'İsrail sorunu' nasıl 'Filistin sorunu' oldu?

Siyonizmin siyasi bir aksiyona dönüşmesi ile Filistin sorunu ortaya çıkmıştır. Theodore Herzl’in girişimleriyle İsviçre’nin Basel kentinde toplanan Siyonist Kongre’de alınan kararlar doğrultusunda Siyonistler harekete geçtiler( Herzl’den önce, Portekiz kökenli bir Yahudi olan Mordehay Manuel Noah 1850’li yıllarda yazdığı bir kitapta Yahudilerin Filistin’de toplanması fikrini ortaya atmıştır).

Fransız Devrimi ile Avrupa’da diğer unsurlarla birlikte hür ve eşit yurttaşlar haline gelen Yahudiler, önce içinde yaşadıkları ülkelere intibak etmek istemişlerdir. Ancak çeşitli denemeler bunun mümkün olamayacağını kendilerine göstermiştir. Özellikle Fransa’daki Dreyfus Davası, Yahudilerde ve Theodor Herzl’de Sion’a dönüş ülküsünün canlanmasına yol açmış ve Siyonizm doğmuştur. Basel Kongresi’nde alınan kararlardan birinde, Siyonizmin amaçlarını gerçekleştirmek için hükümetler nezdinde teşebbüslerde bulunmak karar altına alınmıştır. Herzl’in Abdülhamit nezdindeki girişimleri bunun neticesindedir. Ancak bu girişimlerden netice alınamamış, Siyonistler, I. Dünya Savaşı’nın sonunu beklemek durumunda kalmışlardır.

Herzl-Abdülhamid görüşmesi

2 Kasım 1917’de, Lord Arthur James Balfour* tarafından, Leonel Walter Rothschild’e sunulan kişiye özel mektup, tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçmiştir. Balfour Deklarasyonu İngiltere’nin Yahudilere İsrail Devleti’nin kuruluşu doğrultusunda verdiği teminat olarak da görülebilir. Leone Rothschild ve Rothschildler** sanki Yahudilerin ve İsrail Devleti’nin hamisi gibidir, bu gelişme ile İsrail’in kuruluşu doğrultusunda önemli bir mesafe alınmıştır. Sonrasında II Abdülhamid ile görüşen Herzl, çeşitli vaadlerle Filistin’den Yahudiler için yer almak için uğraşır. Sultan Abdülhamid, sorunu Filistin sorunu şeklinde düşünmemiştir. Halife Abdülhamid sıfatına uygun davranır. Sorun bütün Müslümanların ve de bölgedeki herkesin sorunudur. Ve de bölgede kurulması muhtemel bir Yahudi devleti, bölgenin, giderek dünyanın sorunu olacaktır. Sultan Abdülhamid sorunu bu şekilde ele alır.                                                                                                                             

Cumhuriyetle birlikte biz Araplar ile aramıza mesafe koyduğumuzdan sorun İsrail ile Müslümanlar arasında bir sorun olmaktan çıkmış Arap-İsrail sorununa dönüşmüştür-indirgenmiştir? 1950-60 arası DP ve Menderes, İsrail ile dengeli bir ilişki sürdürmektedir. Süveyş Kanalı sorunu sebebi ile Menderes’in İsrail büyükelçisini geri çağırmasını, Bülent Ecevit 28 Kasım 1956 tarihli Ulus gazetesinde yazdığı “Türk elçisi niçin geri çağrıldı?” başlıklı yazısında eleştirir. Tarihin ironisi midir nedir, Ecevit, ahir ömründe son başbakanlığında “İsrail soykırım yapıyor” mealindeki sözleriyle şiddetli bir kampanya ile karşı karşıya kalmış Musevi’lerden özür dilerim demesi ile de durumu kurtaramamıştır. Bilindiği gibi merhum Ecevit hakkında daha önce, Yıldırım Akbulut hakkında üretilen fıkraları aşan fıkralar üretilmiştir. Esasen bu şekilde Ecevit’in kişilik haklarına da saygısızlık yapılmıştır.

Filistinlilerin Kara Eylül’ü

Sorunun Arap-İsrail sorunundan Filistin sorununa dönüşmesi-indirgenmesi süreci, genel çizgileriyle şu şekilde cereyan etmiştir: 1967’deki Altı Gün Savaşları, Arapların açık yenilgisi ile sonuçlanır. Akabinde 1971’deki Filistinliler için kara olan Eylül’de Kral Hüseyin katliamına ve sürgününe maruz kalan FKÖ’nün, sorunu artık zaruri olarak Filistin sorunu şeklinde telakki etmesine zemin teşkil eder. 5 Haziran 1967’de İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan ve altı gün süren savaş, “Üçüncü Arap-İsrail Savaşı”, “Altı Gün Savaşı” veya “Haziran Savaşı” isimleriyle bilinir. Arap ittifakına Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de asker ve silah yardımıyla katılırlar. Savaşın sonunda Mısır’dan Sina Yarımadası’nı, Suriye’den Golan Tepeleri’ni ve Filistin’in Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail topraklarını dört katına çıkarır. Sonrasında Sina Yarımadası’ndan Mısır lehine çekilen İsrail süreç içinde diğer toprakları ilhak eder. İsrail’in BM kararlarını da uygulamaması sonraki dönemde bölgede birçok sorunun kaynağını oluşturur. Sonrasında Kara Eylül olarak adlandırılan olaylarda, Altı Gün Savaşları’nda olduğu gibi Ürdün Kralı Hüseyin’in ikili oynaması hatta ihaneti vardır. Malum olduğu üzere Kara Eylül Filistinlilerin sürgün edilmesidir. Sürgün, Filistinlilerin önemli bir bölümünün ölmesi ile neticelenir. Yine bu süreçte Kral Hüseyin, ABD Başkanı Nixon, Kissinger ve İngilizler ile çok yönlü ilişkiler içindedir. Bütün bu olup bitenler neticesi Filistinli Araplar yalnızlık duygusuna kapılmışlardır. Ki bunun temelsiz olmadığı da süreç içerisinde Arap devletlerinin tavrı ile anlaşılır. Bunun sonucu olarak Filistinliler kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiği düşüncesiyle kendi direniş örgütlenmelerini oluşturma gereği duyarlar. Bu eksende direnişi merkezileştirmek ve konuyu uluslararası kamuoyuna taşımak amacıyla FKÖ oluşturulur. Bu teşkilat bir yandan diplomatik-politik olarak mücadele verirken diğer yandan da silahlı direnişi organize eder.

Sorunun İsrail-Filistin ve giderek de Filistin sorunu şeklinde telakki olunması çağımızın en bariz ve en ciddi zihin operasyonu-manipülasyonu örneklerindendir. Açık ve kati bir şekilde ifade etmek gerekir ki ortada bir Filistin-İsrail sorunu yoktur. Sorunun bu şekilde ifade edilmesi tarihi ve mantıki olarak yanlıştır. Üzerinde durulmadığında basit ve önemsiz görülecek bu ifade tarzı sanılanın üstünde ve ötesinde bir öneme sahiptir. Esasen ortada Filistinliler diye bir millet de yoktur. En fazla Filistinli Araplar tabiri doğru olabilir. Bölgeye Filistin adını verenler tarih öncesi çağlarda Grek kıyılarından doğu Akdenize inerek demir çağının son bulmasına neden olan deniz kavimlerinden Filistililer olduğu sanılmaktadır. Bu halkın kadim bir medeniyete dayandığı söylenir. Dolayısıyla bu Filistililer ile bugünkü Filistinli Araplar arasında bir devamlılık ilişkisi ve bu bağlamda organik bir bağ yoktur. Ancak mesele şudur ki Hz. Musa önderliğinde Mısır’dan çıkan İsrailoğulları Filistin’e yerleşmişlerdir. Ve geçerken belirtmek gerekir ki İsrailoğulları “hak yolunda” olduğu ve kendilerine ‘tebliğ olunanı’ diğer kavimlere-insanlara, tebliğ etmeleri için-tebliğ ettikleri sürece, seçilmiş kavimdir. Seçilmiş olmalarının anlamı budur. Yahudilerin buradan hareketle kendilerini ayrıcalıklı ve üstün bir ırk-kavim telakki etmeleri hakikatin tersyüz edilmesidir. Demek ki İsrailoğulları epeydir seçilmiş kavim değildir. Yahudiler, tarihte defalarca gadre ve sürgüne maruz kalan Yahudiler en son 31 Mart 1492’de Katolik birliğini gerçekleştirmiş olan Kral Ferdinand ve Kraliçe İsabella tarafından, Müslümanlar ile birlikte İspanya’dan kovulmuşlardır.

‘Seçilmiş halk’ metaforu

Peki, sorun niçin Filistin sorunu şeklinde kavranılmakta ve ifade edilmektedir? Evvela Yahudiler binlerce yıl önce Hz. Musa’nın öncülüğünde nasıl Filistin’e yerleşmişse binlerce yıl sonra yeniden “vaat edilmiş” topraklara bu günkü Filistin’e dönmüşlerdir. Çünkü inançlarına göre geri dönmeleri gerekmektedir. Demek ki senaryonun da böyle kurgulanması gerekmektedir.

İkinci sebep; Milliyetçilik-ulusçuluk cereyanına ve ulus-devlet mantığına uygun olarak Filistinliler diye bir ulus icad edilmiş olmasıdır. Benedict Anderson’un ‘hayali cemaatler’de etraflıca anlattığı süreç burada da yaşanmaktadır. Oysa Filistinliler ayrı bir ulus değildir. Dediğimiz gibi en makul ifade ile Filistin’de yaşayan Araplar vardır.

Arap cephesi daraltılır

Üçüncü neden cephenin daraltılmasıdır. Müslümanlar ile Yahudiler arası sorundan Arap İsrail sorununa oradan da İsrail Filistin sorununa doğru indirgenen bir seyir vardır. Sorun sıradan bir ifade sorunu değildir. Bir zihin manipülasyonunun dışına çıkıp-çıkamama sorunudur. Kaldı ki her türden ifade sorunu, bir zihin karışıklığının yansımasıdır. Toplumsal kargaşa da bunun neticesidir. Kelimelerin ve kavramların rastgele kullanılması, kavram ile varlık arasındaki mesafenin açılması neticesidir. Bunun neticesi de zihin bulanılıklığı ve zihniyet karmaşasıdır. İnsan ile eşya ve hayat arasındaki irtibatın zayıflamasıdır. İfade sorunu ve kavram kargaşası bunun neticesidir. Buradan hareketle dünyanın, özellikle de Müslümanların Filistin sorunu diye bir sorun tanımaması, ortada İsrail’in yarattığı bir insanlık sorunu olduğunu kavramaları ve sorunu bu şekilde ortaya koyması, tarihi ve aktüel açıdan bir zorunluluktur. Son olarak; -gelinen noktada Yahudilerin Filistin’de Araplar ile beraber yaşama hakkı olmakla birlikte- tarihte bilinen zamanlarda bir kavmin ‘burası bizim eski toprağımızdı’ diye bir bölgeye geri dönüşünün söz konusu olmadığını da hatırlamakta fayda vardır.  

* Zamanın İngiltere dışişleri bakanı. 

** Rothschildler dün ve bugün dünya iktisadi ve siyasi üzerinde tesiri olan Musevi ailelerindendir.

celaltahir@gmail.com

 Kaynak: Star