Recep Tayyip Erdoğan hayranları Arap sokaklarından Batı salonlarına kadar uzanıyor. Türkiye Başbakanına Filistinlilerin yürekli savunucusu nazarıyla bakılıyor Ortadoğu’da. Batılı birçok entelektüel, Türkiye’yi hengame içerisindeki Arap dünyası için bir model haline getirdiğine inanarak Erdoğan’a hayranlık besliyorlar. Erdoğan, Türkiye’de ise üst üste üç seçimi kazandı, ekonomik patlamaya nezaret etti ve önemli sosyal reformları yürürlüğe koydu. Uluslararası olarak da Batıya çok fazla odaklanmış Türk dış politikasını değiştirdi ve ülkesini bölgede büyük bir oyuncu haline getirdi. Modern Türkiye ilgi ve hayranlık uyandırıyor; dindar Müslümanlık ile moderniteyi, refah ve demokrasiyi birleştirmenin mümkün olduğunu gösterir gibidir.
Sorun şu ki tüm bu göz kamaştırıcı kazanımlar Erdoğan hayranlarını kahramanlarının kusurlarına karşı - iktidarının ikinci on yılında daha bir belli olan kusurlardır bunlar - körleştirme riski taşımaktadır. Türkiye başbakanı ülke içinde daha bir otokratik ülke dışında ise daha bir pervasız hale geliyor. Çok ileri gidildiği takdirde, bu kusurlar Türkiye demokrasisini ve güvenliğini tehlikeyi atabilir.
Önemli bazı bakımlardan, Erdoğan’ın sicili şimdiye değin Türk demokrasisini güçlendirdi. Azınlık haklarını özellikle de Kürt azınlık haklarını genişletti. Türkiye, düzenli askeri darbelere sahne olurdu ama bu tehlike uzaklaştı. Erdoğan hükümeti darbe planına katıldıkları gerekçesiyle generalleri tutukladı ve ordu ülkenin seçilmiş hükümetine somurtkanca riayet eder görünmektedir artık.
Fakat sözde darbe planına karşı tepki o kadar yaygın hale geldi ki muhtemelen suç işlememiş ama şu an hapiste çürüyen, yargılanmayı ve bazı vakalarda da suçlamaları bekleyen masum insanları süpürdü. Tutuklananlar sırf askerler değil. International Press Institute’a göre Türkiye’de Çin’de olduğundan daha fazla sayıda gazeteci hapiste yatmaktadır. Türk gazetecilerle konuşunca, korku ikliminde çalıştıklarına şüphe yok.
Erdoğan döneminin otokratik yanı daha da belirginleşebilir. Başbakan üçüncü dönemden sonra çekileceğini söylemişti. Ancak başkanlık sistemine geçmeye ve başkanlığı daha geniş yetkilerle donatmak için Türk anayasasını değiştirmeye niyetli görünüyor. Erdoğan bunu başardığı takdirde neredeyse 20 yıl iktidarda olmuş olacak ve Rusya’nın Vladimir Putin’ine Türkiye’nin verdiği cevap haline gelecek.
Erdoğan’ın Batıdaki hayranları bunu gözden kaçırmaya meyilliler çünkü Türkiye’yi İslam dünyasına bir model olarak görüyorlar.
Batılı bir diplomat şöyle söylüyor: “Erdoğan Türkiye’siyle iş yapmak zor ama Mısır’ın Türkiye gibi olma ihtimali var deseydiniz bir dakika bile düşünmeden [onu öylece olduğu gibi] kabul ederdim.”
Fakat Türkiye’nin bölgesel rolü tümden pozitif değil. Kendine daha güvenir hale geldikçe, Erdoğan da karşılaşmaya gönüllü oluyor. Eğer olaylar berbat bir seyir izlerse, Türkiye yılsonuna kadar kendisini üç cephede çatışırken bulabilir: Kıbrıs’la, İsrail’le ve Irak’ta üslenen PKK isyanıyla. Erdoğan İsrail’in Gazze ablukasını yarmak üzere hareket edecek “yardım filolarını” korumak ve Kıbrıs’ın doğalgaz arama çalışmalarına engel olmak üzere donanma gemilerini kullanmakla tehdit etti. Türk savaş uçakları Irak’taki PKK üslerini bombalıyor ve kara harekâtı ihtimali var.
Erdoğan’ın Ortadoğu’ya yaptığı son ziyaret, temsil ettiği şeyin muğlaklığını özetlemiştir. Kahire’de Mısır için potansiyel bir model olarak Türkiye’nin laik modelini öne çıkardı ki Türkiye’nin Ortadoğu’ya câmi ile devleti nasıl ayıracağını gerçekten gösterebileceğini telkin etmiştir. Fakat Libya’da yaptığı konuşmada Arap sokaklarının en komplocu tabiatına oynadı ve Libya devrimini selamlarken İngiltere ve Fransa’nın sırf ticari çıkarlar uğruna askeri harekât düzenlediklerini telkin etti. Bir yıldan daha az bir süre önce Muammer Kaddafi’den insan hakları ödülü almasına, kısmen Türk ticari çıkarlarını korumak için NATO müdahalesine başlangıçta karşı çıkmasına bakınca, göz kamaştırıcı bir ikiyüzlülüktü.
Erdoğan’ın pozitif bir mirâs bırakması halen mümkündür. Eğer işler iyi neticelenirse, çokça methiye alan eski Brezilya devlet başkanı Luis Inacio Lula da Silva’ya Türkiye’nin çıkardığı muadili olur. Her iki adamın biyografisi de çarpıcı derecede benzeşmektedir. Her ikisinin de mütevazı bir geçmişi var; her ikisi de hapiste yattı ve geleneksel olarak iktidardan dışlanan grupların siyasi sesi haline geldiler. Her iki adam da ekonomik patlamalarla ve uluslarının kendi bölgelerinde rol model olarak yükselmeleri ve gitgide küresel oyuncu haline gelmeleriyle birlikte anılmaktadırlar.
Fakat önemli farklar da var. Lula, Brezilya’nın komşularıyla güven tazeleme arayışındaydı her daim. Brezilya lideri, iktidarda kaldığı on yıldan daha az bir süre sonra çekildi. Nelson Mandela gibi Lula da ne zaman gitmesi gerektiğini biliyordu. Maalesef Recep Tayyip Erdoğan’ın da aynı şekilde kendine hâkim olacağının veya tevazu göstereceğinin pek bir işareti yok.
Kaynak: Financial Times
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın