Amin Maalouf’un Doğudan Uzakta aldı kitabında İsrail’in ‘’kuruluş’’ politikası ile ilgili yaptığı aktarım çok önemli. İsrail batıya karşı sonuna kadar mağdur rolü oynarken, bölgedeki Arap Devletleri’ne karşı ise yenilmez bir güç olduğu imajını çizmeye çalıştı. İsrail’in bu iki taraflı imaj politikası, Filistin Mağduriyeti ile ilgilenen herkes tarafından kolay şekilde tespit edilmekte. Tabii ki bu yoruma katılmayanlar olabilir. İsrail’in uluslararası hukuka aykırı şekilde kurulmasına izin veren batı dünyasının hakim güçlerinin/lobilerinin, İsrail’in mağdur olup olmamasını dikkate almadığı savı öne sürülebilir. Ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde İsrail’in ‘’haklı’’ mücadelesinin özellikle batı dünyasında üstüne oturtulduğu meşruiyet zemininden kaydığı görülmekte.
İsrail’in 2014 yılının Temmuz ve Ağustos aylarını kapsayan katliamlarının faturası insanlık açısından ağır oldu. İnsan Hakları İçin Hekimler Örgütü (Physicians for Human Rights-PHR), İsrail’in Gazze’deki son bombardımanıyla ilgili yayınladığı 237 sayfalık “Gazze Gerçekleri Araştırma Raporu”; İsrail’in 8 Temmuz 2014’te Gazze’ye askeri müdahalede bulunduğunu, 50 günde 2 bin 100’den fazla Filistinlinin hayatını kaybettiğini ortaya koydu. Ayrıca ölenlerin en az yüzde 70’inin sivil olduğuna da mezkur raporda dikkat çekildi. Rapora göre 500’ü çocuk 11 binden fazla kişi yaralanırken 100 binden fazla kişi ise evsiz kaldı. Birileri çıkıp ‘’İsrail bunu hep yapıyor, niye bunları tekrar tekrar hatırlatıyorsunuz?’’ diye serzenişte bulunabilir. Ancak bu katliamın akabinde İsrail’i uluslararası arenada zor duruma düşürecek bir sürü gelişme yaşandı. Bu bağlamda İnsan Hakları İçin Hekimler Örgütü’nün bu raporunun uluslararası camiada çok ses getirdiğini hatırlatalım.
Her ne kadar Netanyahu’dan tepki görse de, BM İnsan Hakları Konseyi’nin Temmuz Ağustos katliamlarını soruşturmak üzere kurduğu BM Gazze Araştırma Komisyonu 2014 Aralık ayında bölgeye ulaştı. Komisyon başkanı Shabas, İsrail’in kendini taraflı davranmak ile itham emesi sebebiyle görevinden istifa etti. Böylelikle İsrail uluslararası arenada daha da komik duruma düştü. Çünkü İsrail’in söz konusu komisyonun çalışmalarını engellemeye çalıştığı herkes tarafından biliniyor.
Filistin yönetimi bu süre içerisinde boş durmadı. Filistin mağduriyetini destekleyen devletler ile sağladığı işbirliğini arttırdı. BM Güvenlik Konseyi’ni tabiri caizse bir kez daha yokladı. İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesini ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin Devletinin kurulmasını öngören BM Güvenlik Konseyi karar tasarısı gündeme getirildi. Aralık 2014’te karar tasarısı reddedildi. Tasarının kabul edilmesi için 15 üyeden 9'unun destek vermesi ve daimi üyeler ABD, Çin, Rusya, Fransa ve İngiltere 'den herhangi birisinin veto yetkisini kullanmaması gerekiyordu. ABD kendinden bekleneni yaparak İsrail’i koruyan anaç tavuk tavrını yine takındı. Kararı veto etti. Böylece BM Güvenlik Konseyi’nin en temel problemi olan veto yetkisi, uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye atma pahasına bir kez daha suiistimal edilmiş oldu.
Güvenlik Konseyi kararına karşın Filistin yine atağa geçti. Aralarında Roma Statüsü’nün de bulunduğu 20 uluslararası antlaşmaya imza attı. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) temelini oluşturan Roma Statüsü'nün Filistin için 1 Nisan'da yürürlüğe gireceğini açıkladı. Her ne kadar ABD Dış İşleri Bakanlığı Sözcüsü Jan Psaki, ABD'nin, Filistin'in UCM’ne katılmak için uygun şartlara sahip olmadığına inandığını ifade etmiş olsa da UCM ve Filistin arasındaki bağın tescillenmesi uluslararası camiada heyecan yarattı. Ayrıca ABD, Filistin’e her yıl yaptığı 400 milyon dolarlık yardımı kesme tehdidinde bulundu. Hatırlanacağı üzere Filistin, UCM'nin yargılama yetkisini 13 Haziran 2014'ten itibaren kabul ettiğine dair beyanda bulunmuştu. Bu yüzden UCM, söz konusu beyan tarihinden bu yana bölgede medyana gelen olaylara bakmakla yükümlüdür. Bu durum hem ABD’nin hem de İsrail’in zoruna gitti, gücendiler. Nitekim 16 Ocak 2015 tarihinde UCM Savcısı Fatou Bensouda, Filistin’deki durumla ilgili olarak bir ön soruşturma açma kararı aldığını belirtti.
BM tarafından da tespit edilmiş olan İsrail işgali, uluslararası camiada daha fazla göze batmaya başladı. Bölgede İsrail aleyhine bir sıkışma yaşandığını görmemek imkansız. Bu sıkışmanın arkasında Filistin’in 31 Ekim 2011’de UNESCO’ya kabulü (bu olay ABD’nin 60 milyon dolarlık yardımını kesmesine sebep olmuştur), BM tarafından 29 Kasım 2012 tarihinde gözlemci devlet statüsünde tanınması ve BM üyesi 193 ülkenin 134'ü tarafından bağımsız bir devlet olarak kabul edilmesi gibi olayların olduğunu hepimiz biliyoruz. Bununla birlikte İsrail’in 2014 katliamları sonrasında ilk defa bir AB üyesi devlet Filistin’i tanıdı. İsveç’in tanıma kararına ek olarak muhtelif AB üyesi ülkelerin aynı kararı alabilecekleri kulisleri dönmeye başladı. Sonuç olarak 193 BM üyesi devletten 135’i Filistin’i tanıdı. Tanıyan devletlerin nüfusu Dünya’nın %80’ini oluşturmakta. İsrail lobisi baskı altında. İsrail’in karşısında daha profesyonel hareket eden ve oyunu kurallarına göre oynamayı öğrenmeye başlayan bir Filistin var. İsrail’in dayak attıktan sonra ağlama numarası artık tutmuyor. Bilgi çabuk aktarılan ve kolay elde edilebilen bir şey haline geldi. Olayları çarpıtmak eskisi kadar kolay değil. Lobicilik faaliyetleri de eskisi kadar belirli bir grubun inhisarında değil, ya da bu inhisardan daha fazla kurtulmaya başladı. Yakın gelişmeleri merakla bekliyoruz.
Selman Öğüt, SETA Araştırmacısı