Geçen ay Osaka’da basketbol takımının kaptanı da olan bir lise öğrencisi annesine koç’un kendisine 30-40 kez vurduğunu anlattıktan sonra kendini astı. Japonya’da sözlü ya da fiziki şiddetten sonra kurbanın kendi hayatına son verdiği benzer pek çok vakadan biridir bu. Sürekli eziyetle, kabadayılıkla karşılaşan veya başkalarıyla yüksek stresli kavgalar yaşayan pek çok Japon hayatını sona erdirmeyi seçiyor. İntihar ve kabadayılık Japonya’da başlıca sosyal meselelerden biri olarak görülmektedir.
Japonya’daki intihar oranları diğer birçok sanayileşmiş ülkelere kıyasla oldukça yüksektir. 100.000 kişiden 24’ü intihar etmektedir ki ABD’den iki, İngiltere’den üç kat yüksektir. Başka bir ifadeyle, son ondört yıldır en az 30.000 Japon her yıl intihar etmektedir. Japonya’dan iki buçuk kat daha kalabalık Amerika’daki intihar sayısına eşittir bu. Japon hükümeti problemi gördü ve önlem amaçlı bir dizi adım ve politikayı bir Beyaz Kitap’ta yayınladı. Ancak Tokyo’nun bu politikaları hayata geçirmiş olması etkili bir sonuç üretmedi.
İntihar oranlarının Japonya’da niçin yüksek olduğu sorusu yerinde duruyor halen. Bir cevapla gelmek zordur. Ruth Benedict’in The Chrsanthemum and the Sword adlı kitabından beri Japon ve Batılı uzmanlar Japonya’nın intiharı hoş gören bir kültüre sahip olduğunu savunmuşlardır. Ben bundan emin değilim. Kendi yaptığım araştırmalara göre Japonlar intihardan son derece etkileniyor ve bir kimsenin kendi canına kıymasını yürek parçalayıcı buluyorlar. Japonya intiharı hoş gören bir toplum olmamasına rağmen Batılı ulusların aksine, intiharı yasaklayan, hayatın tanrının bir armağanı olduğunu dolayısıyla da çekilmez olduğu zamanlarda bile korunması gerektiğini sâlık veren din kaynaklı ahlâki yasakların olmadığını görmek de önemlidir. İntihar Japonya’da negatif olarak inşa edilmiştir çünkü geride kalanların özellikle de sevenlerin nasıl etkilendiği noktasından bakılmaktadır intihara. İntihar eden kişiye yakın olanları travmaya sokan bencil bir eylem olarak görülür.
Japonya’daki intihar sorununa yapısal ve sosyal nedenlerden bakan bazı uzmanlar işsizlik ve intihar oranları arasında bir ilişki olduğunu savunmaktadırlar. 1997-1998 mâli krizi sırasında intihar oranı yüzde 35 oranında artmıştır gerçekten de ve ekonomik şartlar ile intihar oranı arasında bir ilişki olduğu fikrini destekler görünen bir değişimdir bu. İstihdam meseleleri ve genel ekonomik sorunlar ülkedeki intihar oranlarını açıklamanın bir parçasıdırlar ancak kısmen. İntiharın gençler ve yaşlılar arasında niçin yaygın olduğunu izah etmedikleri gibi Japon toplumunun intihar meyillisi davranışları etkileyebilecek diğer veçhelerine hitap etmemektedirler.
Açıktır ki bu sorun tek başına ekonomiyle izah edilemez. Geçen yıl Japonya’daki işsizliğin yüzde 4.4’e yükseldiği; 2012’nin büyük bir kısmında Amerika’daki işsizliğin şaşırtıcı şekilde yüzde 8’lerde seyrettiği gerçeğinden de bellidir bu. Sorunun ekonomik veçhesi, istihdamdan çok insanların bulabildikleri iş türleri ve işçilerin büyük bir kesiminin düzensiz ve geçici işlerde çalıştığı ve bunun iş güvenliğini büyük bir kaygı haline getirdiği gerçeğinde yatar.
İnternette intihar sözleşmesi sorunu hakkında yazan Antropolog Chikako Ozawa-de Silva (bir bir birey web sitesi açmakta, grup olarak intihar etmek için kendisiyle irtibat kurulmasını istemektedir) Japonya’daki intihar oranının yüksek olmasının en derin sebebini anlamaya ilişkin önemli bir noktaya parmak basmıştır: Yabancılaşma. Bu tür bir intihar şeklinin Japon toplumunda hayat gâyesi anlamına gelen kültürel bir kavramla, ikigai kavramıyla ilişkilendirilebileceğini savunmuştur. Japonlar hobi, kariyer veya aile gibi bir hayat gâyesine sahip olmaya (faaliyetin kendisi, bir şeyler yapma eyleminden daha az önemlidir) büyük bir değer atfederler ve hayatta bir gâyenin yokluğu ruhi olarak tüketicidir. Dr.Ozawa de-Silva’ya göre grup intiharları varoluşsal yabancılaşma hissi ve acısından kaynaklanıyor olabilir; bu his ve acılar, kişinin kendisini başkalarıyla birlikte öldürmesi suretiyle bir şekilde hafifletilmektedir. Dr.Ozawa de-Silva grup intiharlarını asla hoş görmüyor ancak aidiyete büyük önem atfedilen bir toplumda kendisini kimsesiz/dışlanmış olarak görmekten ileri gelen yabancılaşma türünün üstesinden gelme yolu olarak toplu intiharların bu kişilerce nasıl görüldüğünü anlamamıza yardım ediyor.
Bu çeşit problemler üzerinde düşünürken, intiharın ferdi bir kurgu olmayıp sosyalleşmiş bir kavram olduğunu anlamak önemlidir. Her toplumdaki insanlar, intiharın kabul edilebilirliğini kendi toplumlarının stresi nasıl tecrübe ettiğine, bir kimsenin stresli durumlara nasıl tepki verdiğine, hayat ve ölüme dair manevi değerlere ilişkin bakış açısı üzerinden görürler. Her hangi bir ülkede olduğu gibi Japonya’da da intihar etmenin doğru olup olmadığı hakkında farklı tutumlar vardır.
Yabancılar Japonya’nın yüksek intihar oranının intihara müsamaha gösteren veya insan hayatının değerini düşük gören bir kültürün göstergesi olduğuna inanırlar genelde. Japon olmayanlar, Japonya’da samuraylar devrindeki tarihi seppuku ve II.Dünya Savaşı sırasındaki kamikaze olgularına atıf yaparak bu inançlarını teyid etmektedirler hiç şüphesiz. Takdir edemedikleri şey ise bu olguların o zamanki Japonlar tarafından (bazı hallerde bugün de öyledir) intihar olarak algılanmadığıdır. Japon toplumunun II.Dünya Savaşı sırasında kamikaze’ye bakışı iç savaşta Sri Lanka’da ve İslam dünyasının bazı kesimlerinde insanların kendi toplumlarından çıkan, toplumca tanımlanmış dış tehdide saldıran intihar bombacılarına bakışına benzerdir. Yani başka gruptaki kişiler bunu hem kendi canına hem de başkalarının canına kıymak olarak görseler de intihar bombacıları bazı grup üyeleri tarafından toplumun ve hayat tarzının müdafaası adına - savaşta ölen askerler gibi - kendini feda edenler olarak görülmektedir.
Gerçek şu ki Japon toplumu ne intiharı hoş görmekte ne de hayatın değerini düşük görmektedir. Tam aksine hayata derinden bir değer verilir ve intihar davranışı, kendini öldüren kişinin çektiği acılar hakkında pek çok soruya yol açan acıklı bir olay olarak görülür. Girişte andığımız öğrenciye gelince, okul gibi güvenilmesi gereken bir kurumun, öğrencilere kendi canlarına kıydıracak kadar kötü davranan bir koçu istihdam etmesinde bir şeylerin fena halde yanlış gittiğinin işareti olarak yorumlanmalıdır.
Altını çizelim: Aidiyetin önemi, hayatta bir gâyenin olması gibi kültürel etkenler her toplumda olduğu gibi Japonya’da da maddi refah gibi külli etkenlerle çeşitli şekillerde kesişmekte, bir kişiyi çılgınlığa sürüklemektedir.
Yazar hakkında: Texas Austin Üniversitesi öğretim görevlisi
Kaynak: The Diplomat
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı