Kadının özgürlüğü de neymiş?

Devlet ricâlinin, aydınlanmacı entelektüellerin, batıcı kadın derneklerinin övüne övüne bitiremedikleri çağdaş Türkiye’nin en büyük kazanmıları arasında “kadına layık olduğu mevki”yi kazandırma hamlesi gelir.

Kadının “seçme ve seçilme hakkı”, “eğitim hakkı”, “bireysel özgürlüğünün kanunlarla teminat altına alınması”, hep bu zümredendir.

Cumhuriyet nesilleri, batılılaşmanın erdemleri adına en çok da bu “özgürlüğü kendisine bahşedilmiş kadın” retoriğini duydu. Sanki Osmanlı’da kadınlar köleymiş gibi..

Madem  kadının “seçme ve seçilme hakkı”, “eğitim hakkı” ve “bireysel özgürlüğü” var, o zaman neden koca ülke kadının bu haklarını kullanması meselesinde gelip duvara tosluyor? Bu zeminde sık sık kriz atmosferine giriyor? Ve elâleme rezil oluyor?

Neden?

Öncelikle şunu belirtelim: Kadın, bizdeki taklitci batılı zihniyete göre, varoluşsal anlamda değerli değildir. Kadını değerli kılan kadının beyninin içi, yürek kıvamı, ahlâkî üstünlüğü ya da insanlık nâmına ürettiği değerler de değildir. Bireysel özgürlüğünü kullanması hiç değildir.

Bunlar, sahte cumhuriyetci ve sahte batıcıdırlar. Evet sahte.

Birşeyin sahtesinin olması için de mutlaka hakikisinin olması lâzım. Dünya piyasalarında “sahte dolar” diye bir olgu varsa, bu ancak “hakiki dolar”ın varlığıyla mümkündür. Hakiki dolar olmasaydı sahtesi de mümkün olmayacaktı şüphesiz.

Bizdeki sahte aydınlanmacılar da Batı’daki hakiki entelektüellerin kopyalarıdır. Tıpkı sahte dolar gibi. Hakiki gibi gözükmeye çalışan ama bir türlü hakikisi gibi olamayan. Bunlar, ancak saf insanları, gözlerine ideolojik gözlük geçirdikleri kişileri inandırabilirler. Bu yüzdendir ki, Batı dünyasındaki aydınlar kendi taklitlerine sadece gülümsüyor.

Bunların sahtelikleri, çok öykündükleri batılı entelektüelin zihin kodlarına, genel mânada felsefik söylemdeki tutarlı duruşuna sahip olamamalarındandır. Mesalâ, o dünyada “laiklik”, özgür alanı genişletme atılımıyken, bizimkiler onu varolan sınırlı özgür alanı daha da daraltma aparatı yaptılar.

Kadını özgürleştirme adına; onun tercih hakkını, inancını seçme ve ona göre yaşama hakkını, halkın hür iradesiyle verdiği onay gereği meclise girme hakkını gasbetmeyi meşru gördüler. Bunu da hukuk adına, çağdaşlaşma adına yaptılar. 

Bunlar için makbul olmanın ölçütü, modern çağın kutsallarından olan “özgürlük” kavramını, yine bu taklitci zihniyetin dar perspektifinden algılanması ve yaşanmasıyla ilgilidir. Kadın, ancak bu kavrama giydirilmiş ideolojik anlamı kuşandığında değer kazanabiliyor.

Ve ne gariptir ki, “özgürlük” gibi bir erdemi dahi “soyunmak ve içmek” derekesine düşürdüler. Bu zihniyete göre kadın soyunuyorsa vardır, aksi düşünülemez. 

Kadının, özgür iradesiyle kendisi olarak, inançlarını kuşanarak varolması, eğitim ve seçilme hakkını kullanması,  toplumuna hizmet etmesi o dar ideolojik kalıpların dışına çıktığı için merduttur.

Merve Kavakçı hanımefendi bu yüzden kurban seçilmedi mi? Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan onca haksız eleştiri ve baskıya aynı sebeple maruz kalmadı mı? Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığı resmen açıklandıktan sonra da baskıların yönü Emine Erdoğan hanımefendiden Hayrünnisa Gül hanımefendiye boşuna mı kaydırılıyor? 

Omurgasız kimi sözde aydınlar, Hayrünnisa Gül’ü,  ülkenin sözde esenliği ve istikrarı adına başörtüsünü çıkarmaya davet etme cüretini gösteriyor. Eşinin cumhurbaşkanı olması için inançlarını ayaklar altına almasını, yani kişiliksizleşmesini ve bir makamın kulu kölesi olmasını dayatıyorlar.

Bunu da Cumhuriyet’in kadına kazandırdıkları bunca iddialara rağmen! Pes doğrusu!

Bu sahte zihniyete TBMM Başkanı Bülent Arınç gerekli cevabı geçenlerde vermişti hatırlarsanız.

“Tayyip Bey eşinin başını açsın, Çankaya Köşkü’ne öyle otursun.” önerileri kendisine iletilidiğinde, Bülent Arınç; “Bizim eşlerimizi köle mi zannediyorsunuz? Bu anlayış kadına karşı çok büyük bir saygısızlıktır.” diyerek sert tepki göstermiş ve bu sahte zihniyetin içine düştüğü hâli pür melâli açığa çıkarmıştı.

İnanın, bunların başörtüsünü açsın da Köşk’e çıksın teklifleri dahi sahte. Bunun tonla örneği var. Daha geçenlerde Ana Muhalefet Partisi Başkanı Deniz Baykal bütün Türkiye’nin önünde güya krizi çözme uğruna bir teklif getirip, söz vermişti. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığından vazgeçmesini önermiş ve şöyle demişti:

“Başbakan aday olmasın... Korktu demeyeceğim. Korkmadığını onunla birlikte tüm Türkiye’ye anlatacağım. Söz! Sözüm söz, yeter ki aday olmasın...”

Ve Başbakan aday olmadı. Sebebi ne olursa olsun Muhalefet Partisi liderinin istediği oldu. Onun da sözüne sadık kalması gerekirdi, değil mi? Ama Deniz Baykal’ın u dönüşü, kriz üretme politikası herkese ayan beyan.

Yaşanan bu tutarsızlığın ve bunca kirizin tek sebebi yukarıda özetle bahsettiğim “sahte”lik hâli değil de nedir?