Karadeniz artık iç deniz olmaktan çıkıyor

Osetya krizinde yaşanan hareketliliğin gösterdiği gibi, Karadeniz'e kıyısı olan ülkeler NATO'yla bağlarını güçlendirdikçe, burası Montrö Anlaşması'nın getirdiği sınırlamaları hassas hale getirecek şekilde bir iç deniz olmaktan çıkıyor

NATO ve Amerikan gemilerinin Karadeniz'deki hareketlerinde ilgi çekici iki unsur var: Kuru gürültü ve provokasyon. İlkini Bourbon Deniz Kuvvetleri icat etti; etkinlik ve kararlılık göstergesi olarak geminin içinde denizcileri bir aşağı bir yukarı koşturuyorlardı. Bu yöntemin çağdaş versiyonuysa, deniz tatbikatları, kriz dönemlerinde kriz bölgelerindeki limanlara yapılan ziyaret tabir edilen hareketlerden oluşuyor. Provokasyon, kriz ve savaş çıkartılmasında bahane ve araç olarak filoların kullanılmasını öngörüyor. Ticari gemi olarak kamufle edilmiş ya da insani yardım sevkiyatı için kullanıldığı söylenen, ancak hassas veya yasak bölgelerde silah sistemlerini yerleştirmek üzere harekete geçen savaş gemilerinin kullanımı da bir o kadar eskidir.
Gürcistan nedeniyle ABD ve NATO'yla Rusya arasında ortaya çıkan krizle eşzamanlı olarak bahsettiğimiz bu iki unsur Karadeniz'de açıkça gözlenebilir. Hiç de güven verici bir durum söz konusu değil ve çözüm uzak. Gürcistan'a yardım taşıyan Amerikan gemileri birer savaş gemisi ve üstlendikleri rolün sadece insani amaç taşıdığına kimse inanmıyor: Bu gemiler, Rusların tahrip ettiği iletişim, radar ve uçaksavar sistemlerini yeniden kurma kapasitesine sahip. Güdümlü füzeleri caydırıcı güç ve ileri savunma oluşturmaya yeterli, ancak tehdit ve provokasyon da oluşturuyorlar. Karadeniz'e giren NATO sabit kuvvetlerinin 1. grubuna dahil gemilerin resmi görev tanımları, Köstence, Varna ve İstanbul limanlarını ziyaret. Bu zararsız faaliyet, 2007'de planlandı: Gürcistan'daki durum sonrası askıya alınsaydı, suların durulmasına katkı yapacaktı. Ancak bu seçenek gözönüne alınmadı ve şimdi, 'rutin' olarak gerçekleştirilen ve Bourbonların kargaşa çıkarma yöntemiyle eş değerdeki faaliyet, düşmanca bir tavır olarak algılanabilir.
Bu kadarla da bitmiyor.
Karadeniz açık ve özgür bir deniz değil. Karadeniz'e girebilmek için Çanakkale ve İstanbul Boğazları'ndan geçmek gerekiyor. 1936 tarihli Montrö Antlaşması, boğazlardan geçiş konusunda tonaj ve Karadeniz'e kıyısı olmayan ülkelere ait gemiler için geçiş izni istenmesi gibi sınırlamalar getiriyor. Türkiye muhafızlık yapmak zorunda, ancak pozisyonu her geçen gün daha da zorlaşıyor. NATO, bir süreden beri Karadeniz'i stratejik ilgi alanına dahil etti ve pek çok kez 45 bin tonu aşan tonajda gemileri Karadeniz'e sokma girişiminde bulundu. ABD, Montrö'nün getirdiği sınırlamaları pek hazmedemiyor; özellikle de Irak seferine gidecek gemilere Türkiye'nin geçişi engellemesinden beri. Karadeniz'e kıyısı olan ülkeler NATO'ya katıldıkça ve Kafkas petrolünün rotaları Karadeniz sınırlarından geçtikçe, burası bir iç deniz olmaktan çıkıyor. Bu denizi hâlâ iç deniz olarak kabul etmek isteyen kurallar direnç gösterse bile hassas durumda. Kıta istikrarsızlığının merkezini oluşturduğu için, Karadeniz'in savaş amaçlı kullanılması tehlikesinden yoksun olduğunu varsayan stratejik kavram artık ne Rusya'yı ne ABD'yi ne de NATO'yu ilgilendiriyor. Somut bir destek olmadan Amerikan baskılarına Türkiye daha fazla direnemeyecektir ve NATO içinde de kendini azınlıkta görüyor.

Rusya bunu iyi biliyor ve şimdi Gürcistan'dan ziyade Türkiye ve NATO'yu düşünüyor. Karadeniz'de hüküm süren kuralları değiştirme gibi bir niyeti yok; Gürcistan krizinin, Tiflis'in NATO'ya katılımını hızlandırılmasına ve boğazlar konusundaki antlaşmanın gözden geçirilmesine bahane oluşturana kadar kullanılmasına izin vermeye de niyeti yok. Ancak stratejisi açık değil ve son zamanlarda kimsenin kurallara uymadığının farkına varmamışa benziyor.

 

Kaynak: Radikal