İsrail, İran'a karşı Türkiye'yle krizi köreltmek zorunda

Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ı Dökme Kurşun Operasyonu'nun ertesinde İsrail'in önde gelen muhalifi görünümüne bürünmeye iten şey neydi? Bu, Başbakan Ehud Olmert'in operasyondan sadece birkaç gün önce Ankara'yı ziyaret edip Türkleri olacaklar konusunda uyarmamasından kaynaklı kişisel bir küçük düşme meselesi mi? İsrail'in eski Ankara büyükelçisi Zvi Elpeleg, vaktiyle Türkiye'nin Filistin meselesi konusunda en az Ermeni meselesi kadar hassas olduğu uyarısında bulunmuştu. Türkiye'deki milyonlarca insan sınırlarının ötesinde ne olup bittiğiyle alâkadar değil, bir istisna dışında: Filistin.

Türklerin Filistinliler için duydukları endişenin kökleri derinde. Türkler, Filistinlilerin ızdırabının Filistin'de Osmanlı hâkimiyetinin hüküm sürdüğü dönemde başladığını söylüyor. Osmanlılar ülkede Yahudi yerleşimlerinin başlamasına izin verdi. Osmanlılar ayrıca Filistinlileri en sadık tebaları olarak görüyordu. Filistinliler orduda yer aldı, savaştı, yüksek rütbeli subay oldu, sultandan kahramanlık beratları aldı, Türk kadınlarıyla evlendi ve en önemlisi de Osmanlı İmparatorluğu'nun bozulmadan devam etmesini umut etti, böylece onun şemsiyesi altında Arap milliyetçiliğini uygulamaya koyabileceklerdi.

Gazze'deki son kriz sırasında, Türk basını genelde Türkiye'nin güçlü çabalarını Arap rejimlerinin pasifliğiyle kıyaslamaya odaklandı. Bir gazete "Arap rejimlerinin ilgisizliği, biz Osmanlı Türklerinin, Araplardan daha uzun bir süre Filistin'i yönetmiş olmamızdan mı kaynaklanıyor?" diye soruyordu.

Krizin başlangıcı Türkiye'nin bakış açısından umut vericiydi, zira geçen yıl Türkiye İsrail'le Suriye arasında arabulucu rolüyle öne çıkmıştı. Mısır'ın Hamas'ı şiddetle eleştirmesi göz önüne alındığında, Gazze'nin Türk arabuluculuğu için uygun olduğu düşünüyordu. Türk gazeteleri ülkenin yükselen konumuyla ilgili 'Neo-Osmanlıcılık' ve 'Altın Çağ' manşetleriyle coşuyordu. Ama sonra bir şey resmi bozdu ve suç İsrail'e kaldı. Suriye, Erdoğan'ın Olmert'in ziyaretiyle küçük düşmesinin ardından İsrail'le müzakereleri askıya aldığını duyurdu. Erdoğan, "Ben sizin İspanya'dan sürülen atalarınızı kabul etmiş olan Osmanlı'nın torunuyum; siz acı çekerken biz sizin yanınızda olduk" diye itiraz etti. Arabuluculuk görevini eninde sonunda Türkiye değil de Mısır'ın kazanması, küçük düşmeye katkı sunmaktan başka işe yaramadı.

İsrail'in stratejik pozisyonu açısından en büyük tehlike, Türkiye'yi İran'la 'ters taraftan periferi ittifakının' kollarına itmektir. 1950'ler ve 1960'larda bölgemizde, Arap olmama ve Moskova'ya husumet duyma noktasını paylaşan aktörlerin ittifakı başroldeydi. Zamanla bu gruba Türkiye, İran, İsrail, Etiyopya, Iraklı Kürtler; Lübnan ve Sudan'daki Hıristiyanlar katıldı.

Türkiye ve İran'ın merkezi aktörler olarak yeni bir ittifak -birleşme faktörü İsrail'e düşmanlık olacaktır- oluşturmasından kaçınmak en iyisi. Ankara-Tahran ilişkileri her zamankinden iyi, aralarındaki ticaret gelişiyor ve Türkiye İran'ın nükleer programı konusunda özel endişe duymuyor. Yine de keskin açıklamalarının yanı sıra Erdoğan'ın, muhalefetin İsrail'le ilişkileri kesme çağrısını reddettiğini ve ülkenin dış ilişkilerinin 'duygusal olmadığını' açıklığa kavuşturduğunu not etmekte fayda var. 

Türkiye'yle yakın ilişki, İsrail açısından kritik önemde. Erdoğan'la kavgalı olmamalıyız. Krizi köreltmenin ve ilişkileri tamir etmenin bir yolunu bulmalıyız. Bu Kudüs'teki yeni hükümet için ivedi bir görev olacaktır. (İsrail gazetesi, Bar-İlan Üniversitesi siyasetbilimi bölümünde öğretim üyesi ve üniversitenin Begin-Sedat Stratejik Çalışmalar Merkezi'nde üst düzey araştırmacı, 2 Şubat 2009)

Kaynak: Radikal