İsrail’in güvenlik kaygılarını ve de hırslarını anlamak için başbakan Benjamin Netanyahu’nun ulusal güvenlik danışmanı Uzi Arad’ın kafasının içine bakmalıdır. Mossad emektârıdır ve orada 20 yılını geçirmiştir; kendisi Netanyahu’nun kulağı olur; çalışma odası, Netanyahu’nun odasına birkaç adım uzaklıktadır ve başbakan üzerindeki etkisi bakımından, silahlı kuvvetlerin üst düzey komutanlarını, diğer güvenlik ve istihbarat şeflerini geride bırakmıştır. Uzi Arad, İsrail’in süper-şahinidir. Bazıları onu İsrail’in Doktor Strangelove’ı olarak anar.
Arad’ın başlıca gâyesi, İran’ın nükleer silah imal etme emelini veya bu silahları imâl edeceği araç ve yetenekleri kazanma ihtimalini kalıcı şekilde sona erdirmektir. “Felç edici müeyyidelerin” bu işin altından kalkacağına inanmıyor ve Batılı liderlerin İran’ın nükleer yarışını durdurma konusunda azimli olmayışlarından dolayı müteessir oluyor. Kayda değer sayıda delile bakarak, İran’ın nükleer güç olma azminde olduğuna kânidir.
Uzi Arad, İran uranyum zenginleştirme ve plutonyum üretmekte çalışmalarından vazgeçmediği takdirde ABD ve Batılı müttefiklerinin İran’a askeri saldırı düzenlemesini istiyor. Aslında, önleyici bir saldırının tastamam meşru olduğuna da inanıyor. Vakit çok geç olmadan İran’ın durdurulması gerektiğini savunuyor. Netanyahu’nun İran’ı “dünya barışına karşı en büyük tehdit” ve “uluslararası terörün başlıca sponsoru” olarak şeytanlaştırmasına bakınca bu ay BM Genel Kurulu’nun 67’nci açılış töreninde yapacağı konuşmanın İran karşıtı bir laf kalabalıklığına döneceği kolayca tahmin edilebilir.
İsrail’in İran hakkındaki gerçek niyeti nedir? Paranoya unsurları var şüphesiz. Hitlerin elinde soykırıma uğrayan Yahudiler bir diğer Holokost tehlikesine düşmek de istemiyorlar. Sloganları “bir daha asla.” Azad, İran’dan gelen soykırımvâri tutumlardan bahsetmişti. Ancak İsrail’in yaklaşımında kibir öğesi, kendinden fazla emin olma hali de var. Son 45 yıl zarfında güçlü bir nükleer cephanelik oluşturdu ki tahminlere göre 100 ila 200 nükleer başlığa, çeşitli füze fırlatma araçlarına ve hatta denizaltılardan fırlatılacak “ikinci darbe” yeteneğine sahip; dolayısıyla İsrail, nükleer alanda hiç rekabet istemiyor. Ortadoğu’nun tek nükleer silahlı gücü olmak istiyor ki bölgenin hâkim askeri gücü olmayı sürdürmesinin kilit unsurudur.
Arad ve Netanyahu gibi adamlar İran liderlerinin deli yahut intihar meyillisi olduklarını bir an bile akıllarına getirmezler. İran nükleer güç elde ettiğinde bunları İsrail’e karşı kullanamayacağının ve de ulusal yok oluş riskini göze almayacaklarının farkındalar. Nükleer silahlar, ona sahip olan ülkelere caydırıcılık kazandırırlar yani nükleer bir gücü saldırıdan caydırmaya hizmet ederler. Örneğin hiçbir nükleer güç, nükleer silahlı Kuzey Kore’ye saldırmayı düşünmeyecektir. İsrail, İran ve Ortadoğu’daki diğer ülkelerin nükleer silah formunda bir caydırıcı güç elde etmelerini istemiyor zira komşularına keyfe keder saldırmasını engelleyecektir. İran yahut bir Arap ülkesi nükleer silahlara sahip olsaydı İsrail 2006’da Lübnan’a, 2007’de Suriye’ye ve 2008’de Gazze’ye saldırmazdı.
Araplar ABD ve müttefiklerinin İran’a şu şekilde açık bir ültimatom vermesi gerektiğine inanıyorlar: Nükleer sanayini ortadan kaldır yahut saldırı riskini göze al. Bir askeri misillemeye de cüret etme yoksa daha fazla cezalandırılırsın. Nükleer programı tekrar başlatma çünkü bir kez imha edildiğinde tekrar imha edilecektir.
Bu vahşice güçlü sözleri çeşitli fırsatlarla dile getirmiştir; bunlar arasında geçen Şubat ayında Kanada’da düzenlenen Savunma ve Güvenlik Konferansı da vardır. Neyi öneriyor peki? Birincisi, İran’ın petrol ihracatını zora sokmalı; ikincisi, İran’a yapılacak saldırı nokta saldırı olmalı, sadece nükleer tesisleri ve Devrim Muhafızlarını hedef almalıdır. Böylesi bir saldırının Irak ve Afganistan’dakine benzer bir savaştan daha kolay olacağını ve tali kayıpları azaltacağını savunuyor. İran’a yapılacak bir saldırının tüm bölgeyi ateşe atacağı şeklinde sıkça dile getirilen korkuyu temelsiz diyerek göz ardı ediyor. Patronu Netanyahu gibi Arad da nükleer meselede İran’la uzlaşmayı reddediyor ve NPT anlaşması tarafı olarak İran’ın elektrik üretimi veya tıbbi amaçlı olarak kendi topraklarında uranyum zenginleştirme hakkına sahip olduğunu kabul etmiyor. Onun tüm savı şu: İran nükleer tesislerine saldırı düzenlemek, silahlı bir İran’la yaşamaktan daha az tehlikelidir. İran bombayı ürettikten sonra “militan, aşırılık yanlısı İslami rejiminin gücünü pekiştirecek” ve peşinden Arap ülkelerini de sürükleyecek, onlar da nükleer silah üretecektir. Nükleer silahların yayılması, Ortadoğu’daki hayatı bir kâbusa dönüştürecektir.
ABD Başkanı Barack Obama, İsrail’in dur durak bilmeyen savaş baskısına ve sürekli tehdit yöneltmesine –daha doğrusu, İran’a sen saldırmayacaksan ben saldıracağım ve sen de istesen de istemesen de katılmak zorunda kalacaksın şeklindeki şantajlarına - şimdiye değin direndi. İsrail’i otobüsün altına fırlatma ithamlarına göğüs germek amacıyla Yahudi devletine mâli kaynak yağdırdı; gizli istihbarat desteği verdi; BM’deki veto gücünü İsrail lehine kullandı; son nesil savaş uçakları ve beton delici bombalar dâhil silah desteği sundu. İran’a karşı siber savaşta yani devlet teröründe İsrail’in yanında yer aldı. Ancak İsrail’in süper-şahinine bunların hiçbiri de yeterli gelmiyor. İran nükleer sanayisinin yerle bir olduğunu görmek istiyor o.
Uzi Arad’ın aklını okuyabilen birinin kaydedeceği diğer zorunluluklar nelerdir?
Birincisi, süpergüç Amerika’yla hayati ilişkilerin tüm mâliyetlerini çekme ihtiyacıdır. Bir ittifaktan ziyade bir evlilik, birleşmedir bu; yek diğerinin toplumuna nüfuz etmektir öyle ki ikisinden hangisinin hâkim ortak olduğunu söylemek zor olsun.
İkincisi, İsrail’in Büyük Ortadoğu’daki askeri hâkimiyetini tüm araçlarla garanti altına alma ihtiyacıdır. Bu araçlar arasında savaşlar, sabotajlar, tehdit eden devletlerin parçalanması, 2003’te Irak’ta, şimdi İran ve Suriye’de ABD’yi seferber etmek, siyasi muhaliflere suikast düzenlemek var. (İsrail’in kurbanları arasında Hizbullah ve Hamas’ın eski liderleri, İranlı bilim adamları var. Filistinliler listenin başındadır ve muhtemelen Yaser Arafat da bunlardan biridir.)
Üçüncüsü, bir Filistin devletinin kurulmasını engelleme ihtiyacı var zira bir Filistin devleti, Büyük İsrail rüyasına son verecek ve İsrail’in Arap Filistin topraklarındaki yerleşimlerinin meşruiyetini baltalayabilecektir.
Uzi Arad, tehlikeli bir başbakanın tehlikeli bir danışmanıdır. Yunan mitolojisinde kibir, can düşmanının ortaya çıkmasına yol açar. İsrail’in uzun vadedeki bekası bir Filistin devletinin kurulmasını, tüm bir bölgede barışçıl, işbirliğine dayalı ilişkileri kabul etmesinde hatta bunu yüreklendirmesinde yatar yoksa cinayet, bozgunculuk, hâkimiyet ve savaşta değil.
Kaynak: Agence Global
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı