlar gönderdiler. Ve Clinton'ın Dış İlişkiler Konseyi'nde daha önce yaptığı konuşma, ABD'nin aktif katılımı olmaksızın hiçbir şeyin kotarılamayacağını düşündüğünü açıkça ortaya koydu; Clinton ABD'nin hiçbir şeyi tek başına yapamayacağını vurgulamayı da ihmal etmedi.

AB bile işbirliğine yanaşmadı
Bu girişimler (ve Obama'nın şahsi karizması) Amerika'nın zedelenen imajını onarmak konusunda belli bir mesafe alınmasını sağladı. Pew Küresel Tutumlar Projesi'nin geçenlerde yaptığı araştırma, dünya çapında, özellikle de Amerika'nın Avrupa'daki müttefikleri arasında ABD'nin imajında önemli bir iyileşme olduğunu gösteriyor.

Fakat dünya çapında insanların ABD'ye daha 'olumlu' bakıyor olması, hükümetlerinin de aynı tutumu takınıp Washington'a ne isterse vereceği anlamına gelmiyor. Aksine, Obama'nın hevesli gündeminin hatırı sayılır direnişle karşılacağına dair işaretler belirdi bile. Hindistan ve Çin Obama'nın iklim değişikliği anlaşmasıyla ilgili önerilerine katılmıyor ve bu da bütün projenin tehlikeye girmesi demek. Afgan ve Pakistan hükümetleri ABD'nin Orta Asya stratejisi konusunda çekinceler beyan ediyor ve geçmiş deneyimler, iki hükümetin de cihat meselesinin üzerine gitmek konusunda Washington'a karşı dürüst davranmayacağını gösteriyor. Kuzey Kore meydan okumayı sürdürüyor ve İran Obama'nın yumuşama adımına mukabele edeceğine dair hiçbir işaret vermiyor.

İsrail yerleşimler konusunda ayak diriyor ve Amerika'nın Arap dostları iki devletli çözüme doğru gerçek bir ilerlemenin yokluğunda, sadece laflar üzerinden İsrail'le ilişkileri normalleştirmeye başlamak konusunda gönülsüz. Avrupalılar bile ABD yönetiminin ekonomik krize koordineli karşılık verme önerilerine soğuk bakıyor ve kilit önemdeki NATO müttefikleri Afganistan'da ABD daha fazlasını yaparken bile daha azını yapıyor. Somali veya Sudan gibi sorunlu bölgeler hâlâ hiç olmadığı kadar çetrefilli. Daha Meksika'daki uyuşturucu şiddetinden veya Latin Amerika'nın diğer kesimlerindeki Amerikan karşıtlığından söz etmedim bile.

Verilen sözler tutulmuyor
Dahası, topu birçok farklı cephede aynı anda sürme çabası da kendine özgü riskler barındırıyor. Özellikle de Washington'ın gündeminin bir kısmına veya tamamına karşı olan hükümetlere aleni bir karşılık verme imkânı sunuyor: "Hayır işte o kadar" diyebiliyorlar. Ben buna 'inat' stratejisi diyorum ve bence bu, egemen bir gücün iradesini dayatmasını engellemek konusunda zayıf devletlerin tuttuğu ortak bir yol. ABD'nin başka bütün ülkelerden daha güçlü olmayı sürdürdüğü bir dünyada, pek az devlet Washington'la doğrudan bir güç sınamasına girmek istiyor. Fakat Amerika'nın gücü basitçe parmağını kaldırıp herkese istediğini yaptırabilecek kadar sınırsız da değil.

Neden böyle değil? Çünkü güç uygulamak bizzat masraflı ve bir bölgede ne kadar çok güç uygularsanız, başka yerlerdeki karşıtlarınızın elinin rahatlaması o kadar muhtemel hale gelir. Bir gün hâlâ sadece 24 saat ve Beyaz Saray her meseleye aynı dikkati ve siyasi sermayeyi vakfedemez. Obama'nın istediğini yapmak istemeyen devletler bu sayede erteleyebilir, tereddüde düşürebilir, şaşırtabilir, ayak direyebilir ya da hayır deyip işin içinden çıkabilir. Çünkü ABD'nin şu an için kendilerine boyun eğdirecek veya eğdirse bile devamını getirip kontrol edebilecek kaynaklara, dikkate, daimi güce veya siyasi iradeye sahip olmadığını bilirler.

Daha da iyi bir taktik (ABD'nin bir dizi yakın müttefiki bu taktiği kusursuz-laştırmıştır) Amerika'nın isteklerine itaat ediyor numarası yapıp bir yandan kendi gündemini ferah feza ilerletmektir. Bu taktik sayesinde NATO müttefikleri savunma çabalarını artırma sözü veriyor, fakat daha fazlasını yapmayı asla beceremiyor; İsrail yerleşim inşa etmeyi durduracağına söz veriyor, fakat yasadışı yerleşimler her nasılsa artamaya devam ediyor; Filistinliler reform taahhüt ediyor, fakat bir arpa boyu yol gitmiyor; Pakistan bir eliyle cihatçıları bastırıyor, diğer eliyle besliyor; İran müzakereyi kabul ediyor, fakat uranyum zenginleştirmeyi sürdürüyor; Çin telif hakkı ihlallerinin üzerine gideceğini söylüyor, fakat sorun büyüyerek sürüyor vs.

Clausewitz'e kulak verelim
Savaşa Dair kitabında Carl von Clausewitz'in savaşın 'sürtünme kuvveti' diye kavramsallaştırdığı durumu tarif edişi pek ünlüdür: Küçük küçük engeller ve kazalar silsilesi birikip öyle bir noktaya gelir ki, en basit hedeflere ulaşmak bile son derece zorlaşır. Aynı sorun dış politikada da ortaya çıkabilir: Her şeyin basit göründüğü anda bile 'en basit şeyler fena halde zorlaşır'. ABD'nin yapmaya çalıştığına karşı çıkan devletlerin, bu sürtünmeyi, fiili bir kriz çıkarmaksızın artırmak için yapabileceği tonla şey var. Diğer bir deyişle, Obama'nın dış politikası ciddi bir kapışmayı kaybettiği için değil, sırf bir zayıf aktörler silsilesi didikleye didikleye mecalsiz bırakmayı becerdiği için çuvallayabilir. Bu senaryoda yenilmiş olmaz, sadece 'ördekler tarafından gagalanarak öldürülür'.

Obama göreve enerjiyle, yeni bir vizyonla, deneyimli bir ekiple ve uzun bir 'yapılacaklar' listesiyle geldi. Fakat hızlı ilerleyişin bir süredir yavaşladığı hissedilebiliyor, bu da karşıtları daha güçlü ayak diremek ve Obama'nın yoluna engeller çıkarmak konusunda cesaretlendirecek. ABD her şeyi aynı anda yapmaya çalışmayı sürdürürse, öngörülen dış politika başarılarının çok daha mutevazı kalması gerçek bir tehlike haline gelir. Hangi hedeflere gerçekten ulaşabileceklerine ne kadar erken karar verirlerse, başarı kaydetmeleri de o kadar muhtemel olacaktır. Ve şu an kaydedilebilecek birkaç elle tutulur başarı, belki de gündemdeki diğer maddeleri daha sonra daha kolay kotarılabilir kılacaktır. (27 Temmuz 2009)

Kaynak: Radikal