İsrail'in Gazze'ye yaşattığı 'Sıcak Kış'ın ardından


İsrail ordusunun yıllardan beri abluka altında tuttuğu Gazze'ye yönelik gerçekleştirmiş olduğu "Sıcak Kış" operasyonunda başvurduğu orantısız güç, onlarca masum sivilin ölümüne neden olması ve özellikle ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın harekâta "meşru müdafaa hakkı" kapsamında verdiği destek, söz konusu saldırının sadece Gazze'yi değil, tüm bölgeyi etkisi altına alacak çok daha sıcak günlerin yaklaşmasına sebebiyet vereceğini göstermektedir.  
 
"Tzahal"ın, İsrail topraklarını hedef alan "Kassam" füzelerini durdurma kasemi ile yola çıktığı ve hâlihazırda devam eden Gazzeli Filistinlilere yönelik acımasız saldırısı tasvip edilmesi imkânsız olduğu kadar; Arap-İsrail sorununun daha da içinden çıkılmaz bir hal almasına neden olmaktadır. Anlaşılan, 2005 yılında demokratik bir seçim sonrası iktidara gelen Hamas örgütüne karşı yürütülen yıldırma ve yok sayma politikasının sonuçsuz kalması, beklenenin aksine El Fetih ile söz konusu örgüt arasındaki kardeş kavgasının geçici bir uzlaşma ile sonuçlanması İsrail'i daha da öfkelendirmiştir.

Görülen odur ki; Olmert hükümetinin şiddete dayalı bir politika sürdürmekteki ısrarının nedeni, Filistin meselesini çözmek üzere giderek yayılan ılımlı, olumlu ve dengeli bölgesel ve uluslararası hamlelere yönelik olarak Tel Aviv'in müzakere masasında sıkışacağı ve taviz vermek zorunda kalacağı tedirginliğinden kaynaklanmaktadır.

Operasyonun, Winograd raporunun açıklanmasının ertesinde gerçekleşmesi, bu raporda sözü edilen, İsrail'in Lübnan'a yönelik saldırı sonrasında zedelenen itibarının geri kazanılması için geniş kapsamlı, sert ve yıpranan "bölgenin en önemli ordusu" imajını toparlamak için böyle bir harekâta ihtiyaç duyulduğunun vurgulandığı bir döneme denk gelmesi dikkat çekicidir.

Başbakan Ehud Olmert "Terör örgütlerine karşı mücadeleyi bir anlığına bile durdurmaya niyetimiz yok. Vatandaşlarımızı korumak için operasyonları sürdürmemize hiçbir güç engel olamaz. Kimsenin bize etik dersi vermeye hakkı yok"; Savunma Bakanı Ehud Barak'ın "Durumun kötüleşmesinden Hamas sorumlu. Bedelini ödeyecek, büyük kara operasyonu elimizin ucunda"; Savunma Bakan Yardımcısı Vilnai'nin "Roket saldırıları yoğunlaştıkça Filistinliler büyük bir soykırımı (şoah) davet ediyorlar, çünkü kendimizi savunmak için tüm gücümüzü kullanacağız" sözlerinde ortaya konulan açılım barıştan yana bir tavrın kabullenilmediğini göstermekte olup, bu durum çok daha büyük sorunları beraberinde getirecektir.

Aslında düşündürücü olan hususların başında ABD'nin uzun yıllardan beri Ortadoğu'daki en önemli müttefiki olarak gördüğü İsrail'in bu operasyonuna karşı izlediği tutum gelmektedir. Her ne kadar Başkan Bush, gerek Ortadoğu gezisindeki söylemlerinde gerekse daha sonradaki beyanlarında altını çizdiği "2008'in barış yılı olacağı" izlenimi vermişse de Beyaz Saray sözcüsü Gordon Johndroe'nun, "Filistinlilerin bir seçim yapması gerek. Bu, terörizm ile İsrail'le barış ve güvenlik içinde yan yana yaşayacak bir Filistin devletinin kurulmasını sağlayacak siyasi çözüm arasında yapılacak bir seçim." açıklamasında bulunması ve öncelikle Hamas'ın roketlerle İsrail vatandaşlarını hedef almaktan vazgeçmesi gerektiğini vurgulaması, İsrail'in kınanmasını içeren bir BM Güvenlik Konseyi tasarısına karşı ABD'nin tek başına kalma pahasına da olsa tasarıyı veto etmekten çekinmemesi ve Condoleezza Rice'ın operasyonun hemen ertesinde temaslarda bulunmak üzere barışı değil, İsrail hükümetinin empoze ettiği yeni gündemi görüşmek üzere bölgemize gelmesi gibi hususlar Beyaz Saray yönetiminin barış güvercini görüntüsünü zedelediğini açıkça ortaya koyduğu gibi Annapolis ve Paris zirvelerinde benimsediği Washington tezlerine de ağır bir darbe indirmiştir.

Düşündürücü olan diğer bir husus ise İsrail'in Gazze operasyonu gibi eylemleri gerek Filistin'de gerekse bu toprakların dışında sık sık tekrarlamasına rağmen Arap âleminin bu saldırılara karşı kayıtsız kalmakta ısrar etmesidir. Saldırı günlerden beri bütün şiddetiyle devam ettiği halde Arap Birliği genel sekreterinin ancak 5 gün bekledikten sonra, birliğe üye ülkelerin dışişleri bakanlarını toplantıya çağırması bu tepkisizliğin boyutlarını gözler önüne sermektedir. Bu bakımdan söz konusu saldırıdan esas zarar görecek olan taraf başta İsrail'in kendisine yakın bulduğu Mahmud Abbas, Mısır, Ürdün, Tunus, Fas gibi ılımlı Arap ülkeleri olacaktır. Nitekim bu bağlamda, Abbas'ın harekâtın hemen ertesinde barış görüşmelerinden çekildiğini açıklaması ve Kahire'nin sert tutumu kendi kamuoyları nezdinde bu çıkmazdan kurtulma çabası olarak görülmelidir.

Sonuç itibarıyla Gazze'ye yönelik acımasız saldırı, Hamas füzelerine karşı basit gerekçeler taşıyan bir güvenlik operasyonu olarak değerlendirilmeyip, harekâtın siyasal ve stratejik hedefler içerdiği gözden uzak tutulmamalıdır. Nitekim İsrail'den yükselen "Kassam" füzelerinin Tahran menşeli olduğu yönündeki açıklamaları bu saldırının arkasında yatan hedefler arasında ilk planda İran rejiminin bulunduğunu ortaya koymuştur. Dahası Amerikan "Vanity Fair" dergisinin gelecek nisan sayısında ele alacağı haberde de doğrulandığı İsrail'in, ABD ile birlikte Hamas'a karşı El Fetih'i güçlendirmek için, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün eski iç güvenlik sorumlusu Mehmet Dahlan'ın kontrolüne bırakılmak üzere 1,7 milyar dolarlık bir bütçe ayırması, gerginliği tırmandırma yönündeki politikasından da vazgeçmediğini göstermektedir. İsrail'i barışa taşıyabilecek tek alternatif, bu pervasız ve bölgeyi ateş çemberi içerisine alacak yaklaşımlar yerine kendi içinde gerçek anlamda siyasî çözüm arayışlarını, barışı isteyen bir hükümete kavuşması ve iç siyasetinde yeni sesler ve oluşumların önünün açılması olacaktır. İsrail kamuoyu, yıpranmış olan ülke prestijinin düzeltilmesinin şiddet içeren senaryo ve eylemlerden değil; yapıcı, köklü ve uzlaşmaya dayalı hamlelerden geçtiğini bilmelidir. Ancak, çözümün tek anahtarı olarak Tel Aviv görmemek gerektiği kanaatindeyiz. Bu bakımdan İsrail saldırısı sonrasında yüzlerce masumun ölmesine, binlerce Filistinlinin evsiz kalması sonrasında zafer kutlamaları yapmayı tercih eden Hamas'ın yaşanan acılar üzerine inşa ettiği politikaları terk edip, pragmatik ve sorunun çözümüne yönelik seçenekleri ortaya koymasının zamanı gelmiştir.
 
Kaynak: Zaman