27 Nisan "Geceyarısı Bildirisi"nin muhtıra olup olmadığı kararını, muhtemeldir ki, hep birlikte bu hafta içerisinde vereceğiz. Bildirinin kendisi de içeriğini ucu açık bırakıyor. "TSK bu tartışmalarda taraftır. Gerektiğinde tavrını ve davranışını net bir şekilde ortaya koyacaktır." cümlesini gelişmelerin içine yerleştirirsek, herhalde şunu anlamamız gerekiyor:
"Bizler cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde tarafsız siyasete ağırlığımızı koyuyoruz. Eğer bu ağırlığı dikkate alıp, Gül'ün cumhurbaşkanlığını engellemezseniz, bu sefer müdahale ederiz."
Bildirinin cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale amacı taşıdığı açık olduğuna göre, bu hamlenin bir sonuç doğurması gerekiyor. Beklenen sonuç Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmamasıdır. Ama hükümet kanadının direnişi sürdürdüğü, başka bir engel çıkmaz ise Gül'ün Çankaya'ya çıkacağı görülüyor. 7 Nisan Bildirisi'nin "muhtıra" olarak tarihe geçmesi için Abdullah Gül'ün adaylıktan çekilmesi gerekiyor. Anayasa Mahkemesi'nin, 367 itirazını kabul etmesi durumunda, yine bildiri, bir muhtıra niteliği kazanamayacaktır. Çünkü Gül'ün cumhurbaşkanlığını askerler değil, yüksek mahkeme engellemiş olacak.
Anavatan ve DYP, bildirinin muhtıralaşmasından en çok zarar gören iki parti olacak. Zira bu bildirinin muhtıra haline gelmesini engelleme gücü, CHP dikkate alınmazsa onların elindeydi. Bu iki parti, çöken demokrasinin altında kalacak. Asıl önemlisi AK Parti'nin tavrı. AK Parti, havlu atar ve minderden çekilirse, bildirinin muhtıralaşmasına boyun eğmiş olacak. 2002'den beri Türkiye'nin yaşadığı farklı süreçler bir yerde birikti. Bu birikimin bir nitelik dönüşümüne uğrayacağı karar anını yaşıyoruz. Biri, demokrasi sayesinde güçlü, saygın ve zengin bir ülke haline gelmek. Tandoğan'ın akabinde, Çağlayan Mitingi, demokrasinin kendi dengelerini sağlıklı bir şekilde kurabildiğini gösteriyor. AK Parti o manzaraya bakarak kendine çekidüzen verecek; sol kendi siyasi önderliğini o manzaradan çıkartacak.
Diğer tarafta karanlık geri ve kirli bir dünya var. Elinde silah bulunanların sözünün, halkın sözünden daha değerli olduğu, medeni bir ülke olamaz. İlerleyemez. Zenginleşemez. Devletin dünya üzerinde beş kuruşluk bir itibarı olamaz. Kendi bölgesinde bile asgari çıkarlarını koruyamaz. Kurda kuşa yem olur. Rasyonel bir yönetimi gerçekleştiremez. Kaba gücün hâkim olduğu toplumda, akıl, sığınacak bir alan bulamaz.
Türkiye, Büyük Millet Meclisi'nin söz sahibi olduğu bir karar için ülkenin silahlı gücünden bir tehdit altında. Bu tehdide boyun eğmek, yol açtığı sonuçları itibarıyla bir askerî müdahale statüsüne çevirmek demektir. Türkiye'nin kamil bir demokrasi ile yönetilmesi, aynı zamanda bir güvenlik önceliğidir. Türkiye bu önceliğini herkese karşı korumak zorundadır. Türkiye bugüne kadar dört askerî müdahale ile karşılaştı. Bu askerî müdahaleler için ağır bedeller ödedik. 27 Nisan Bildirisi'nin müdahale olarak tescili ve siyasî dinamiklerin bu müdahalenin baskısı altında biçimlenmesi ve ekonominin bu ağır baskının altına girmesi Türkiye için büyük bir felaket olacak. Geçmişte demokrasi içinde kalarak çözüm aramak ile bugün demokrasi sayesinde çözüm bulmak arasındaki fark üzerinde düşünmeliyiz. Kaybedeceğimiz şey sadece demokrasiden ibaret değil; bu sefer her şeyimizi kaybedeceğiz. Kaybedeceklerimizin arasında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bölgemizdeki caydırıcılığı ve halk nezdindeki itibarı da var. Bildirinin sahiplerine iadesi, Türk ordusunun aslî görevleri konusundaki gücünü ve saygınlığını da muhafaza etmek demek.
Anayasa Mahkemesi bugün veya yarın sabah, 367 konusundaki kritik kararını bu bildirinin gölgesi altında verecek. Bu geceyarısı bildirisinin yarattığı ilk büyük tahribat, yargının baskı altına alınması olacak. Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın "hukukun üstünlüğü"ne bağlı kalacaklarını vurgulaması, karar üzerindeki gölgeyi dağıtmaya yetmiyor. 27 Nisan Bildirisi, Türk devletinin ve milletinin alî çıkarlarının, hiç olmazsa kimin tarafından temsil edilmediğini gösteriyor. Geriye, bu bildirinin müdahale olup olmadığına karar vermek kalıyor. Türkiye işte bu karar anını yaşıyor.
Kaynak: Zaman