Düşünce dünyasında zaman zaman bazı konular tartışılıyor. Bu tartışmalarda dünya görüşleri ile ilgili olanlar biraz daha çok dikkat çekiyor. Son zamanlarda bu manada fark edilen bir husus İslâmcılık üzerine yapılan tartışmalar oldu. Medyada birçok isim, İslâmcılığı yeniden ele alıp tartışıyor. İslâmcılığın bitip bitmediği üzerinden fakat ağırlıklı olarak defansif bir konumlanışla yetinilen ve genişleyerek yayılan bir tartışma bu. Oysa yapılan tartışmalarda ortaya konulara argümanlara bakıldığında çoğu kimsenin konuyu doğru bir biçimde ortaya koymadığı/ sorgulamadığı hemen fark ediliyor. Sürmekte olan bu tartışmalar hakkında genel kanaatimi kısaca aktarmak istiyorum.
Tartışmanın kanaatler düzleminde kaldığı söylenebilir bu noktada Badiou’dan hareketle. Ona göre hakikat yerleşik bilgileri azleder ve böyle kanaatlere karşı çıkar. Çünkü “ kanaatler dediğimiz şeyler zanna tekabül eden hakikati / doğruluğu olmayan temsiller, dolaşımdaki bilginin anarşiklarıdır.” İnsan öncelikle bu İslâmcılık tartışmalarının bağlamını doğru kavramak durumundadır. Bunu yaparken de mesele hakkında hem yakın zamanda hem de görece daha uzak zamanlarda yapılan tartışmaları hatırlamak zorunluluğu bulunmaktadır.Benzer tartışmalar 2004 yılında da yapılmıştı. Düşünce dünyasının biraz hafızası olsa yakın tarihlerde yazılanları parça parça yana yana bırakmak yerine tartışmaya ekleyerek devam ederdi. Sol İlahiyat tartışmalarında da böyle olmuştu. Altmışlı yıllar atlanmıştı. İslâmcılık tartışmalarında bir örnek olağanüstü açıklayıcı olabilir. Sözgelimi iki binli yılların başında yapılan “yeni İslâmcılık” tartışmasını hatırlayan var mı? Acaba o tartışmanın açtığı hattan giderek bugün mevcut iktidarın İslâmcılık adına ‘kutsanmak’ istediğini söyleyebilir miyiz?
Şayet bu mümkün görülebilir ise muhafazakâr demokrat manifestoyu nereye koyacağız? İktidarın Sait Halim Paşa’sı olsa bile bu var olanı olumlamak için yeterli midir? Acaba Sait Halim Paşa’yı mücessem kılacak muhtemel adaylar kimlerdir? O zaman Ekspres dergisinin neo-İttihatçılık konusu etrafında yapmış olduğu tartışmalara Enver Paşa yanında başka isimleri de dâhil etmek gerekecek. İslamcılığın “iktidar” talebini postmodern kültürün kavramlarıyla olumsuzlama siyaseti tersine döndü. O yüzden, İslâmcılık tartışmalarını doğru değerlendirmek için tartışmaların içinde bulunulan toplumla ve dünyayla bağlantısını doğru kurmak lazım.
Yaygın olan tartışma retoriğinin meselenin özünü tüm özellikleriyle anlamak ve anlamlandırmak için gerekli olan düzeyi yansıtmaktan oldukça uzak olduğunu da belirtmeliyim. Bazıları geçmiş yıllarda bir yandan “bal gibi” İslâmcı olduğunu ifade etmiş diğer yandan İslâmcılık hakkında komplocu bir bakışı yaygınlaştırarak İslâmcılığın nihayete erdiğini söylemişti. Bir zamanlar İslâmcılıktan uzak olanların bugün kendilerini kolaylıkla İslâmcı olarak tanımlamaları da tuhaf. İslamcılığın kişi için herhangi bir zaruret ortaya çıkarmayan, kolay olarak benimsenebilir ve terk edilebilir bir kimlik hâline gelişinden bahsedilebilir aslında, yani o sol jargonla “bedel ödemeyi” gerektiren bir durumun ortada kalmaması, yani siyasalın silinmesi. Ve ayrıca klasik sağcılığın aşınmasından dolayı bir tür İslâmcılıkla eşitlenmesi, hatta sağcılılık ve milliyetçilik açık açık para etmediği için bunların da İslâmcı olarak kendilerini takdim etmeleri gibi daha çetrefil meseleler de yok değil.
Tartışmalardan söz ettim. Gerek dünyada gerekse Türkiye’de İslâmcılık hakkında ve on/ları/un dönüşümü konusunda yakın zamanda yayımlanan ve mahiyetleri bakımından aynı düzlemde olmayan çok sayıda kitap yazıldığını bilmek gerek. İslâmcılık üzerine yazanların bu kitapları bilmeleri, analiz etmeleri ve bu kitapların dünyasında İslâmcılığın değişimi, dönüşümü konusunda öne çıkan konular üzerinden hareket etmeleri beklenir. Yine aynı şekilde dergiler düzleminde İslâmcılık konusunu irdeleyen önemli yazıların, soruşturmaların yayımlandığının da farkında olunması gerekir. Bugün İslâmcılık denildiğinde esas yankı yapması gereken tartışmalardan ziyade biraz nostaljik biraz da meseleye giriş düzleminde ve genellikle kültürellik temelinde yapılan tartışmaların ramazanda gündeme getirilen teravih tartışmalarından pek farkı yok doğrusu.
Abdurrahman Arslan’ın, Asaf Bayat’ın, Alev Erkilet’in, Cihan Tuğal’ın, Hamza Türkmen’in, Patrick Haenni’nin, M. Kürşad Atalar’ın, Susan Buck- Moors’un, Cihan Aktaş’ın, Ayşegül Komşuoğlu’nun, Ümit Aktaş’ın, Rıdvan Kaya’nın, Ahmet Çiğdem’in vb. isimlerin yazdıkları kitaplarda veya yazılarda İslâmcılık konusunda söylediklerinden haberdar olunmadığı, olunsa da sessiz kalınması,tartışmanın hâlâ doksanlı yıllar düzeyinde veya bu yıllardaki alışkanlıklarla yapıldığının önemli göstergelerinden biri. O yüzden Olivier Roy anımsanıyor fakat Asaf Bayat anımsanmıyor desem abartmış olmam sanırım. Çünkü Roy’un değerlendirmelerini konuşmak geçmişi Bayat’ın değerlendirmelerini konuşmak büyük riskleri içinde barındıran bugünü ve geleceği konuşmaktır. Elbette gazeteler aktüel olaylar üzerinde dururlar. Çağdaş iletişim tekniğinin, günübirlik bir iletişim aracı olarak var olan gazetelerin sütunlarının kapasitesinin tartışmalara nüfuz edemeyeceği düşünülebilir. Bu nedenle bu isimlerin yazdıklarının hepsinin ayrıntılı olarak ele alınmaması doğal. Ancak günümüzde İslâmcılık denildiğinde ilk olarak akla gelen kavramsal çerçeveler ve fiili olgular üzerinde suskun kalınmasının ardından kaleme alınan kimi zaman resmi görüşü kimi zaman gayri resmi görüşü yansıtan yazılarla bulunulan farklı ve çatışmalı konumların tahkim edilmeye çalışılması tartışmanın sahihliğine halel getiriyor. Siyasala yapılan vurgu tabii olarak AKP’de bedenlendiği buna karşın muhalif olma pozisyonu siyasal öncesi görüldüğünden muhalif olma durumu neredeyse tümüyle olumsuzlanıyor. Bu durum biraz da Türkiye’de İslâmcılık üzerine yazma ve düşünme eyleminin özellikleriyle ilgilidir. Çünkü Türkiye’de İslâmcılık üzerine yazma eylemi konjonktürel olanla çok sık iç içe geçmiştir. Sözgelimi Ali Bulaç’ın İslâmcıları üç nesle ayırması yeni yapılan bir ayırım gibi takdim edilmekte ve tartışılmaktadır. Oysa Bulaç bu konudaki kanaatlerinin ana iskeletini iki binli yılların başında önce Ahmet Hakan Coşkun’lu İskele Sancak’ta dile getirmiştir. 28 Şubat ve 11 Eylül gölgesinde yapılan bu programın deşifre edilmesiyle oluşan kitap Ali Bulaç ile İslâmcılık Üzerine adıyla Eylül Yayınları tarafından 2001 yılında basılmıştır. Bulaç, benzer analizlerini Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce’nin 2004’te yayımlanan İslâmcılık cildinde de sürdürmüştür. Fakat bu konular o yıllarda nedense sınırlı bir çevre dışında konuşulmamıştır.
O nedenle İslâmcılık meselesi etrafında kavramsal ve analitik düşünce ortaya koymak tavrı güçlü olmadığı gibi meseleleri zamanında tartışmak da pek mümkün ol(a)mamaktadır. Türkçe dışındaki dillerde çıkan ve tercüme edilen kitapların düşünsel içeriği muhtemelen konu etrafında yazılan Türkçe kitaplarda henüz yok. Bizdeki İslâmcılık çalışmalarında da bu tarz bir analitik bakış gerekir. İslâmcılık üzerine çokça yazan isimlerden Ali Bulaç’ın Din, Kent ve Cemaat - Fethullah Gülen Örneği (2008) kitabının analitik niteliğinin Göçün ve Kentin Siyaseti - (MNP’den SP’ye Milli Görüş Partileri - (2009) Göçün ve Kentin İktidarı - Milli Görüş'ten Muhafazakar Demokrasi'ye AK Parti - 2010) kitaplarının niteliğinin farklı olması İslâmcılık konusundaki düşünsel tartışmaların seviyesinin gerilediğinin somut bir örneğidir. 2004’ten önce kaleme alınan yazıların yeniden başka başka formlarla güncellenmesi İslamcılığın kavram çerçevesini ayrıntılandırmaya ve olgunlaştırmaya katkı sunmaktan oldukça uzaktır. İslâmcılıktaki kırılmanın 28 Şubat’la herkes tarafından fark edildiğini değil başladığını ifade eden ve pek çok kimse tarafından benimsenen yaklaşımlar da bir başka yaygın yanlış. Türkiye’de İslâmcılık açısından gereğinden fazla önemsenmiş isimlerin çalışmaları açısından maalesef mevcut tablo bundan öteye geçememektedir.
AKP’li yıllarda ana hatları bakımından iki mecrada seyreden İslâmcılık üzerinde düşünmek serüvenine dikkat etmek gerekmektedir. İlki AKP’li yıllarda İslamcılığın zayıfladığına, eklemlendiğine dairdir. İkincisi mevcut iktidar tecrübesinin İslamcı olduğuna dairdir. Bu yaklaşımlardan ilki 2002’den bu yana zayıflayarak varlığını korumuştur. İkincisi ise 2007 sonrasında iniş çıkışlar görülse de yükselişe geçmiştir. Halen de devam etmektedir. Dönemlerin getirdiği farklılaşmanın İslamcı olarak bilinen çevrelerce nasıl anlamlandırıldığı üzerinde mutlaka durulmalıdır.
Özellikle kültürel popülizm, hegemonya ve neoliberalizm üzerinden yapılan tartışmalara neredeyse hiç atıf yapılmaması tartışmaların hâli pürmelalini daha güzel ortaya koyabilir. İslâmcılıkta konumlanan yazarların kolaylıkla muhafazakârlık eleştirisi yapmaları fakat muhafazakârlıkla İslâmcılığın farkları (veya benzer noktaları) konusunda referans değeri olan bir metin kaleme almamış olmaları da önemli husustur. İslam’ın eklektik olamayacağı ifade edilirken öncelikle sol ve sosyalist etkilenmelerin eleştirilmesi fakat liberalizmden gelen eklektik yaklaşımlar konusunda hiç ses çıkarılmaması da bir başka önemli nokta. Çok partili hayata geçildikten sonra özellikle Ali Fuat Başgil’in din - devlet ilişkileri konusunda ortaya koyduğu yaklaşımları “katıksız” olarak benimseyen İslamcı çevreler genel olarak liberalizmle ve liberal demokrasiyle entelektüel düzlemde hep barışık oldular. Dolayısıyla liberalizme dönük esaslı eleştiriler ortaya koyamadılar. İlginçtir, son dönemde Müslüman düşüncenin yaygınlaşan metinlerinde bu eklektik olma durumu daha bariz bir biçimde görülmektedir. Acaba bunlar hatırlanıyor mu veya biliniyor mu? Pek zannetmiyorum. Bu yüzden, paradoksal olarak, sol içinde yapılan İslâmcılık tartışmaları siyasalı anlama konusunda bazı noktalarda kendilerini İslâmcı olarak addeden isimlerin yapmış oldukları tartışmalardan daha yeni ve “derinlikli”. Yoksa neredeyse on yıl önce yazılan/ortaya atılan düşüncelerin bugün hatırlanması ve revaç bulması başka nasıl izah edilebilir? Demek ki bir noktanın altının belirgin bir şekilde çizilmesi gerekiyor. Artık düşünce dünyası İslamcılığın eski ve yeni meselelerine pek ilgi duymuyor. İlgi duyulsa ve süreklilik söz konusu olsa eski tartışmaların aynı içerikte ısıtılması pek mümkün olmazdı. Gün gelir bu çarpıklıklar daha net bir biçimde ortaya konulur belki. En azından bunun olabileceğine inanıyorum. Bazı konuların ve sorunların geç ve güç anlaşılır olması hatta anlaşıldığının sanıldığında bile ne ölçüde vahim yanlışlıkların yapıldığı ortaya çıkacaktır.
Artık İslâmcılık etrafındaki tartışmalar Osmanlı İslâmcılığını, Namık Kemal üzerinden inşa edilen Osmanlı oryantalizmini, Fransız devrimciliğine karşı Anglo-sakson muhafazakârlığı yüceltisini, Milli Görüş hareketinin gömlek metaforlu romantik ‘yüceltisini’, altmışlı yılların “sapma”sını tahkir etmeyi bir yana bırakmak durumundadır. Çünkü artık vakıa sadece ‘kültürel’ etrafında dönen bir tartışma olmayı çoktan aşmıştır. Neoliberalizm, postmodern çokluklar dünyası, tarihselcilik, müphemlik, kaynaklara dönüşün mahiyeti, cemaat, haz ve hız dünyası, pasif devrim… gibi tahlil edilmesi gereken temel kavramlar ve filli olguları yeniden düşünmemizi zorunlu kılan bir yön almıştır. Nasıl bir İslâmcılık diye sorulacak bir sorunun “gerçekçi” cevabını vermede, bu kavram ve olgulara yeniden bakılması, bazı meselelerin anlaşılması bakımından daha net bir manzara ortaya koyacaktır.
Unutulmamalıdır ki, İslâmcılık önemseniyorsa AKP’li yıllarda gerek dünyada gerekse Türkiye’de bu konu üzerinde/etrafında sorulan ciddi soruların cevaplanması lâzım. İslâmcılıktan ziyade bir özel alan siyaseti olarak dindarlığın yaygınlaşıyor olmasından pasif devrime, neoliberalizmden iyilik hareketine, “sahura kadar açık” ekran dindarlığından oryantalist hayırseverliğe, post-Kemalist analizlerde unutulan post-İslâmcılıktan sağcılığa, İslâmcı literatürün postmodern çoğulluk karşısında yaşamış olduğu aşınmadan yeni neslin trendlerine pek çok konuyu tartışmak gerekir. Bu konulara dikkat çeken analizler meseleleri daha belirgin olarak bir noktaya getirebilir, anlayabilir. Ve bu suretle soru/n niçin İslâmcılıktan nasıl İslâmcılık düzleminde daha doğru dürüst tanımlanabilir.
Bu yüzden öncelikle “İslâmcılık vardır” diyenlere çok fazla görev düşer. Gene de nehri geçerken iman tazeleme dolayısıyla arınma imkânını içinde barındıran bu tartışmalardan umutlu olmak gerekir.