Kardeşin duymaz, eloğlu duyar

Yıl 1980, güz aylarıydı. Türkiye'de 12 Eylül askeri darbesi henüz olmuştu. Hükümet devrilmiş, partiler kapatılmış, Meclis dağıtılmış, Anayasa askıya alınmış, Başbakan Süleyman Demirel, ana muhalefet CHP lideri Bülent Ecevit ve diğer parti liderleri gözaltındaydı.

Onbinlerce kişi, halkı canından bezdiren çatışmalardan sorumlu tutularak gözaltına alınıyor, çoğu ağır işkenceler altında sorgulanıyor, bu sorgularda ölüyor, Türkiye karanlık günlerden geçiyordu.

Yaşanan trajedilerin haberi yapılamıyor, kıyısından köşesinden duyurmaya çalışan gazeteler kapatılıyordu. Radyo ve televizyon zaten devlet kontrolündeydi. Türkiye'de olan bitenler ancak yabancı radyoların Türkçe yayın servisleri aracılığıyla kısıtlı olarak öğrenilebiliyordu. Yapabilenler, Avrupalı parlamento üyelerine ulaşmaya, Türkiye'nin durumunu anlatmaya çalışıyorlardı.

Askeri yönetimin ilk siyasi kararı, Yunanistan'ın (1974 Kıbrıs harekâtına tepki olarak ayrıldığı) NATO'nun askeri kanadına dönüşüne izin vermek oldu. Böylece, aslında tıpkı NATO'ya olduğu gibi (o zamanki adıyla) Avrupa Ekonomik Topluluğu'na Türkiye ile birlikte alınması planlanan Yunanistan'ın Türkiye'deki darbeyle zaten artan şansı hızlandırılacak, 1981'de hiç hazır olmadığı halde, Türk tehdidi gerekçesiyle topluluğa üye yapılacaktı.

Ama henüz 1980 güz aylarıydı. Yunanistan'ın Midilli adasında Yunan solcuları Türkiye ile dayanışma konseri düzenlemişti. Yunanistan'daki 1974 askeri darbesine karşı direnişin simgelerinden Maria Faranturi ile Zülfü Livaneli söylüyorlardı.

Konser bitti, Livaneli karmakarışık duygular içinde sahile indi. Karşı kıyıda Türkiye'nin ışıkları görünüyordu. O ise askeri yönetimin arananlar listesindeydi,  ülkesine giremiyor, karşı kıyıya ulaşamıyordu.

Oturdu, yazmaya başladı:

"Susarlar sesini boğmak isterler/ Yarımdır kırıktır sırça yüreğin/ Çığlık çığlığa yarı geceler/ Kardeşin duymaz eloğlu duyar "Çoğalır engeller yürür gidersin/ Yüreğin taşıyıp götürür seni/ Nice selden sonra kumdan ötede/ Kardeşin duymaz eloğlu duyar

"Yıkılma bunları gördügün zaman/ Umudu kesip de incinme sakın/ Aç yüreğini bir merhabaya/ Kardeşin duymaz eloğlu duyar"

Livaneli, İsveç'te siyasi sığınmacı olarak yaşıyordu. Şarkı, daha 1982'de Faranturi ile yayımladıkları bir albümle meşhur olmadan önce, kaçak kasetlerle el altından dinlenmeye, 12 Eylül günlerinden bunalan insanlara bir nefes teselli ve umut vermeye başlamıştı bile.

12 Eylül bitti, Livaneli döndü, kıymeti bilinen bir yurttaş oldu, Meclis'e girdi. O da, o günleri acıyla yaşayanlar da, kardeşin duymadığı yerde eloğlunun duymasının önemini unutmadılar.

Demokratik dayanışma sınır tanımaz. Önemlidir. Özellikle insan hakları, insan hayatı söz konusu ise çok önemlidir. Birleşmiş Milletler sözleşmesinin ruhu, hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda demokratik uyarıların ülkelerin içişlerine karışma sayılmayacağını söyler.

Avrupa Birliği, uluslararası bir sistem olan BM'nin de ötesinde uluslarüstü bir sistem; bir egemenlik  paylaşımı projesi. Dolayısıyla AB'nin ve üyelerinin kendilerine katılmak isteyen Türkiye'deki demokrasi sorunlarıyla ilgilenmelerinde yanlış olan bir şey yok.

Yanlış olan, demokratik dayanışma ile, ülke içi sorunları dış baskıya dayanarak, onu hakem yerine koyarak çözme çabası arasındaki ince çizgiyi kaçırmak.

AK Parti aleyhine kapatma davası açılması, pandoranın kutusunu da açtı. AB'den gelen ilk tepkiler, demokratik dayanışma çerçevesinde bir uluslararası farkındalığın oluşması açısından o çizginin güvenli tarafında idi. Ancak AK Parti'nin etkili isimlerinin Türkiye'deki yargıyla sorunlarını dışarıyı hakem yaparak çözme eğilimi, AB'den gelen açıklamaların da çizgiyi aşmasına neden oldu. Neyse ki karşı tepkiler üzerine AB yetkilileri, Türkiye'deki laik sisteme ilişkin endişeleri de dinlemeye ve yargının üzerine gitmenin ters tepeceği gerçeğini belki de çoğu AK Partiliden daha iyi anlamaya başladılar. İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband'ın dünkü Milliyet'te yayımlanan (ve Kraliçe Elizabeth'in ziyareti öncesindeki tutuma göre daha dengeli) yazısı bunu gösteriyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan'a düşen, uluslararası demokratik dayanışma ile, yönetiminde bulunduğu ülkenin, Türkiye'deki sorunlarını dışarıya baskı uygulatıp hakemlik yaptırarak çözmeye çalışmak arasındaki ince çizgiyi gözetmek. Birincisi, sağlıklıdır, ikincisi bugünkünden daha karmaşık sorunlara yol açabilir. Çünkü Türkiye'deki durumun artık eloğlu da farkında, kardeş de farkında.

Kaynak: Radikal