'İslamcılık'la savaş yalnızca nefret ve şiddeti tetikler

Yeni-muhafazakârlar geri döndü. Bu zehirli-Mesihçi karışım, dışarıda savaş çığırtkanlığı yaparken, bize Irak, Afganistan, Guantanamo ve Londra “bombardımanları”na mal olan McCarthizm de kamusal hayatta yeniden yol haritası halini aldı. Liberal müdahale yanlılarının kahramanı Tony Blair, dün bir kez daha “radikal İslam tehlikesi”ne karşı askeri harekât talebinde bulundu.

Kendisine ve George Bush’a “terörle mücadele” adı altında gerçekleşen katliam ve hilekârlık sürecinde rehberlik etmiş bu zihniyet yapısını yeniden benimseyerek, eski Başbakan, “İslamcılığa” karşı başlatılan Haçlı Seferleri’ni yeni bir boyuta taşıdı. Blair’ın talebi, Batı’nın Rusya ve Çin ile İslamcılığa karşı “modern” dünya görüşünü desteklemek adına, ortak bir amaç doğrultusunda iş birliği yapması gerektiği yönündeydi.

Öte yandan, Suriye’ye -Rusya destekli- bir askeri müdahale ve büyük çoğunluğunu İslamcıların ve cihatçıların oluşturduğu silahlı muhaliflere yardım edilmesi amacıyla daha “aktif tedbirler” alınması talebinde bulunan da yine Blair’dı. Bu, açıkça, özünde anti-demokrasi olan çılgınca ve çelişkili bir zihniyet: Ortadoğu barış elçisi, içten bir şekilde Mısır diktatörlüğünü onaylıyor ve Körfez ülkelerindeki baskıcı otokrasilerin arkasında duruyordu.  

İslam coğrafyasında gerçekleştirdiği askeri müdahaleler büyük ölçüde itibarsızlaşmış, Kazakistan diktatörü tarafından finansal olarak desteklenmiş ve Britanya halkının üçte biri tarafından savaş suçlusu addedilmiş birinin medyada neden bu denli dikkate alınması gerektiği de tam olarak belli değil. Ancak bunun bir nedeni, onların [medyanın], siyaset ve güvenlik kurumlarının gücü elinde bulunduran gruplarıyla uyum içinde olmalarıdır.

Britanya’da “radikal” İslamcılık karşıtı kampanya tam sürat devam ediyor. Aslında, şu an Müslüman cemaatini hedef alan av sezonu başlamış durumda. Geçtiğimiz birkaç hafta içerisinde, “Truva Atı Operasyonu” adıyla, Birmingham’da 25 devlet okulunu kontrol altına alınıp, katı İslami kurallara göre idare edileceğine dair sözde “İslami komplo” haberleri birkaç katına çıktı.

Uzun süre Blair’ın yandaş olmayanlara karşı yürüttüğü karalama ve sindirme operasyonlarını desteklemede başı çeken eğitim sekreteri Michael Gove, bu haberlere tepkisiz kalmadı ve başlarında Londra Emniyet Müdürlüğü Dedektiflik Masası terörle mücadele eski başkanı Peter Clarke olmak üzere, olayı soruşturması ve radikal İslamcıların peşine düşmesi için bir müfettiş ordusu görevlendirdi.

Ancak tüm deliller, “Selefi ele geçirme planı ya da Truva Atı Operasyonu”nun, bir iş davasıyla ilgili kurmaca bir oyun, asılsız bir iddia olduğuna işaret ediyor. Okul müdürü, planı yapan kişinin aslında 20 yıl önce okulla ilişiğinin kesildiğini iddia etti. Belgelerde yer alan tek anonim olmayan isim ise, Selefi birine ait değil. West Midland polis amiri dahi, Peter Clarke’ın soruşturma başvurusunu “talihsiz” olarak nitelendiriyor.

Buna rağmen, şu anda yürütülen dört resmi soruşturma var. Müfettişler okulları dolaşıp öğretmenlerin homofobik olup olmadıklarını soruyor ve “anti-terörizm” hakkında eğitim vermemelerini gerekçe göstererek okullarının denetimden başarısız not alacağını söylüyorlar. Tüm bunlar yaşanırken, Gove’un medyadaki müttefikleri de tahrik edici dedikodularla besleniyor.

Yerel halk, gerçeğin, Müslüman’ların okullarında daha fazla görünür olmasının çocuklarına “İslam’ı benimsetmek” için değil, standartları yükseltmek adına olduğu konusunda ısrar ediyor. Ancak yaşanan kargaşanın mal olduğu sonuçlar, cemaatsel ilişkilerin sarsılması ve sıradan Müslüman’ların “radikal” olarak yaftalanma korkusuyla sivil hayatta yer almada temkinli davranmaları oldu.

Bu sırada, Yardım Vakfı Komisyonu başkanı William Shawcross ve diğer yeni-muhafazakâr ideologlar, “radikal İslamcılığın” hayır kurumları için “en ölümcül” sorun olduğunu ve önüne geçilmesi için sıkı tedbirler alınacağına dair kendilerine söz verildiğini deklare ettiler. Bu açıklamaların ardından, medyada sık sık “radikal İslam bağlantılı” ifadesiyle anılan Tower Hamlets’in Müslüman belediye başkanı ve İşçi Partisi meclis eski üyesi Lutfur Rahman, yeni bir medya saldırısının hedefi oldu. Herhangi bir görevi kötüye kullanma durumu polis tarafından tespit edilmemiş olmasına rağmen, Cemaatler Bakanı Eric Picless [belediyeye] müfettişlerini gönderdi.

Bunu, David Cameron’ın çok daha kaygı verici, Müslüman Kardeşler’e ve onunla bağlantılı “silahlı radikallere” hem Britanya hem de sınır dışında “soruşturma” bildirisi takip etti. Seçenekler arasında Müslüman Kardeşler’i terörist bir oluşum olduğu gerekçesiyle yasaklama ihtimali de bulunuyordu. Müslüman dünyasının en etkili siyasal oluşumuna karşı bu soruşturmanın yapılmasına dair motivasyon, Britanya’nın Suudi Arabistan büyükelçisi Sir John Jenkins’in bu görevi yürütmesi için atanmasıyla da ne bir şekilde ortaya konmuştu. Suudi ve Mısır rejimlerinin her ikisi de, seçimi kazanan Müslüman Kardeşler’in bir ölümcül tehdit ve terörist oluşum olduğunu ilan ettiler.

Böylelikle, Riyad’ın gönlünü almak adına -yani birkaç milyar poundluk silah anlaşmasını neticelendirmek ve Britanya’yı, yeni gelişmekte olan Mısır-Suudi Arabistan-İsrail ekseninde konumlandırmak adına- Cameron, [Müslüman Kardeşler karşıtı Suudi ve Mısır rejimlerinin] önüne bir kemik attı. Eğer Cameron gerçekten Müslüman Kardeşler hakkında bilgi almak isteseydi, Kardeşliğin seçilmiş başkanı Kahire’deki kanlı darbe sonucu devrilmeden önce, Mayıs ayında elçisi ile birlikte yedikleri öğle yemeğinde istediği bilgiye ulaşabilirdi.

Diğer bir seçenek olarak, William Hague Britanya’nın teçhizat ve nakit, Amerika’nın ise silah yardımıyla desteklediği Suriye’deki muhalif ittifakın Müslüman Kardeşler üyeleriyle de iletişime geçebilirdi. Ancak bu, genç Britanyalı Müslümanların Suriye’de savaşmasının ülke güvenliği için çok büyük bir tehlike unsuru olacağını ısrarla savunan hükümet yetkilileri için bir utanç nedeni olabilirdi.

Batı’nın Ortadoğu’da izlediği politika, gittikçe sürrealist bir hal almaya başladı. Britanya, Amerika ve müttefikleri, her ne kadar kendilerinin geri planda durduklarını ve “uzlaştırıcı” bir rol üstlendiklerini iddia etseler de, pratikte, İslamcı -ve el-Kaide üyesi- Suriyeli muhalif güçlerin safında yer alıyor, ayı zamanda isyandan doğabilecek herhangi bir aşırılığa da mahal vermeyerek, tüm bölgede İslamcılar üzerindeki baskıyı destekliyorlar.

Suriye’de savaşmaya ya da kaynak göndermeye gönüllü olan Britanyalı Müslümanlar ya tutuklanıyor ya da terör suçlusu olmakla yargılanıyorlar. Diğer taraftan, 2011’de Libya’ya savaşmak için giden Britanyalıların, ülkelerine istedikleri gibi girip çıkmasına izin veren de yine Britanya’ydı.

Bu, ikiyüzlülüğün ve menfaatçiliğin de ötesinde bir tutum. Bu, Ortadoğu üzerinde yüzyıldır gerçekleşen manipülasyonun, tiranlığa ve askeri müdahaleye desteğin bir parçası. Bu [kötü] sicil, 2001’den bu yana, İslamcı ve cihatçı hareketlerin yükselişinin en önemli nedeni. Amerika’nın bu hafta Yemen’e karşı gerçekleştirdiği, geride düzinelerce ölü bırakan füze saldırısı da yalnızca daha fazla nedene mal olacak.

Bu sırada, gelecek ay gerçekleşecek Avrupa Parlamentosu seçimlerine hazırlanan Britanya ve Avrupa Birliği üyesi diğer ülkelerde, “aşırı” İslamcılık ithamları, ihbarları ve [İslamcılardan gelmesi beklenen] hayali komplolar, Hıristiyanlık üzerine örtük söylemlerde bulunan halk yardakçısı sağ kanat politikacılar için pek de bir şey ifade etmiyor. Ancak, yine onların beslediği korku ve nefret, uzun yıllar bizimle birlikte olacak.

Kaynak: The Guardian
Dünya Bülteni için çeviren: Sedcan Altundal