İsrail'in seçimi

Artık hiçbir ülkede yapılan seçim, sadece o ülke vatandaşlarını ilgilendirmiyor. Uzunca bir süre ABD'deki başkanlık seçimlerini küresel bir seçim gibi izledik, sonuçlarını en az Amerikalılar kadar tartıştık, hani ha gayret dünyada birçok kişinin oy kullanası geldi. ABD gibi küresel dengelerin başoyuncusu olmayan ülkelerdeki seçimler için de benzer bir durum gözlenebilir. Latin Amerika ülkelerinde, Fransa ya da Almanya'da iktidara kimin geçeceği, bundan sonraki dış ilişkilerinin göstergesi olarak ele alınıyor ve her bir toplum karşılaştığı sonuca göre pozisyon alma hesapları yapıyor. Bu haliyle bakıldığında her seçime giden ülkede siyasilerin dış dünyayı hesaplamadıkları, kendi vatandaşlarıyla birlikte başka halklara da mesajlar vermedikleri söylenemez.

İsrail'de de böyle oldu, yakında İran'da da böyle olacak.

İsrail seçimlerinin matematiksel galibi Tzipi Livni'nin liderliğindeki Kadima oldu, 120 sandalyeli Knesset'de 29-30 sandalye alacak. Katılımın yüksek olduğu, yaklaşık 3.5 milyon kişinin oy kullandığı seçimlerde Benyamin Netanyahu'nun önderliğindeki Likud ikinci sırada kaldı, aradaki sandalye farkı ise ya bir ya iki. Biri diğerinden çok farklı eğilime sahip olmayan bu iki partiden Likud daha şahin, Kadima sadece şahin olarak tanımlanabilir. Ancak bu iki partinin şahinlik düzeyini güvercin bile saymaya yol açacak bir diğer parti daha var ki o da İsrail Evimiz Partisi. Gazze sorunundan kurtulmanın en kestirme yolunun nükleer silah kullanıp herkesi öldürmek olduğunu ve İsrail vatandaşı Arapların hemen ülkeden atılmalarını savunan Moldova göçmeni Avigdor Lieberman üçüncü oldu. Batı tipi sosyal demokrat çizgide olduğu söylenebilecek İşçi Partisi ise aşırı milliyetçiler kadar bile oy alamadı.

Tüm dünyada milliyetçi akımların yükseldiği söylenebilir, ama herhalde İsrail'deki kadar keskin bir yükseliş az yerde görülür. Muhtemelen Gazze savaşı, İsrail'deki toplumsal dokuya düşünülenden daha fazla zarar vermiş. Filistin ile sorunları çözmeden bölgede esasen bir İsrail de kurulamayacağı tam olarak öngörülemiyor. Bu öngörü varsa da anlaşma için sadece Filistinlilerin değil İsrail'in de fedakárlık yapması gerektiği anlaşılamıyor. Sonuçta İsrailliler kaderlerini epey sağ bir koalisyona teslim etmiş oluyorlar.

Ortaya çıkan sonuç, İsrail'deki siyasal istikrarsızlığın süreceğine işaret ediyor. Ayrıca Filistin sorununun çözümünde radikal barışçı adımlar atılamayacağının da bir göstergesi gibi. Bununla birlikte, savaş ve orantısız güç kullanımına dayalı bir siyasetin sürdürülmesinin fazla imkanı bulunmuyor. Savaşın ekonomik ve sosyal maliyeti, İsrail'e istikrarsızlık olarak dönüyor; küresel düzeyde İsrail karşıtlığını besliyor, müttefiklerinin küresel siyasetlerini engelleyici etki yaratıyor; Irak, İran, Suriye, Pakistan ve Afganistan'la ilgili sorunların çözümünde zorlaştırıcı rol oynuyor. Dolayısıyla bugünkü sertliğin aynı biçimde sürdürülmesi rasyonel değil, ancak olası barış görüşmelerinde pazarlıkların eşiğini yukarıda tutma arayışı olarak görülebilir.

İsrail'in yeni yönetimi, akılcı davranacaksa, barış görüşmelerinin itici gücü olmayı göze alabilir. Zira kalıcı barış, tam da barışa yanaşmayanlar tarafından kurulabilir. İsrail yönetimi bu konudaki desteği içeriden alma şansına sahip gözükmüyor, seçmen tercihini yaptı. Bu koşullarda yeni yönetim desteği dış dünyadan alabilir ve tam da bu haliyle seçimlerin küresel düzeyde herkesi etkilemesi durumu pekişir.

Dış dünyanın görünür oyuncuları Mısır ve Türkiye olurken görünmez oyuncuları ABD ve İngiltere olacak gibi. Bu durumda ise öznenin Filistin değil İran olması kaçınılmaz görünüyor.

Star Gazete