Alman gazetelerinden birisinin muhabiri Türkiye"deki gelişmelerle ilgili olarak en son yapılan İstanbul Çağlayan"daki mitingin kendi kamuoyuna duyurulmasında yukarıdaki başlığı kullanmış. Evet, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi süreç, seçim günü mecliste temsilcisi bulunan muhalefet partilerinin demokrasi dışı müdahalelere olanak verecek tutumları, Genelkurmay"ın internet sitesinden gece yarısı yayımlanan muhtıra niteliğindeki açıklaması, bunun üzerine hükümetin ertesi günü Cemil Çiçek vasıtasıyla kamuoyuna açıkladığı cevabi görüşleri ve bütün bunların üstüne gelen Pazar günü Çağlayan"da gerçekleştirilen miting. Baş döndürücü hızda gelişen bu gelişmelere önce Avrupa Birliği"nin net cevabı ve ardından Amerika"dan gelen cılız tepki. Pazartesi günü itibariyle İstanbul Borsası"nın açılışında sekiz puanlık düşüş. Bütün bu gelişmeler ışığında Türkiye"nin durumunun dünya basınındaki yansımasını özetleyen manşet: "Kaosun eşiğindeki Türkiye"
Yukarıda ana başlıklarla vermeye çalıştığım gelişmeler son dört günde meydana geldi. Bu dört günün öncesiyse Kanaltürk televizyonunun aylar önce başlayan propaganda içerikli yayınlarına ve Cumhuriyet Halk Partisi"nin Cumhurbaşkanlığı seçimi süresince sürdürdüğü gerginlik politikasına dayanıyor. Buna bir de "merkez" sağ partileri olarak kamuoyunda isim yapmış ANAP ve DYP"nin Cumhurbaşkanlığı seçimine girilmesine dakikalar kala CHP yününe rota kırmasını da ekleyelim. Böylece kriz korosu tamamlanmış oluyordu. CHP"nin AK Parti hükümeti üzerinden bir kaos yaratıp bu durumdan fayda umma yolunu seçtiğini herkes kabul ediyor. Buna karşılık Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar gibi muhafazakar sağ seçmene hitap eden politikacıların bu süreçteki tutumlarına kamuoyunun bir anlam verme çabaları halen sonuçsuz kalmış durumda.
Demokrat Parti ve Adalet Partisi geleneğinin devamı olan DYP"nin başında bulunan Mehmet Ağar"ın derindeki ve yüzeydeki devletin reflekslerini iyi tanıdığını kabul ederek, Cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı tutumdan bir anlam çıkartılmaya çalışılabilir. Her ne kadar bu yönde bir işareti kamuoyu şimdiye kadar almamış olsa da... Şahsımın ve kamuoyunun büyük kısmının tutumunu gerçekten merak ettiği kişiyse Erkan Mumcu"dur sanırım. Mumcu"nun daha önceki birçok konuşmasınının bazı çevrelerce son derece demokratik ve olumlu bulunduğunu ve en azından benim gibi bir çok kimsenin konuşmalarına kulak kabarttığını biliyorum. İşte bu noktada Mumcu"nun son çıkışına hala bir anlam verebilmiş değiliz..
AK Parti"den ayrılması ve sonrasında Tayip Erdoğan"la ilişkilerindeki gerginlik sonucu şahsi duygularının Mumcu"yu bu yöne sevk edebileceği düşünülebilir. Ancak bu çıkarsama da gelişmelere bakılınca çok anlamlı görülmüyor olsa gerek. Kaldı ki, yapılan dedikolara bakacak olursak Mumcu seçimden bir saat öncesine kadar meclise girme fikrindeymiş. En azından grubuna bağlı milletvekillerini serbest bırakma kararındaymış. Ne olduysa olmuş ve son anda fikrini değiştirmiş.
Seçim sonrası süreçte tutumunu gözden geçirir diye umduğumuz Erkan Mumcu"nun son olarak Pazartesi günü itibariyle yaptığı açıklama beklentilerimizi boşa çıkardı. ANAP liderinin açıklamaları Cuma günü sergilediği tutumdan daha garip özellikler taşıyor ve daha da ileri giderek Abdullah Gül"ün adaylıktan çekilmesini dillendiriyordu. "Seçim seçim" diye ortalığı inleten bir siyasi parti liderinin en son yapması gereken şey, güç karşısında boyun eğmektir. Bu talebin bilinen, makul, mantıklı bir açıklaması olmasa gerektir. Erkan Mumcu bu tavrının sağ ve muhafazakar seçmen üzerinde nasıl bir etki yapacağını bilecek tecrübede ve yetenekte bir politikacıdır kuşkusuz.
Siyasal açıdan makul hiç bir seçenek kalmadığına göre, geriye kalan tek seçenek Mumcu"nun karşı koyamayacağı bir durumla muhatap olma ihtimalidir. Böyle bir durum varsa ve Mumcu"nun görüş değişikliklerinde böyle bir etki söz konusuysa durum çok vahim demektir. Hem Erkan Mumcu"nun kendisi açısından hem de Türkiye açısından. Çünkü bu şartlarda Türkiye"de seçim yapılmasının Erkan Mumcu"ya bu saatten sonra bir faydası olmayacaktır. Mumcu"ya faydası olmayacak seçimlerden en çok fayda sağlayacak parti de kuşkusuz Ak Parti olacaktır. Ak Parti"ye mesafeli duran bir çok insan daha şimdiden Ak Partili olmuş durumdalar. Bu şartlarda seçime gidilmesi meclisin aritmetiğini değiştirmeyeceği gibi, iktidar partisi lehine dönüşmesi de pek muhtemel görünüyor.
Peki, o zaman Erkan Mumcu"nun ve bilumum muhalefetin talebi olan seçim, Cumhurbaşkanlğı seçimleriyle ortaya çıkan düğümün çözümünde etkili olacak mıdır? Sorunun cevabı hayır gibi duruyor! Öyleyse son gelişmelerden geriye kalan tek bir sonuç var, o da ülkenin bir şekilde kaosa sürüklenmesine çalışıldığı, bilerek veya bilmeyerek başta CHP olmak üzere Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar"ın da buna katkı sağlamış olduğudur. Bundan kim ne fayda sağlar? Mevcut istikrardan hoşnut olmayanlar kimler olabilir?
Türkiye"deki bir takım olumlu değişmeler ve gelişmeler sonunda menfaat kaynakları kuruyan kimseler ancak bu durumdan hoşnut olmayacaklardır. Ve bu kimselerdir ki, ancak bu tip kargaşa ortamlarından bir şey elde etmeye çalışacaklardır.
Türkiye"nin son yıllardaki gidişatından hiçbir şekilde memnun olmayanların ülke içindeki yapılanmalarının uluslararası alanda destekçileri olduğu kesindir. Irak savaşı dolayısıyla Amerika"nın talebiyle meclise gelen tezkerenin reddedilmesi sonrası gelişen süreç, ülke içi dengeler bakımından da hayati öneme sahip görünmektedir. Tezkere sonrası dönemde Türkiye"nin bölge ve dünya ülkelerine yönelik diplomatik açılımları ve milli politikaları, Türkiye"nin soğuk savaş dönemi ilişklerinde de kırılmalara neden oldu. Soğuk Savaş dönemi ilişkileri bünyesinde Türkiye"de oluşan "derin yapı" tasviye sürecine girdi ve yeni açılımların eşiğine varıldı. Şimdi iç politika meselesi gibi gözüken birçok gelişmenin aslında bu bozulan ve kırılan yapılanmayla da ilşkilendirilmesi gerekmektedir.
Eski sistemin ağırlığının bitme nokrasına yaklaştığı bir ortamda lağvedilen sistemin kalıntıları giderayak belki de Türkiye"ye son bir darbe vurup Tezkere ve sonrasında Türkiye"de meydana gelen gelişmelerin bedelini ödetmek istiyor olabilir. Ancak bu süreçte sağduyu sahibi kimselerin de dikkatli olmaları zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü her şeyini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan birinden her türlü kötülük beklenebilir.
İşte bu şartlar içinde yüzbinlerce insanın katılımı ve coşkusuyla mitingler düzenleniyor Türkiye"de. Meydanlara toplanan kalabalıklar uzun bir propaganda sürecinin ve iyi bir organizasyonun sonucunda şehirden şehire nümayiş için koşuyorlar. Nümayişe katılanların sosyolojik tahlili henüz tam olarak yapılmamışsa da, bu konuda kamuoyu yüzesel bir bilgiye sahip durumda. Türkiye"nin "beyaz Türkleri" dediğimiz ayrıcalıklı kesimin önderliğinde yapılan bu gösterilerde siyasal anlamda CHP ve DSP gibi sol parti tabanları önemli bir katkı sağlamış görünüyor.
CHP"nin her şekilde desteklediği bu gösterilerdeki en yüksek katılım payının Türkiye"nin en büyük dini/mezhepsel azınlığı sayılan Alevilerce sağlandığı her nekadar basında yeterince dikkat çekici şekilde yer almasa da enteresan bir durumdur diye düşünüyoruz. Ankara"daki miting organizasyonuna katılan örgütlerin büyük kısmı da alevi örgütlerinden oluşuyordu, İstanbul"daki de. Ve katılımcıların neredeyse yarısının bu mezhepsel oluşuma mensup insanlardan oluşması araştırılması gereken bir başka durumdur sanırım.
Doğrusu Alevilerin Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından itibaren devlet yönetiminde önemli yerlere getirildikleri ve yeni laik eğitim sistemiyle birlikte okullaşma oranlarını üst düzeye çıkarıp bürokrasinin birçok kademesinde önemli mevkilere yerleştikleri bilinen bir gerçektir. Hayat felsefesi olarak da "laikçilerle" bir çok yönden ortak özelliklere sahip olmaları ve bürokrasinin birçok alanında önemli kazanımlar elde etmeleri "Kemalist" diyebileceğimiz elitist kadrolarla ortak tavır almaya ve onlarla bir nevi kader birliği yapmalarına yol açmış olabilir.
Kemalistlere ve alevi gruplarına son zamanlarda geniş bir taban bulan sağcılıktan ve solculuktan kırma yapıdaki ulusalcıları da eklersek miting alanının genel bir resmini çizmiş oluruz sanırım. Mitinge katılan insanların ortak paydası "korku" üzerinedir. Bu korku dalga dalga büyütülmüş olup, zamanla da semboller üzerinden somutlaştırıldı. Korkuyla hareket eden kitlelerin korkuları nasıl giderilecektir ve bu kitle psikolojisi nasıl normalleştirilecektir? Bunun yollarını aramak gerekmektedir. Ancak bu korkuyu kasıtlı olarak belli bir kitle üzerine yayanların da gerçek niyetleri bir şekilde ifşa edilmelidir.
Türkiye"de bir şeylerin değiştiği doğrudur ve bu değişim de daha çok olumlu istikamettedir. Buna katkıda bulunmak lazımdır ve bu değişimi de korumak lazımdır. "Namuslular en az namussuzlar kadar cesur olmak durumundadır" sözü çok doğru bir söz olup, haktan hukuktan, özgürlükten yana olanlar da en az bunlara karşı olanlar kadar dirayetli olmalıdırlar. Yoksa işimiz hiç de kolay olmaz ve emek sonucu ortaya çıkan birçok eserimiz, emeğimiz bir anda kaybolur.
Türkiye"yi kaosun eşiğine getirenlerin gerçek yüzlerini ve niyetlerini ortaya çıkarmak önemlidir. Dışarıya karşı da Türkiye"nin ciddi bir devlet olduğu ve ciddi kurumlarının bulunduğunu ispatlayacak eylemlerde bulunmalıyız. Millet olarak da olgunluğa eriştiğimizi ispat etmenin zamanını daha fazla geciktirmemelyiz. Bu konuda en önemli görev şu aşamada Anayasa Mahkemesi"ne düşmektedir.Umarız bu kaos ortamını daha da karmaşık hale getirecek bir karar almaz ve her vicdan sahibinin beklediği 367 toplantı yeter sayısı yapay argümanına pirim vermez. Bu sayede de o makamın gerçekten bir mahkeme ve karar verenlerin de gerçek birer hâkim olduklarına inanmış oluruz. "Ankara"da hakimler var" diyebilelim.Yoksa bundan sonrasını kestirmek kolay olmaz.
Umarız askerin internet sitesinde yer almış olan, bir rivayete göre de korsan olan, gece yarısı muhtırası, yayınlandığı andan şimdiye kadar olduğu gibi, gereken itibarı görmez ve aklıselim düşünce her kuruma ve insanımıza hâkim olur.