İki yan var… "Bir yan"da geçmişte yaşananlar var… Susurluk döneminde işlenmiş onlarca, yüzlerce faili meçhul cinayet, bunların örgütlenmesi, hareket emrinin verilmesi var…
Adapazarı-Düzce hattında yapılan infazlar var…
Malatya Vahşeti var… Dink Cinayeti var… Rahip Santoro var…
301'i milliyetçi galeyana çevirmeye yönelik planlı psikolojik hareket kampanyaları var, Cumhuriyet mitinglerini darbe dalgasına çevirme gayretleri var…
"Öte yan"da yarına yönelik bir tehdit ve tehlikenin önünün alınması var…
2009 yılına yönelik bir darbe planından, yakalanan onlarca tonluk mühimmattan söz ediyoruz…
Öldürülmesi planlanan onlarca aydın, yazar, sanatçıdan söz ediyoruz…
Kaos ve iç çatışmada kullanılacak, devşirilmiş yüzlerce örgüt üyesinden söz ediyoruz, bunların devlet içindeki bağlantılarından söz ediyoruz, ordu bünyesindeki "yasalcı-meşruiyetçi" bir anlayışla "darbeci" bir anlayış arasındaki hassas ve her an ters dönmeye hazır "güç dengesi"nden söz ediyoruz...
Önemini fark edelim ya da etmeyelim, 22 Ocak gecesinden bu yana Türkiye başka bir hava solumaya başlamıştır.
İttihat Terakki'li günlerden bu yana ilk kez, devlet kendi içindeki gizli devletin üzerine açık ve kararlı bir şekilde gitmektedir.
Bir dönem Teşkilatı Mahsusa, bir başka dönem kontrgerilla, 1980'lerde Gladyo, 1990'larda devlet çeteleri, 2000'lerde Ergenekon olarak adlandırılan bu gizli devlete meydan okunma aslında "devletin meşruiyet akslarını güçlendirme" adımıdır.
Ve bu adım birkaç yıldır planlanmakta, aylardır işlenmekte ve hazırlanmaktadır.
Bugün ortaya çıkan tablo bu çaba ve kararlığın sonucudur.
Devlet sözünü kullanmamız boşuna değil…
Bu gelişmenin arkasında sadece eline cesaret kılıcını alan bir tek savcı yok…
Israrlı bir şekilde çalışan Emniyeti Teşkilatı var ve kararlı olduğu anlaşılan yürütme gücü de var.
Dink cinayeti nedeniyle ve benzer kimi olaylarda sert bir şekilde eleştirdiğimiz, kimi kurum ve organların içinde yaşanan hareketliliğin altını çizmekte özellikle fayda var…
Bu konuları yakından takip etmeye çalışan biri olarak, Yasin Doğan'ın dünkü Yeni Şafak'ta bu konuda yaptığı değerlendirmeyi, değerlendirmenin özellikle son bölümünü önemsediğimi söylemeliyim.
Şöyle diyor Doğan:
"Özellikle Hrant Dink cinayeti sonrasında polisin olayı küçümsediği, münferit ve siyasi boyutu olmayan bir olay olarak gördüğü, öncesinde ve sonrasında ihmal ve ilgisizlik içinde olduğu gibi eleştiriler yapıldı.
Bir kısım görevlilerin ihmali ve hatası her daim olabilir.
Ancak Emniyet kurumunun çetelere karşı yürüttüğü operasyonlar takdire şayandır. Özellikle 2007 yılında Türkiye'yi kaosa sürükleyip siyasi dengeleri bozmak isteyen provokatörlere karşı Emniyet Teşkilatı çok sağlam bir duruş sergilemiş, ciddi bir kararlılıkla demokrasinin ayakta kalmasını sağlamıştır…"
Yaşananlara bu açıdan bakıldığında, "devlet içi türlü gruplar ve gruplaşmalar"ın ötesinde bir durumun söz konusu olduğu açıktır…
Emniyet Teşkilatı içinde "meşruiyetçi zihniyetin gelişmesi, sivilleşme dalgasının kabarması" farklı görüş ve eğilimlerden genç polis kuşağının tümünü içine alan bir nitelik taşımaktadır.
Bu topraklarda, bu gelenekte, hukuka dayalı şeffaf iç temizlik kolay iş değildir…
Ergenekon dediğiniz yapılar ve garip sivil toplum örgütleriyle gazetecilerin, gazete patronlarının, sanayicilerin, siyasetçilerin girift ilişkiler kurduğu bir ülkede yaşıyoruz…
Bir tek Muzaffer Tekin için bile aşırı derece baskı yapan onlarca üst rütbelilerin egemen olduğu bir düzendir burası…
Önemli günler yaşıyoruz…
Arzumuz temizliğin derinleşmesi, devamın gelmesi…
Ama bilin ki şu ana kadar yaşananlar bile kimi vicdanları bir ölçüde rahatlatmış, başıbozuk katil adaylarının cesaretini kırmış, buna karşılık dürüst savcı, hakim ve polislerin cesaretini arttırmış, en önemlisi büyük bir siyasi ve cinai bir tezgâhın önünün geçilmesini sağlamıştır.
Cin bir kez şişeden çıktı…
Kaynak: Yeni Şafak