"İsrailci" lobinin son takıntısı "gayrimeşrulaştırma"dır. İsrail'in politikalarını eleştirenler, İsrail'i, var olma hakkını reddetme manasına gelen "gayrimeşrulaştırma"ya çalışmakla suçlanırlar.
Hatta Başkan Obama da bunlara katıldı ve 19 mayıstaki konuşmasında "Filistinlilerin İsrail'i gayrimeşrulaştırma çabaları başarısızlıkla neticelenecektir" dedi.
Görünüre göre Obama, Filistinlilerin Birleşmiş Milletler nezdinde sonbaharda devlet olarak tanınma planına işaret ediyordu. Bunun İsrail'i nasıl gayrimeşrulaştıracağını tahayyül etmek ise zordur.
Her şeyden önce Filistinliler İsrail topraklarında değil, tüm dünyanın (İsrail de dahil) 1967'deki savaştan sonra İsrail tarafından işgal edilmiş olarak tanıdığı topraklarda devlet kurmaya çalışıyorlar. Birleşmiş Milletler'e gitme niyetinde olan Filistinliler, İsrail'i ortadan kaldırmayı değil, İsrail'in yanı başında bir devlet kurmaya çalışıyorlar. Bu devlet, bir zamanlar İngiliz mandası altında olan tarihi Filistin topraklarının sadece yüzde 22'sini kapsayacak, kalan yüzde 78 ise İsrail'in elinde olacak.
"Gayrimeşrulaştırma" kavramı tamamen eskide kalmıştır.
İsrail "meşruiyetini" 63 sene önce Birleşmiş Milletler kendisini tanıdığı zaman elde etti. İsrail dünyada en güçlü ekonomilerden birine sahiptir. Ordusu, bölgedeki en güçlü ordudur. Karadan, denizden ve havadan fırlatabileceği 200 kadar bombadan oluşan nükleer cephaneliği vardır.
Tüm bunları göz önüne alınca İsrail'i "gayrimeşrulaştırma" kavramı saçma geliyor. İsrail'in gayrimeşrulaştırılması mümkün değildir.
Öyleyse lobi neden bahsediyor?
Cevabı basit: Hemen hemen her ölçüye göre gayrimeşru olan Batı Şeria'nın işgali ve Gazze'ye ablukaya karşı gittikçe şiddeti artan muhalefetten bahsediyor. Sadece gayrimeşru olmayan, aynı zamanda uluslararası hukuka göre kanunsuz da olan yerleşim yerlerine olan muhalefetten bahsediyor. İsrail'in Filistinlilere eşit hak vermesi için yapılan çağrılardan bahsediyor.
Lobinin konuyu işgalin mevcudiyetinden İsrail'in mevcudiyetine çevirmekteki kararlılığı stratejik olarak mantıklıdır. Zira konu işgale geldiğinde İsrail'in söyleyecek hiçbir sözü yoktur. Tüm dünya (İsrail hariç) işgalin sona ermesi gerektiğini kabul ediyor. Elbette İsrail, var olma hakkı ve bunu savunma hususunda ise her türlü tartışmada galip gelir.
İşte bu yüzden Başbakan Binyamin Netanyahu, İsrail silahlı savaşçılar olsun masum siviller olsun Filistinlilere her saldırışında bu saldırıları örtbas etmeye çalışırken hep İsrail'in "meşru müdafaa hakkı"na başvurur.
Eğer tüm İsrail-Filistin tartışmaları İsrail'in kendisini savunma hakkı konusunda olsa bu tartışmayı İsrail kazanır. Fakat tartışma işgal konusunda olursa -ki FKT'nin İsrail'i tanıdığı 1993'ten beri gerçekten de böyledir- kaybeder.
İsrail hükümetinin de lobinin de "gayrimeşrulaştırma kuvvetleri"nden endişeli olmadığı zamanlar çok gerilerde kalmadı.
Aksine, 1993'te Başbakan İzak Rabin'in Filistinlilerin Batı Şeria ve Gazze'de devlet kurma hakkını tanımasından sonra Arap olmayan 9 Müslüman ülkeyle Afrika'da Sahra çölünün altındaki 43 ülkeden 32'si İsrail'le ilişki kurdu. Dünyanın en büyük iki pazarı Hindistan ve Çin, ticari ilişkiler başlattı. Ürdün, barış anlaşması imzaladı, birkaç Arap emirliği de İsrail'le bir hayli iş yapmaya başladı.
Arapların İsrail boykotu sona erdi. Yabancı yatırımlarda patlama meydana geldi. Müslüman dünya da dahil olmak üzere dünyanın büyük bölümü ilişki kurmak ya da ilişkileri derinleştirmek için İsrail'in kapısını çalarken kimse "gayrimeşrulaştırma"yı tartışmadı.
Bu eğilim, İsrail hükümeti barış sürecine erçekten bağlı göründüğü sürece devam etti.
İsrail’in bir zamanlar uluslararası alandaki yüksek konumunu en çarpıcı şekilde Başbakan İzak Rabin’in 1995’teki cenazesi gösterir. Cenaze merasimi uluslararası temsil bakımından Başkan Kennedy'ninkiyle yarışacak boyuttaydı.
Dünyada hemen hemen her ülkeden liderler saygılarını belirtmek üzere Rabin’in cenazesine katılmışlardı: Başkan Clinton, Prens Charles, Mısır ve Ürdün liderleri, Avrupa’daki tüm başkan ya da başbakanlar, Afrika ve Asya’nın büyük bölümüyle (Hindistan ve Çin de dahil), Latin Amerika, Türkiye, Fas, Moritanya, Umman, Katar ve Tunus’tan üst düzey yetkililer. Yaser Arafat da bizzat Bayan Rabin'in Tel Aviv’deki dairesine giderek taziyelerini bildirmişti.
Dünya, onun yönetiminde İsrail Filistinlilerle barış yapılması gayesine sarıldığı için Rabin için yas tutu. Rabin’e gösterilen saygı, - eski düşman ülkeler arasında ticari ve diplomatik ilişkilerin başlangıcı olurken – İsrail’in Yahudi devleti olduğu için tecrit edilmediğini ve bu yüzden gayrimeşru olmadığını, aksine Filistinlilere muamelesinden dolayı tecrit edildiğini net bir şekilde gösterir.
İşte bugünün meselesi de budur. İsrail’i gayrimeşrulaştıran Filistinliler değil işgali sürdüren İsrail hükümetidir. Baş gayrimeşrulaştırıcı da Binyamin Netanyahu’dur. Netanyahu’nun tepeden bakarcasına barışı reddetmesi İsrail’i uluslararası alanda parya devlet haline dönüştürüyor.
Netanyahu, ABD Kongresi’nde konuştuğu zaman utandıracak derecede ayakta alkışlar aldı. Ama bu sadece İsrail lobicilerinin gücünü gösterir.
Netanyahu’nun dünyanın başka bir parlamentosunda bir kez bile ayakta alkışlanacağı kuşkuludur ki, buna İsrail de dahildir. Netanyahu’nun Kongre’de gördüğü kabulün bize (bir kez daha) öğrettiği şudur: Para tüm kapıları açar. Öyleyse yeni olan nedir ki?
O halde, Madison Avenue’dan mesaj gönderenler, dikkatleri zekice başka tarafa yöneltmelerinden dolayı kesinlikle alaka gösterilmesini hak etseler de “gayrimeşrulaştırma” konusundaki konuşmaları kaale almayalım. İsrail’in problemi işgaldir, İsrail hükümeti de işgali savunuyor, lobi de Kongre ve Beyaz Saray’da buna destek veriyor.
Bir kez daha ortaya çıkıyor ki, İsrail’in “en iyi dostları”, en kötü düşmanlarının arasındadır.
Kaynak El Cezire
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas