Kamu diplomasisi

Türkiye'de kamu diplomasisi geç öğrenilmiş bir alan. "Bizi bilen bilir" anlayışından mı yoksa içe bakmaktan dünyaya bakmaya sıra gelmemiş olmasından mı kaynaklanır bilinmez, uzunca bir dönme uluslararası alanda kamuoylarını anlamak ve bakış açılarını değiştirmek için fazla faaliyette bulunulmuyordu.

Her konuyu olduğu gibi diplomasiyi de sadece devletin yürüteceğinin sanıldığı yıllarda başka ülkelerin sivil toplum kuruluşları ya da devlete bağlı departmanlarının faaliyetleri ajanlık olarak görülüyordu. İçinde istihbarat örgütlerinin iş gördüğü durumlar olsa da, hepsi aynı sepette değerlendiriliyor; bu ülkelerin ister sivil faaliyetler yoluyla kamu diplomasisi yapmaları ister en az maliyetli yolla istihbarat yürütmeleri bir ders alma olarak görülmüyordu.

Aradan geçen zaman ve değişen küresel koşullarla ülke dinamikleri, Türkiye'de "devlet" kadar bireylerin de dış politika faaliyetlerine yer açılmasını sağladı. Kişiler, özel sektör kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve daha niceleri dünyaya daha fazla açıldıkça diplomasinin gizemli ve örtülü alanı daraldı, insanlar farklı karşılaşmalar yaşadıkça doğrudan diplomasi denebilecek süreçler yaşandı. Ülke vatandaşlarının daha kolay ilişki kurabildikleri ülkelerde faaliyetlerini artırmaları, devletlerin dış politika tercihlerindeki sıralamaları bile değiştirdi. Bununla birlikte, toplumsal düzeyde dışa açılmanın kamu diplomasisi bakımından her durumda kamuoylarını daha olumlu etkileyen sonuçları olmadı.

Bu durumun nedenlerinden birisi, yurt dışında yürüttüğü faaliyetlerle kamu diplomasisi etkisi yaratan kuruluşlarla, örneğin iş çevrelerinin faaliyetleriyle doğrudan kamu diplomasisi yürüten sivil kuruluşlar arasında koordinasyon kurulamaması. Bir diğer neden, kamu diplomasisi yapan ya da bu yönde etki doğuran kuruluşlar ve bireyler ile devlet diplomasisinin uyum içinde olmaması.

Türkiye'de ister iş çevrelerine ister siyasal-toplumsal faaliyetlere dayalı olsun, herhangi bir dernek ya da vakıf yurt dışında faaliyet gösterdiğinde bunu ülke içinde olumsuz gören kesimler bulunuyor. Milliyetçi eğilimleriyle tanınan bir kuruluş Orta Asya'da faaliyet gösterse, Türkiye'de ülkücülüğü yayacağından, dindarlığıyla tanınan bir kuruluş ABD'de iş görse bu ülkeden emir alan iç düşman olduğundan, sanayi çevrelerine ait bir kuruluş Fransa'da üniversite açsa zaten bu kişilerin sadece kendi menfaatlerine çalıştıklarından dem vurulur. Dolayısıyla kendi ülkesinde sivil topluma tahammül edemeyenler, bunların dış faaliyetlerini de bir olumsuzluk olarak görürler.

Neyse ki Türkiye'de bu tür olumsuz bakış açılarını dikkate almayan bir sivil toplum zemini bulunuyor. Amerika kıtasının farklı ülkelerinden Afrika'ya, Ortadoğu'dan Çin'e kadar yaygınlaşan ağlar kurup hiç olmadığı kadar insan faktörünü öne alan etkiler yaratıyorlar. Uzunca bir dönem öksüz kalan bu faaliyetlerin giderek hükümet nezdinde dikkate alınmaya başladığını görmek sevindirici. Kamu diplomasisi yapan sivil kuruluşların çalışmalarından yararlanma bu dikkatin bir yanını oluştururken, diğer yanı bu tür kuruluşların karşılaştıkları yurt dışı sorunlarının çözümünde devletin işlev görmesi. Devletler arasındaki bürokratik sorunların çözülmesi, yurt dışında faaliyet gösteren kişilerin güvenliklerinin temini, ekonomik-mali transfer mekanizmalarının işlevleselleştirilmesi gibi konular devletin alanına giriyor.

Her bir sivil toplum kuruluşunun kendi amaçları doğrultusunda faaliyet göstermesinden daha doğal bir şey olamaz. Bu durumun genel bir kamu diplomasisi etkisi yaratmasının koşulu, çeşitliliğe izin veren yapıların kurulması.

Kaynak: Star