Arap Baharı altında şekillenmeye başlayan İsrail-Filistin mücadele tablosu, bölgede Arap devrimlerinden önceki duruma dönülmesinin mümkün olmadığını kanıtlayan göstergelerle dolu. Biz kristalize olma sürecindeki bir tarih ile Ortadoğu'ya hakim olmaya başlayan farklı denklemler ve etkiler karşısındayız. Bütün bu dönüşüm süreciyle birlikte siyonist projeyle olan mücadelede başa dönüyoruz.
Karşımızda, açık bir şekilde varlığını sürdürme endişesi sarmış, akibeti hakkında ciddi kaygıları olan ve bu kaygıları sürekli yeniden üreten devasa bir siyonist literatür bulunuyor. İsrail'de kendilerine Yokoluş'un ve Son'un Kahinleri adını veren bir grup ortaya çıktı. Bu kişiler, yok oluşun kehanetleri üzerinde gittikçe daha fazla duruyorlar. İsrail'in zevali meselesi, İsrail'in gündeminde çok açık bir biçimde yer almaya başladı.
Varlığını sürdürme endişesi giderek artıyor
İsrail devleti ve kamuoyu içerisindeki reaksiyonlar, yakından takip edildiğinde, İsrail'in geleceği ve siyonist hareket konusunda gerçek bir tartışmanın varlığına şahit olmak mümkündür. Bu tartışmanın başlangıcı "Nekbe" öncesine ve sonrasına kadar gider. O dönemde dahi kurucu babalar, "İsrail"in geleceği üzerine tartışmışlar, hayatta kalma şartları üzerinde uzun uzadıya durmuşlardır. Bu tartışma ve sorgulamalar sadece 1948 yılındaki "Büyük felaket" yani Nekbe döneminde değil, Batı Şeria, Golan ve Sina'nın işgal edildiği 1967 yılında da devam etmiştir. Nitekim İsrail'in varlığına ve kurulmasına karşı olan Yahudi Profesör Yeşeyahu Libuviç bir keresinde şöyle yazmış: "Yedinci gün, yani 6 gün süren savaşı takip eden gün, uyanmazsa, İsrail için sonun başlangıcı olacak."
Acımasız ve gaddar İsrail, Liboviç'in kastettiği anlamda uyanmadı, hatta tersine etnik temizlik, yayılmacılık, yerleşimci politikalarının derinleştirilmesi ve ötekini güç yoluyla yok etmek konusunda çok ileri gitti ve gitmeyi de sürdürüyor. Arap-İsrail çekişmesini pratikte ateşleyen ve yeniden en başa döndüren de işte budur. Ayrıca bu süreç, Araplar nezdinde mücadelenin bir varoluş mücadelesi olduğu düşüncesinin zihinlerinde daha da kökleşmesine yol açmış bulunuyor.
Öte yandan, Araplar, büyük ölçüde İsrail'in bir varoluş, bir ölüm-kalım mücadelesi verdiği görüşünde birleşmişlerdir. Herhangi bir krizle karşılaştığında bu devlet, varoluşsal krizlerin devletine dönüşmüştür.
Bu yüzden varlığını sürdürme kaygısının siyonistlerin kendi aralarında yaptıkları tartışmalarda kuvvetli bir şekilde ortaya çıktığını, İsrail devletinin varlık endişesinin baskısı ve akibetine dair sorgulamaların ağır bastığını görüyoruz. Eski Knesset Başkanı Abraham Burg, Haaret gazetesinin ekinde yazdığı bir yazıda, "İsrail, yok oluşunun kökenlerini bünyesinde taşıyan Siyonist bir gettodur" ifadesini kullanmaktadır. Aynı şekilde tanınmış yazar, B. Mikhail, Yediot Ahronot gazetesinde, "İsrail Devleti'nin sonu, ufukta görünüyor" başlıklı bir makale yazarken diğer İsrailli yazar ise, siyonizmin çöküşünün yakın olduğundan söz ediyor.
Nahum Berniya adlı başka bir yazar, Yediot Ahronot gazetesinde, " İsrail, varlığı tartışmaya açık olan bir devlettir" ifadesini kullanıyor. Diğer bir yazar Abraham Tiroş ise şu soruyu soruyor: "Yahudi devletinin gelip geçici bir varlığa dönüşmesi yaklaştı mı? Ekonomi dalında Nobel ödülüne layık görülmüş Siyonist bilim adamı İsrail Oman, uzun vadede İbrani Devleti'nin varlığını sürdürmesi konusunda şüpheli olduğunu ifade ediyor. Ona göre her geçen gün daha fazla Yahudi, neden bu topraklarda olduklarını soruyorlar. Sözlerini şöyle sürdürüyor Siyonist bilim adamı: "Şayet biz neden burada olduğumuzu idrak edememişsek, İsrail salt bir ikamet yeri olmadığına göre, bu demektir ki bizim varlığımız uzun sürmeyecek."
Öte yandan İsrail'in stratejik dostu ABD'nin istihbarat aygıtı CIA'den bir yetkili, İsrail'in yok oluşunu şöyle dile getiriyor: "İsrail'in önümüzdeki yirmi yıl içerisinde çöküşü, kaçınılmaz bir şeydir. İki milyondan fazla yeşil kart ya da Amerikan pasaportu sahibi İsrailli, önümüzdeki on beş yıl içerisinde Amerika'ya gidecek. Bir milyon altı yüz bin İsrailli ise, Batı'daki yurtlarına yani Rusya'ya ve Doğu Avrupa'ya dönmeye hazırlanmakta".
Siyonistlerin tartışma gündeminde giderek daha fazla yer alan İsrail'in geleceği ve varoluşuyla ilgili bu tür sorular ve tespitlerde ne bir abartı ne saptırma vardır.
İsrail devleti, artık Dünya Yahudileri için de güvenilir bir yer olmaktan çıkmış durumdadır. İsraillilerin %70'i İsrail devletinin güvenlik merkezli politikalarına mutlak güvenlerinin olmadığını ifade ediyorlar. Siyonist toplum da artık İsrail'in ve Siyonist projenin geleceğinden giderek artan bir rahatsızlıkla bahsediyor. Aynı rahatsızlık Yahudi toplumunun geleceği için de geçerli. Bütün bu yaklaşımlar, İsrail'in varlığını tartışmaya açarak, tıpkı tarihte belirli dönemlerde ortaya çıkan küçük Yahudi devletleri gibi, tarihte geçici bir dönemde ortaya çıkıp ardından kaybolan bir yapı olup olmadığı hususunda soru işaretleri doğuruyor.
Arap devrimleri, rahatsızlık yaratıyor
Siyonist devletin müttefiklerinin en sağlam kalelerini alaşağı eden Arap halk hareketleri ve devrimler, sürekli daha fazla korku ve rahatsızlıkların doğmasına ve İsrail'in geleceğine ilişkin tartışmaların fitilinin ateşlenmesine yol açtı. Siyonist kurumlar, Ortadoğu'nun stratejik değişim ve dönüşüm süreci yaşadığı hususunda hemfikir. İsrail daha kötü ihtimallere hazırlıklı olmaması durumunda onu yok edebilecek müthiş bir kasırga ve depremler silsilesiyle karşılayacağı görüşü ise bu kurumlar arasında giderek artan bir şekilde görüşbirliği oluşmasına yol açıyor. İsrail'in karanlık geleceği hakkında kehanetlerde bulunan öfke ve kötümser yorumlar bitmek bilmedi. Zira bu yorumlar, devletlerinin geleceklerine varoluşsal bir tehdit teşkil eden gelişmeleri öngörmekteydi.
Hiç bir Amerikan ve İsrail istihbarat servisi ya da güvenlik aygıtının öngöremediği Arap coğrafyası boyunca meydana gelen devrim ve ayaklanmalar, siyonistlerin askeri, ekonomik, güvenlik, medya ve uluslararası ilişkiler alanlarında korkularını yeniden depreştirmeye başlamıştır. Stratejik varlık düzeyinde en önemlisi ve en tehlikelisi de budur.
Bu ifadeler, medyada sürekli olarak tüketilen, arkası boş olan sözler değildir. Arap devrimlerinin başlamasının hemen ardından İsrail siyasi araştırma kurum ve kuruluşları, Arap halkının devrimci ayaklanmasını araştırmak ve bu ayaklanmaların İsrail devletine yönelik etkisini öngörebilmek için stratejistleri, bilim adamlarını ve araştırmacıları seferber etmiştir.
İsrailli liderler tarihlerinde ilk defa İsrail'in varlığına gerçek anlamda bir tehdit teşkil edecek, stratejik dönüşümlerden bahsetmiştir. İşte Netanyahu'nun sözleri: " Ortadoğu'nun tanık olduğu stratejik değişimler, özellikle de Irak ve Mısır'da meydana gelen değişimler, İsrail'i tehdit etmekte ve riskleri artırmaktadır". Netanyahu yeni rejimlerle ilgili, Mısır ve Irak'ta belirsiz vakıa olarak tanımladığı şey hakkında uyarıda bulunmaktadır. Netanyahu sözlerini şöyle sürdürüyor: "Irak'ta meydana gelen yeni durum, İsrail'in onyıllardır hiç karşılaşmadığı durumlarla karşılaşmasına yol açabilir". Tarih: 28/12/2011 Genelkurmay başkanı Bini Gintes ise "Yeni bölgesel durum, İsrail'i 1967 yılına geri götürmektedir. Arap Baharı olarak nitelenen şey aslında bir bahar değil, bölgeyi sarsan bir deprem." Ardından da ekliyor:
"Ortadoğu'da ortaya çıkmaya başlayan boşlukların beraberinde getirdiği yeni durumda, bölgede demokratik rejimler inşa etmek yerine Radikal İslamcı unsurların girmesi, rahatsız edici bir durumdur. 30/12/2011
Buna bir de Tunus, Fas, özellikle de Mısır'da yapılan seçim sonuçları karşısında siyonistlerin korku ve kötümserliklerini açıkça gösteren açıklamaları eklemek gerekir. Bu, Mısır'ın konumu ve Arap coğrafyasında oynadığı merkezi role ilişkin İsrail bakış açısının dile getirilmesinden ve İsrail'in Mısır karşısındaki gizli ajandasından başka bir şey değildir. Mısır'da bir rejim değişikliği ve eski rejimin İslamcı ya da Arapçı başka rejimlerle yer değiştirmesi gibi hususlar siyonistlerin gündemlerinde olan bir konuydu.
İsraillilerin 2012 yılına ilişkin kehanetleri
Arap devrimlerinin ateşlendiği 2011 yılından yeni yıla geçişte, her yıl yaptıkları gibi İsrailliler siyonist devletin geleceğini tartışmak için üst düzey askeri ve siyasi yetkililerle siyaset ve strateji uzmanlarını bir araya getirerek 2012 yılını değerlendirdi. 2011 yılına ilişkin analizleri kendileri açısından son derece negatifken 2012 yılına dair yaklaşımları ise çok daha karanlık, olumsuz ve kötümserdir. Bazıları bu değerlendirmelerinde işi İsrailin zevaline ve parçalanmasına kadar vardırdı.
Meşhur İsraill şair, Natan Zah, 2012 yılıyla ilgili olarak oldukça kötümser bir tablo çizerek, ortak kimliğin aşınması ve bunun ancak yüzyıllar sürecek bir araya getirme operasyonuyla toparlanabilecek bir dağılma süreci olduğuna değindi. 81 yaşındaki Yahudi şair, Maariv gazetesiyle 31/12/2012 tarihinde yaptığı söyleşide, şunları söylüyor: "İsrail diye tanımlanan ve farklı halklar, farklı diller, farklı kültürler ve farklı değer ve adetlerden oluşan bu yapının dış düşmanın baskısı karşısında ulusal birliğini sağlaması mümkün değildir." Kendisini en çok neyin rahatsız ettiği sorulduğunda, "Ortak temellerin olmaması" yeklinde cevap veriyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: "Din, Siyon Anıları, Ağlama duvarı ve topyekun bir halk olarak direnmemize yardım edecek olan diğer sembollerin tamamı kayboldu ve şu anda bunlardan hiçbirine sahip değiliz. Ortak değerlerimiz birbiri ardına yok olup gidiyor, hatta birlikteliğimizi en sıkı bir şekilde sergileyen ordu bile İsrail toplumunun diğer unsurları gibi dağılmaya başladı."
İsrail'le ilgili yorumunun sonunda, Zah, İsrail'in daha fazla direneceğini zannetmediğini belirtirken, Askeri ve stretajik ilişkiler uzmanı Ron ben Yişay, 30 Aralık 2012 tarihli Yediot Ahronot gazetesinde yazdığı yazıda, İsrail'in güvenliğiyle ilgili herşeyin daha kötüye gittiğini belirterek, "Bugün İsrail'de İran'ın, Suriye'nin, Hizbullah'ın ve Gazze'nin füzelerinin menzili dışında kalan hiç bir güvenli yer kalmadı" diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: "Söz konusu füzeler gerek kemmiyet gerekse kalite olarak son derece ilerleme katetti, bu füzelerin sayısı yüzbine ulaşırken, bunların en az üçte biri, İsrail'e yöneltilmiştir. Arap dünyasında yaşanan depremler, bölgesel, jeo-politik ve tarihsel olarak stratejik bir dönüşüme yol açacaktır. İsrail bakış açısına göre şu ana ilişkin en önemli sonuç, Arap devrimlerinin ilk dalgasıyla yıllar sonra oluşacak olan jeo siyasi duruma geçiş aşamasında yaşanan tereddüttür. Arap dünyasına karşı duyulan şüphe ve tereddüt, İsrail'deki tehditlerin ve fırsatların mahiyetini belirleme karşısında İsrailli yöneticiler üzerine büyük yükümlülükler bindirdiği gibi, bu ikisi arasında tercih yapmak ve ona karşı mücadeleye hazırlanma imkanı da sağlamaktadır.
Bütün bunlara ek olarak, son günlerde Filistinlilere karşı bütün Filistin boyunca uyguladığı yıkım, Filistinlilerin tarihi sembollerinin yok edilmesi, Nakab kentinde yaşamakta olan Filistinlileri tehcir etmek için başlattıkları kampanya, ayrıca İsrail Yüksek Mahkemesinin 1948 topraklarındaki Arapların bir araya gelmesini yasaklama kararı, kutsal kentte Tevrat bahçeleri kurulmasının ilan edilmesi, Yahudileştirme politikalarına ve ırkçı duvarın inşasına devam edilmesi, Gazze'ye yönelik tehditlerin artması ve buna benzer günü birlik işgal politikaları uzantısı uygulamalar, İsraillilerin geleceğe ilişkin giderek artan korkularını yansıtan uygulamalardan başka bir şey değil.
Bölgede meydana gelen olaylar, siyonist devletin akibetine ilişin korkuyu yaymakta, o yüzden tırmandırma siyaseti gütmesine ve bu devletin sonunu getirecek olan süreci hızlandıracak daha fazla savaş çıkmasına neden olmaktadır.
İsrail'in zevaline ilişkin tartışmalar siyasi, akademik ve medya alanlarında giderek daha fazla yer buluyor, buna ilişkin kehanetlerde artış gözleniyorsa o zaman bu çöküş, an meselesi demektir. Şayet Filistinliler ve Araplar kimliklerinden kaynaklanan yükümlülükleri yerine getirir ve İslam dünyasıyla birlik olur, siyonist devlete karşı gerçek bir güç oluştururlarsa, siyonist devletin bu kesin yok oluşunu hızlandırabilirler.
El Cezire internet sitesinden Dünya Bülteni için çeviren: Faruk İbrahimoğlu