İsrail'in lider kadrosu sınıfta kaldı

 

ABD Başkanı Barack Obama bu haftaki zirvede İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’ya karşı iyi niyetle doluydu. Yerleşim inşası moratoryumundan veya Türk yardım filosuna düzenlenan saldırıdan hiç bahsedilmedi.

Özel konuşmalarda, Beyaz Saray heyeti ve hatta İsrail heyeti de, Obama’nın durumu alttan almasının göründüğü kadar aşağılayıcı olmadığını ve moratoryumun sessiz sedasız uzatılması için güvence verildiğini söylediler. Yine de Obama, Netanyahu’nun marttaki ziyareti sırasında ailesiyle yemek yerken onu aşağıda beklettiği ve ikilinin birlikte bir fotoğraf çektirmesine bile müsaade edilmediği soğuk karşılamayı tersine çevirmek için epey ter döktü.

Bibi 1997’de de saçmalamıştı
Netanyahu’nun bu sefer daha dostane karşılanmasının nedeni yeterince açık. Obama’nın, kasımdaki Kongre seçimlerinde kazanabileceği her oya ihtiyacı var. Cumhuriyetçiler Obama’yı İsrail karşıtı olarak yaftalamaya çalıştı ve bir parça başarılı da oldular. İsrail yanlısı lobi grupları, Demokrat senatörlere ve Kongre üyelerine yoğun baskı uygulayarak Beyaz Saray’ın daha misafirperver davranmasını talep ettiler.

İsrail’le ABD arasındaki kısa süreli çatışmanın bu sonucu şaşırtıcı değil. Tümüyle yaklaşan seçimlere odaklanan Beyaz Saray, İsraillilerin Filistinlilere kötü muamelesinin ve bölgede aşırı güç kullanımının İsrail’i ABD açısından yük haline getirdiğine dair bizzat kendi genelkurmayından ve güvenlik politikası kurumlarından gelen tedirginlik işaretlerini dikkate almıyor.

Bu kurumlar, ister açık denizde Türklere ister Gazze ve Lübnan’da Filistinlilere karşı olsun, sorumsuz ve yanlış hükümler olduğunu düşündükleri eylemlere ABD’nin ne olursa olsun destek vermeyeceği uyarısında bulunuyor.

Geçmişteki gibi bugün de bu itirazlar sonuç vermedi. İsrail liderleri yaptıkları yanlışların sonuçlarından bir genel Amerikan sigortasıyla korunmaya devam ediyor. Hatta onlar bunları hata olarak bile görmüyor, zira İsrail propagandası, Türk barış eylemcilerini engellemeleri için öldürmeye eğitilmiş seçkin askerlerin kullanılması gibi budalalıkları bile makul kararlar gibi gösteriyor.

Hiçbir hata kabul edilmediğinden, bunların tekrarlanmaması için de bir sebep yok. Daha da kötüsü, İsrail’in siyasi ve askeri liderleri Müfettiş Clouseau kadar hata yapabilme becerilerine rağmen koltuklarında oturmaya devam edebiliyor. Hem Netanyahu hem Savunma Bakanı Ehud Barak, kariyerlerinin başarısız operasyon kalıntılarıyla dolu olmasına rağmen başarılı savaş ağaları gibi kasım kasım kasılıyor. Filo fiyaskosunu anlamak zor değil aslında. Netanyahu 1997’de başbakanken, Mossad’ın Amman’da bir Hamas liderini ofisinden çıkarken kulağına yavaş etki eden bir zehir enjekte ederek öldürmeye çalışmasına da izin vermişti. Plan tutmamış; iki Mossad ajanı yakalanmış ve Netanyahu, Kral Hüseyin tarafından panzehiri vermeye ve tutuklu Filistinlileri serbest bırakmaya zorlanmıştı.

İzak Rabin’in 1995’te öldürülmesinden beri İsrail dünyanın en aptal ve en az sorumluluk sahibi lider kadrolarından biri tarafından yönetiliyor. Fiyaskoları her ne kadar propagandalarla ve Amerikan sigorta poliçesiyle maskelense de, İsrail’in askeri ve güvenlik operasyonlarında tekrar tekrar hatalar yapmasını başka hiçbir şey açıklayamaz. İsrail politikasının o kadar büyük bir bölümü seçmenlerin içinde bulunduğu tehdit hissiyatının üzerine kurulu ki, gerçek tehditlerle uğraşma kapasitesi yok olmuş durumda.

Onca askeri şöhretine rağmen İsrail’in son kazandığı savaş ta 37 yıl önce, 1973’te Mısır ve Suriye’ye karşı yaptığı savaştı. 1982’deki Lübnan istilası, bu ülkenin güneyinde İsrail işgaline karşı 18 yıllık bir gerilla savaşının başlamasına yol açtı ve 2000’de İsrail’in apar topar geri çekilmesiyle sonuçlanmaktan başka bir işe yaramadı.
Son 10 yıldaki askeri operasyonlarının hiçbiri amaçlarına ulaşamadı.

Siyasi liderler öylesine sık aptallıkla suçlanır ki, acaba İsrail’deki liderler başka yerlerdekilerden daha da mı aptalca davranıyor diye sormak gerekiyor. Bu durum esasen, İsraillilerin kendi propagandalarına kendilerinin inanmasından ve yurtdışındaki destekçilerinin de yaşananlar dini bir meseleymiş gibi çarpık bir bakış açısı benimsemesinden kaynaklanıyor. Gerek liderleri gerek yandaşlarıyla İsrailliler, dünyayı tümüyle çarpık bir biçimde algılıyor. Bu kibir, kendini haklı görme hissini ve küstahlığı besliyor; bunlar da İsraillileri dost ve müttefiklerinden uzaklaştırarak, tekrar tekrar liderlerinin düşmanlarını fazla hafife almasıyla sonuçlanıyor.

İsrail’in hareketlerini eleştirenler, ister İsrailli barış eylemcileri ister Türk hükümetinden kişiler olsun, terörü destekliyor gibi gösterilerek şeytanlaştırılıyor. Bu fantezi dünyasında liderler sağduyulu politikalar oluşturmada ve oluştursalar bile bunu seçmenlere satmakta zorlanıyor. İsrail’in bugünlerde Beyaz Saray koltuklarından başka hiçbir yerde zafer kazanamaması şaşırtıcı değil.

Türkiye geç bile kaldı
Türkiye’nin Ortadoğu’da bir bölgesel güç olma yolundaki ilerleyişi sürerken, ülke ‘yüzünü Doğu’ya döndüğü’ yönündeki iddiaları da savuşturuyor. Aslında ülkenin nüfuzundaki artışın bu denli geç gelmesi şaşırtıcı, zira Türkiye, İran dahil tüm komşularından daha güçlü. Türkiye içindeki bölünmeler daha da derinleşiyor. Ilımlı İslamcı fakat demokratik AKP’yle laik fakat otoriter muhalifleri arasında ne zamandır devam eden kavga alevleniyor. Kürt gerillalarla merkezi yönetim arasındaki mücadele de öyle. Bir diplomat, “Türk hükümeti yurtdışında gösterdiği ılımlılık ve aracılık eğilimini kendi evinde nadiren gösteriyor” diyor.

AB hasta yatağında yatarken bir ülkenin hâlâ daha birliğe girmek istemesi şaşırtıcı. Nitekim Türklerin heyecanı da hızla söndü. Ekonomisi birçok AB ülkesinden daha hızlı genişleyen Türkiye’nin üyelik istemesinin nedeni ekonomik olmaktan ziyade siyasi. Üyelik çabası son yıllarda darbeleri, işkenceyi, keyfi tutuklamaları ve sansürü önlemede güçlü bir panzehir görevi gördü.
 

Türkiye’nin AB üyelik başvurusu en sonunda ölü ilan edilirse tüm bunlar tersine dönebilir. (8 Temmuz 2010)

 


Kaynak: Radikal