İsrailli general niye haksız?

Başbakan Erdoğan'ın Davos patlaması üzerine yazdığım yazıda (31 Ocak), her olayın farklı yüzleri olduğunu hatırlattıktan sonra, öncelikle Başbakan'ı niye haklı bulduğumu açıkladım. Sonra da Başbakan'ın haklı görülemeyecek tarafları üzerinde durdum.
Şu soruyu sordum: Sayın Başbakan "Başka devletlerin işledikleri insanlık suçları konusunda ve B.M. Güvenlik Konseyi kararlarını dinlememekle eleştirirken, bu eleştirilerin kendi temsil ettiği devlete karşı da yöneltilebileceğini dikkate alması gerekmez mi?"

Nitekim, İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi bekleneni söylemekte gecikmedi. "Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz" şeklindeki sözlerine karşılık, Erdoğan için "aynaya baksın" dedi. Türkiye'de Ermeni katliamlarından, Kürtlerin bastırılmasından, Türkiye'nin kuzey Kıbrıs'ı işgal ettiğinden söz etti ve eğer İsrail Birleşmiş Milletler'den çıkarılacaksa Türkiye'nin de çıkarılması gerektiğini söyledi (Haaretz, 12 Şubat). Ankara gerek hükümet, gerekse Genelkurmay kanadıyla bu sözlere oldukça sert tepki gösterdi.

Gazze'ye karşı insanlık dışı saldırıyı yöneten Mizrahi'nin (tıpkı Erdoğan'ın İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres için dediği gibi) "suçluluk duygusu içinde sesinin çok yüksek çıktığı" konusunda bir tereddüt yok. Başkalarının işledikleri suçları hatırlatmanın, kimsenin kendi işlediği suçları affettirmeyeceği de muhakkak. Ama doğrusu Mizrahi'ye en iyi cevap İsrail'in Haaretz gazetesinde çıkan başyazıda verildi: "Söylemeye gerek yok ki bir asker olarak General Mizrahi'nin görevi İsrail'in dış politikasını tayin ya da başka ülkeleri yargılamak değildir... Belki İsrail Genelkurmay Başkanlığı'nın astlarını yetkilerini ne zaman aşacakları konusunda uyarması gerekiyor. Başka bir ortamda olsaydık, bu sözlerinden dolayı generalin görevden alınması beklenirdi." (16 Şubat) Haaretz'e, üzerine vazife olmayan işlere burnunu sokan bir generale ağzının payını verdiği için candan tebrikler.

Peki, Mizrahi'nin söylediği sözleri bir asker değil de bir siyasi söylemiş olsaydı ne cevap verilebilirdi? Denilebilir ki, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Ermenilerinin başına gelenlerden sorumlu olanlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığına son verdiği Osmanlı devletini son döneminde yöneten İttihat ve Terakki diktatörleridir... Peki, o halde Başbakan niye hâlâ İttihat ve Terakki canileriyle bir ilgisi olmadığını söyleyemiyor, adeta onlara sahip çıkıyor? Evet, denebilir ki PKK ile mücadelede "Derin Devlet" tarafından yargısız infaza uğratılan, köylerinden yurtlarından sürülen Kürtlerin sorumlusu Erdoğan ve AKP hükümeti değildir. (Umulur ki Susurluk ve Ergenekon davaları bütün sorumluları ortaya çıkaracaktır.) Evet, Kürtlerle Filistinlileri, PKK ile Hamas'ı aynı kefeye koymak tam bir saçmalıktır (Bkz.13 Ocak tarihli yazım). Ama Kürt sorununa askeri çözümde direnildiği dönemde, iki ateş arasında bırakılan Kürt yurttaşlarımıza haksızlık ve zulüm yapıldığı doğru değil midir?

Muhakkak ki İsrail–Filistin ve Türkiye-Kıbrıs benzetmesi bir zorlamadır. İsrail sayısız Güvenlik Konseyi kararını ihlal ederek Filistinlileri işgal ve boyunduruk altında tutuyor. Türkiye ise Kıbrıs'a garantörlük anlaşmalarının verdiği yetkiyle müdahale etti ve en azından Erdoğan'ın Başbakan olmasından bu yana adanın Güvenlik Konseyi'nin öngördüğü şekilde iki toplumlu, iki bölgeli, federal bir devlet olarak birleşmesi için yürütülen görüşmeleri destekliyor. Ne var ki Güvenlik Konseyi'nin üye devletlere gerek 1975'te ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devleti'ni, gerekse 1983'te ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin tanımayı men ettiği de bir gerçek. Bunun için KKTC'yi Türkiye'den başka tanıyan tek bir ülke yok.

31 Ocak tarihli yazımda Başbakan'ın İsrail'in işlediği insanlık suçlarına karşı sesini haklı olarak yükseltirken, Sudan'ın Darfur'da işlediği suçlar için niye sessiz kaldığını da sormuştum. Bu soruyu sormaya devam edeceğim. Başbakan "her zaman mazlumların yanında" olmaktan söz ediyor. Bu alkışlanacak tutumda samimi olduğuna inandırmalı.

Zaman