27 Mayıs da "Kanun diyerek kanun tepeleme" davranışından kurtulma bayramı olamadı. Menderes'i Kanun'u ihlâl ile suçlayanlar, 1961 Anayasası yürürlüğe konuncaya kadar 1924 Anayasası'na uyma gereğini duymadılar. Yirmi "bol acılı" yıldan sonra 12 Eylül "bayramı"na ulaştık. "Kanun diyerek kanun tepeleme" alışkanlığımız yine yerinde kaldı ve üstelik "müzminleşti". Hukukçularımızın kısm-ı a'zamı halen bu marazla aksırıp tıksırırlar, üstelik "üzerinize âfiyet Hukuk bilinci yokluğundan muztarib olmuşum" diyerek ellerini ağızlarına kapama basîretini dahî göstermeyip "hapşuu"larının ve salyalarının "çok yaşa!" diye alkışlanmasını isterler. Bunlardan bir kısmı gençliklerinde daha iyi görünürlerdi. Şimdi, daha da fütursuzca etrafa mikrop saçar oldular. Niçin? Çünkü Neyzen Tevfîk'in deyişiyle, bu davranışların tümü "maraz"dan değil, bir kısmı da "garaz"dandır. Bu maraz ehli; garaz ehlinin üretip beslediği virüslere bağırlarını açmış oldukları için böyle tıksırırlar. Garaz ehlinden olan rüesâ, kendi çıkarının ve konumunun gereklerine göre, değnek göstererek, tıksırık korosunu idare eder. Bu feci' yırtınışları ve tıksırışları; "Mûsıkıyy-i Hukuk Şaheseri", "Dokuzuncu'nun senfonisi" olarak alkışlayamam ey Azîzan, kusura bakmayınız! Tevfik Fikret; İttihatçılar'dan ümîdi kestiğinde şöyle diyordu: Kanun diyoruz, nerde o mescûd-i muhayyel? (secde edilen hayalî varlık?) / Düşman diyoruz, nerde bu? Haricde mi biz mi? / Hürriyyetimiz var! diyoruz, şanlı, mübeccel! / Düşman bize kanun mu, ya hürriyyetimiz mi? / Bir hamlede biz bunları kahrettik en evvel!
İttihatçılar Damad Salih Paşa'yı padişahdan zorla imza alarak asabiliyorlar, ne var ki bu mısraları yazan Tevfik Fikret'e sadece dil uzatıyorlar, dokunamıyorlardı. Tevfik Fikret "ey millete bir sille olan darbe-i münker! / Ey hürmet-i kanunu tepen sadme-i bîdâd! / Milliyyeti, kanunu mukaddes tanıyan her/vicdan seni la'netle, mezelletle eder yâd / Düşsün sana-meyyâl-i tahakküm-eğilen ser/ Kopsun seni bir hak diye (darbe hakkı) alkışlayan eller!" diyordu. Niçin bu sözler "cezâ-i seza"sını bulamadı? Yüz yıl önce "düşünce açıklama ve eleştirme hürriyeti" bizde çok daha ileri bir seviyede mi idi? Tez konusu arayan Azîzan gençleri, "Doksanbeşe Doğru Şiiri'nin Toplumbilimsel Çözümlemesi" kabîlinden bir inceleme kaleme alabilirler mi? Zannetmiyorum! Her neyse, bugün böyle bir şiirin yazılması cesaret meselesi olduğuna göre, 1912'den daha ileri bir seviyede miyiz, yoksa geride mi? Üstelik 1912'deki resmî terennümlerin son nağmesi "Yaşasın Sevgili Millet!" idi: Hep dünkü terennüm sayıdan, saygıdan ârî! Son nağmesi yalnız: yaşasın sevgili millet! Şimdi "bu kazanımlar kazanı senin için değildir, biz bunları sandıktan değil, meydanlardan bulduk" buyuruluyor. "Biz sandıktan çıktık!" diyenler de "meydanlardan bulduk" diyenlere artık arka çıkıyor. O meydanlarda şehit olanlar bu milletin çocukları değil miydi? Siz kimsiniz, millet kim? Fesübhanallah! Yoksa miting meydanlarını mı kasdediyorsunuz?
Ey Azîzan, "garaz ehli"nin yaydığı virüsler dolayısıyla tıksırıp duran "maraz ehli"ne maalesef "çok yaşa!" diyemeyecek, Tevfik Fikret'in "kopsun seni bir hak diye alkışlayan eller!" mısra'ını hatırlayarak "darbe"leri alkışlamamaya özen göstereceğim. "Kanun diyerek kanun tepeleme" virüsü Yargı'ya bulaşmadığı mutlu dönemlerde, olağanüstü mahkemelere ihtiyaç duyulurdu. Bugün Hukuk Devleti olmada nice bir mesafe kat'ettiğimiz için bunlara gerek kalmadı. Hiç değilse bunda bir "züğürt tesellîsi" bulalım: Hukuk Devleti'nin kabuğu elimizde kaldı, inci nereye giderse gitsin, gam değil!
Yarın inşaallah "kanun=kanun-i esasî=Anayasa diyerek kanun tepeleme" alışkanlığımızdan nice kurtulacağımızı düşünelim. Allah'a emanet olunuz.
Kaynak: Yeni Şafak