Anayasal reformlardan oluşan paketin geçtiğimiz Pazar oylandığı referanduma Türk seçmenin ezici onayı ülkenin İslamcı iktidar partisine duyulan inancı ispatladı. Bu halk oylamasının dindar iktidar partisinin gücü ve popülaritesi için önemli bir tarih olması ve Türkiye’yi ABD’nin Orta Doğu’daki en yakın müttefiklerinden biri haline getirmiş olan ordunun seküler nitelikli vesayeti için ise büyük bir mağlubiyete sebebiyet vermesi açıkçası birçok Batılı gözlemciyi endişelendirdi. On yılların getirdiği Ortadoğu tecrübesi ABD’ye New York Times ve diğer basın kuruluşlarının “İslamcılık” tanımına itibar etmemesi gerektiğini öğretti. ( Times referandumu modern Türkiye’yi kuruluşundan bu yana uzun süredir idare eden laik Batı yanlısı elit tabakadan ülkenin engellenemez kopuşunu sağlayan İslamcı hükümet açısından zafer olarak nitelendirdi.) İslamcılık belirsiz ve noksan bir tanım. Ama genel manada Suudi Arabistan’ın monarşisinden Pakistan’ın şeriat isteyen uç grupları ve Türkiye’nin demokratik seçimle iş başına gelen AK partisine kadar geniş bir yelpazede görüldüğü biçimiyle İslam’ın siyasette kullanımı anlamına geliyor. Bununla birlikte İslamcı diye etiketlenen tüm grupları aynı keseye koymak tüm İslam devletlerinin kötü olmadığı gerçeğini perdeliyor. Aslında, Türkiye’nin laik yönetimden uzaklaşma girişimi liberal-demokratik değerleri destekleyen anayasal değişiklikler şeklinde biçimleniyor. Bu bir tesadüf değil. Orta Doğu’da birbirinden çok ayrı olan İslamî yönetim ve liberal demokrasi Türkiye’de yan yana seslendirilebiliyor.
Batılılar olarak genellikle militan nitelikli radikallere odaklanıyor olsak da, esasında bunlar siyasal İslam’ın sadece uç kısmını teşkil ediyorlar. Orta Doğu’daki siyasal İslamcı hareketler popülist söylemden öteye geçemiyor. İşçi sınıfının çıkarlarını temsil eden bu hareketler, elit tabakanın otoriter yönetimine baş kaldırıyor, az da olsa milliyetçi olmaya çalışıyor. Bu yönleriyle genel manada Amerika’da veya dünyanın herhangi başka bir yerindeki popülist akımlardan farklı değiller. Türkiye’deki anayasal referandumda görüldüğü üzere, demokratik kurumları destekleme konusunda da oldukça iyiler. Türkiye’de kabul edilen bu reformlarla cinsiyet ayrımının engellenmesi, özel hayatın ve sivil özgürlüğün korunmasına dönük tedbirlerin geliştirilmesi, elit tabakaya tanınan özel yasal ayrıcalıkların azaltılması ve yargının gözden geçirilmesi hedefleniyor. Bu değişiklikler Türkiye’yi tam olarak laik ama kesinlikle demokratik olmayan bir ülke yapan askeri vesayetin gölgesinden kurtaracak.
Biz Amerikalılar, her siyasi İslami hareketin, kaynağını temelde İslamî hedeflerden aldığı gerekçesiyle, liberal demokratik değerlere karşı çıkacağını düşünüyoruz. Tabii bu düşünceyi yersiz addetmek de doğru değil. Zira dinsel güdülerle hareket eden her hükümet tabiatı gereği ayrımcı bir tavır benimsiyor ve azınlıklara karşı düşmanca bir siyaset izleme yolunu tercih ediyor. Çoğunluğu Müslüman olan bir devlet teokrasiye yaklaştıkça dünyanın en İslamcı devleti olan İran İslam Cumhuriyeti’ne daha çok benzeyeceği yönünde haklı bir endişe var. Bazılarının tabiriyle “Türkiye’nin İslamlaştırılması” bölgenin hassas politik dengeleri için sorun teşkil eden bölünmelere yol açıyor. Her şeyden öte, AKP Türkiye’si İsrail’in sağlam bir dostu olmadığı gibi, Ortadoğu ve Avrupa’da artan itibarı Amerika’nın en önemli müttefikinin daha da yalnızlaşmasına sebep olacak gibi. Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerin yönetimlerinin mümkün olduğunca çok laik olmasını istememiz bu yüzden her yönüyle mantıklı.
Ama Türklerin hafta sonu halk oylamasında gösterdiği gibi, İslami hükümetler her zaman kötü değil. Popüler olma eğilimleri reformlar yapmak için bu hükümetlere daha geniş destek ve daha fazla yeterlilik sunuyor. Temsil ettikleri halk kitlesi arttıkça, hükümetler kendi iradelerini o kadar az dikte ediyorlar ve daha iyi işleyen bir toplumun inşası için yerel kurumlarla daha fazla işbirliği yapabiliyorlar. Bunun alternatifini oluşturan, çoğunluğu dindar olan bir halka laik bir yönetim uygulayan bir Ortadoğu hükümeti genellikle en büyük destekçisi olan Amerika’ya yarardan çok zarar veriyor.
Yakın Ortadoğu tarihi, hepsi hor görülen ve en şiddetli yöntemlerle görevinden zorla indirilmiş, sömürge döneminden kalma laik otoriter yöneticiler ile dolu. Siyasal dini akımlar laik askeri yöneticilere alternatif olan taban örgütlenmeleri olarak büyüdüler. İran’da, sonraları sürecin dışına itilecek olan birçok liberal reform yanlısının da yer aldığı büyük bir halk kitlesi Şah’ı indirerek yerine İslami Cumhuriyet’ini getirdi. Irak’taki laik ve despot Saddam Hüseyin’in en büyük dâhili düşmanlarının çoğu Şii gruplar. Artık Türk da halkı İslami eğilimli iktidar partisinin askeriyenin uzun süren vesayetine karşı olan başkaldırısını destekliyor gibi görünüyor.
Genellikle, laik yöneticileri destekleyerek İslami hareketleri marjinalleştirmeye çalıştık. Şüphesiz, bu çabalar işe yaramadı. Bu girişimler İran Şah’ı gibi popüler olmayan kötü yönetimlerle aynı kefeye konulmamızla sonuçlandı. Suudi Arabistan ve Pakistan’daki gibi tepeden inme laiklik denemelerine karşı yapılan şiddetli karşı çıkmalar yüzünden bu İslami hareketler siyasal İslam’ın askeri kanadını da güçlendirdi. Artık laik liderler çoğunlukla görev başında değiller ve bu İslami hareketler, ister uç kanatta olsun ister ılımlı olsun, bizi düşman olarak görüyorlar ki bu da Amerikan tarzı devlet yönetimini benimsemeleri ihtimallerini minimuma indiriyor. Fakat Türkiye’de şimdilerde, farklılıklarımızdan ziyade ortak noktalarımız üzerinde yoğunlaşarak tabandan kaynaklanan liberalleşme girişimlerini destekleme şansımız doğmuş durumda.
Veli Nasr’ın “Forces of Fortune” adlı kitabında açıkladığı gibi Orta Doğu’da liberal demokrasinin değerlerini yerleştirmenin en iyi yolu merkezi güçlü bir devlet kurmak yerine demokratik kurumları, sivil özgürlükleri ve hepsinden öte serbest pazarı desteklemek olacaktır. Bu gelişmeler Amerika’nın Orta doğu’daki ajandasını (istikrar, barış, açık pazarlar ve herkes için temel özgürlükler) doğal olarak paylaşan orta sınıfın büyümesini teşvik edecektir. Bu liberalleşme süreci, orta sınıfın politik isteğini ifade edebilmesi manasına gelen geniş politik katılımın da teşvik edilmesi demek. Amerika ulusal liderlere her İslami politik hareketi kaba kuvvetle bastırmaya zorlama oyununu devam ettirmeyi bırakarak, Türkiye’nin demokratik İslami hareketlerini kendine dost etme yolunu seçerek bu liberalleşme sürecine katkıda bulunabilir.
Türkiye’deki bu pazar halk oylaması askeri bir müdahaleye meydan vermeden
uzun soluklu ve pozitif değişimi getirebilecek halktan gelme reformların güzel bir örneği. Bu halk oylaması Türkiye’ye, Orta Doğu’ya ve dünyaya İslam’ın ve demokrasinin birbirini dışlamadığını gösterdi. Bilakis, liberal, veya liberalleşen, bir çerçevede İslam’ı siyasî alana taşımak liberal demokrasiyi Orta Doğu’ya getirmekten daha çok yarar sağlayabilir. Bütün hükümetlerin bizimki gibi laik liberal demokrat olmalarını isteyebiliriz. Ama İslami bir demokrasi ve laik bir otokrasi arasında seçim yapmak zorunda isek, bölgenin tarihi her zaman ilk seçeneği seçmemizi bize tavsiye ediyor.
Kaynak: Ekopolitik