Teşkilat ile İlgili Başarı Kriterleri ve Bunun Büyük İkilemleri - 3
Altıncısı: Kurallara Bağlılık ve Hızlı Hareket Etmek
Yeni İslâmî hareketlerden bazıları, Müslümanların kusurlu fikrî mirasından ve mevcut siyasî durumlarından etkilendiler. Yani yöneticilerin, yönetilenlerden itaat istedikleri, ancak bunun karşılığında onlara özgürlük vermedikleri durumdan.
Bu hareketler ısrarla, itaatin, bağlılığın ve hareket disiplininin anlamlarından söz ediyorlar. Ancak bunları dengelemek için, fer'î ve bireysel hızlılığı (inisiyatif kullanarak hareket etmeyi) sağlayacak, yine eğitimde, yönelişlerde ve icraatlarda olması gereken esnekliğe, hoşgörü ile bakmayı sağlayacak kanallar açmıyorlar.
"Gönüllü"lük esası üzerine kurulmuş bu gibi hareketlerin, böyle bir yöneliş içine girmesi, insanı gerçekten şaşırtıyor. Oysa bu gibi hareketlerden, bağlılık ve kuralcılıktan çok, hızlılığa ve yeni şeyler ortaya koyma yoğunlaşmaları beklenir. Çünkü bu hareketlerin itaati sağlamalarının yolu, zorlama değil, iknadır.
Artık İslâmî hareketlerin, hareketin genel yapısı içinde bireyin yerini gözetmesinin, hiçbir şüpheye mahal bırakmadan ona sorumluluklar yüklemesinin, üretmesi ve ortaya yeni şeyler koyması için gereken özgürlüğü bahşetmesinin, samimiyetine ve tecrübesine güvenmesinin ve çalışmanın bedeli olan hatalarını da affetmesinin zamanı gelmiştir.
İtaatin özgürlük, bağlılığın ise (inisiyatif alarak) hızlıca hareket etmek üzerindeki orantısız üstünlüğü ile, belki mevcut durum korunabilir; ancak bu şekilde daha iyiye gidilemez. Bu orantısızlığın kötü ve olumsuz sonuçlarından bazıları şunlardır:
— Birey, toplumdaki mevcut siyasî ve sosyal duruma bir alternatif bulamıyor. Yöneticilerin zorbalıklarıyla ve yolsuzluklarıyla dağlandıktan sonra, uyanışın (hareketlerin) gölgesine giriyor. Bu durum, hareketin ve taşıdığı mesajın çekiciliği üzerinde olumsuz etki yapıyor.
— Bireyin, hareketin faaliyetleri ve emirleriyle olan tecrübeleri (ilişkileri), olumsuz (negatif) bir karaktere bürünüyor. Bütün baskıların mantıkî sonucu da budur: Yani insanlar bu baskıya, ya aktif ve pozitif bir şekilde direnirler; ya da pasif ve negatif bir şekilde direnerek, baskının hedeflerini ve beklentilerini karşılayacak cevaplar vermezler.
— Bütün bunlar, mazeret üretme, sorumluluktan kaçma ve bütün sokumluluğu hareketin ve liderliğin üzerine atma anlayışına yol açar.
İtaat kavramı, kalbî razı oluş ve teşkilatsal disiplininin bileşiminden oluşan bir sonuçtur. Dolayısıyla bu ikisi arasındaki dengeyi çok iyi korumak gerekir. Ki ne özgürlük iddiası ile sorumluluk sulandırılıp yok edilsin, ne de -gönüllülük temeline dayanan- bir çalışmaya baskı ve zorlama hâkim olsun.
Şu anda yaygın ve geçerli olan, olumsuz anlamdaki ve soğuk/kuru disiplin şeklindeki itaat olduğundan, İslâmî hareketlerin yapmaları gereken şey, söz konusu dengeyi sağlamaktır. Dengeyi sağlamanın yolu ise, hiçbir baskıya ve zorlamaya maruz bırakmadan, bireyi ve bireyin rolünü -diğerlerinin rolüyle uyumlu ve koordineli olacak şekilde- güçlendirmektir. İslâmî hareketler, aşağıdaki hususlara dikkat ederek söz konusu dengeyi sağlayabilirler:
— İç söylemlerinde, yeni şeyler ortaya koymaya teşvik etmek. Böylece üyeler, üstünlük kriterinin, -önemli olmasına rağmen- tek başına talimatlara ve programlara uymak olmadığını, aksine hareketi ve İslâm mesajını daha da ileriye taşıyacak çalışmalar yapmak olduğunu idrak ederler.
— Üyelerin eğitiminde fikrî ve mezhebî keskinlikten kaçınmak ve onları çok sesliliğe alıştırmak. Çok seslilik, hem düşüncelerde, hem fıkhî içtihatlarda ve hem de pratik çalışmalarda olabilir. Ayrıca iyi niyetle dile getirilen şâz görüşler karşısında yakınmamayı öğrenmelerini de sağlamak gerekiyor.
— Plan ve programlar kararlaştırılmadan önce, farklı görüşleri dile getirmeyi; kararlaştırıldıktan sonra ise eleştiriyi teşvik etmek. Kararların nasıl alınacağının ve liderlerin nasıl seçileceğinin yönetmelikler ile belirlendiği resmi şûralar ile yetinmemek. Böylece birey, görüşlerinin ve tecrübelerinin önemini idrak eder.
— Hareketi coğrafî açıdan ve görev yönünden birçok şubeye/birime ayıran " ademi merkeziyetçi" (merkeziyetçi olmayan) bir sistemi benimsemek ve bu şubelere/birimlere, eğitim konularında ve hareketin genelini ilgilendirmeyen diğer konularda büyük yetkiler ve geniş özgürlükler tanımak.
— Bağlayıcı kararlar almada aşırılıktan sakınmak ve bu tür kararları, hassas stratejik meselelerle sınırlandırmak. Diğer meseleleri ise -bağlayıcı olmayan istişarî nitelikteki görüşler ile yardımcı olmakla birlikte- şubelere bırakmak.
Özgürlük ile sistem arasında ve yine vicdan ile otorite arasında dengeyi sağlamak da cemaatsel her çalışma için gerekli bir şarttır.
Yedincisi: Birlik ve Farklılık
Kurallara bağlılık ve (inisiyatif kullanarak) hızlı hareket etmek ikilemine fazla uzak olmayan bir diğer ikilem de, birlik ve farklılık ikilemidir. Bazı İslâmî hareketler, bu konuda başarılı bir performans sergilemekten uzaklar. Bu hareketlerin liderliklerinden bazıları, birlik için yegâne güvencenin, sisteme (hareketin sistemine) bağlılık ve disiplin olduğunu düşünüyorlar. Onun için hareketin içindeki en ufak içtihadî farklılığa şüpheyle yaklaşıyorlar ve bunu itaatten çıkmak, cemaati parçalamak ve fitne çıkarmak olarak değerlendiriyorlar.
Oysa bu tavırlarıyla, çalışmalarının temelini oluşturan "gönüllü bağlılığın" tabiatını anlamadıklarını ortaya koymuş oluyorlar. Hatta farklılığın ve ihtilafın, Allah'ın mahlûkattaki sünnetlerinden biri olduğunu da anlamadıklarını ortaya koyuyorlar. "Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın." (Ahzab: 62).
Belki bu liderlikler hâlâ, "fitne korkusu"nun derin bir şekilde etkilediği, tarihsel İslâmî düşünceyle kuşatılmış olmaya devam ediyorlar. Bu düşünce, ne kadar zorunlu olursa olsun bütün ıslah gayretlerine kötü gözle baktığı gibi, yine ne kadar gerekli olursa olsun, liderin karşısına dikilmeye de yine kötü gözle bakıyor.
Hatta bu konuda o kadar ileriye gidilmiştir ki, Napolyon'un Mısır'ı işgal ettiği dönemde, Ezherli bazı fakihler, Napolyan'a direnmenin caiz olmadığı fetvasını vermişlerdi. Gerekçeleri ise, direnişin "fitne"ye sebep olacağıydı. Yine Fransız sömürgeciliğinin hâkim olduğu günlerde Moritanyalı bir fakih de "Fransızlar ile Savaşmaktan Sakındırılması Konusunda Genel ve Özel Nasihat" ismiyle aynı yaklaşımı sergileyen bir kitap yazmıştı. Oysa bu yazarın -yine kendisi gibi fakih olan- kardeşi ise, o dönemde sömürgeciliğe karşı savaşan cihad hareketine liderlik ediyordu.
Bazı liderliklerin bu şekilde düşünmelerinin ve hareket etmelerinin bir diğer sebebi ise, teşkilatla ilgili bazı hususların önemini idrak ederken, bazılarının önemini de gözden kaçırmalarıdır. Evet, bu liderlikler teşkilatın temel esaslarından olan disiplin ve birliğin önemini anlamışlardır. Ancak yeni kazanımlar elde etmenin ve yeni enerjileri bünyeye almanın önemini ise gözden kaçırmışlardır. Taze kan ve enerji olacak yeni kazanımlar için çalışmadan, sadece mevcutlara kanaat edip, onları korumakla yetinen her hareket, hiç şüphesiz ölü bir harekettir.
Günümüzde İslâmî hareketler, farklı bir bakış açısını benimsemek durumundalar. Bu bakış açısına göre, içerdeki farklılıkları, birlik için bir tehlike değil, aksine birliğin güvencesi ve koruyucusu olarak görmeleri gerekir. Maddî veya manevî baskı üzerine kurulu bir birlik, kalıcı olamaz. Birliğin, insanların vicdanından doğarak hayat bulmasından daha iyi bir güvencesi olamaz. Hareketler, saflardaki kenetlenmişliği, hedefteki birliği ve gayretlerin uyumunu ancak bu şekilde koruyabilirler. Yani bireylerin ve şubelerin özgürlüğünü güvence altına alan farklılık ve çeşitlilik sayesinde.
Çünkü böylece İslâmi hareketler, iman dereceleri, takva dereceleri, şuurları, anlayışları, mezhepleri, fıkhî altyapıları ve hayat tecrübeleri birbirinden farklı da olsa, Allah'ı ve Resulünü seven kişilerden en yüksek sayıyı bünyesine almış ve -gücü, anlayışı ve yeteneği oranında- hepsinden istifade etmiş olur. Dolayısıyla herkesi tek kalıba sokma anlayışında direnmenin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü bu anlayış, köklü ve sağlam her çalışmanın kaynağı olan, "yaratıcılık ve aksiyon ruhu"nu öldürür.
Bazı İslâmî hareketlerde, farklılık ve çeşitlilik yaklaşımının yok olmasının sonuçlarından biri de, fikrî bozulma oldu. Fikrî bozulma ise teşkilat yapısındaki bozulmaya yol açtı. Yani liderlerin, büyük küçük demeden her şeye müdahale ettiği aşırı merkeziyetçi bir teşkilat yapısına yol açtı.
Cemaatin anlamının, insanların nefislerinde derinleşmesi için, yine insanların düzenin ve itaatin gerekliliğini anlamaları için, bir model oluşturma yoluna gidilmesinin faydalı olduğuna hiç şüphe yoktur. Hem de keskin bir şekilde. Bunu daha önce söylemiştik.
Ancak temellerin bina edilmesinden ve oluşturulmak istenen modelin istikrara kavuşmasından sonra -ki günümüzdeki İslâmî hareketlerin çoğu böyledir- artık bu yolda ısrar edilmesinin bir anlamı yoktur. Olması gereken şey, kuruluş aşamasında işi sıkı tutma ve model oluşturma yolunun, olgunluk döneminde ise hoşgörü ve özgürlük yolunun benimsenmesidir. Her dönemin kendine özgü modelleri ve şekilleri vardır.
Sekizincisi: Ayırmak ve Eklemek
İslâmî hareketlerin, teşkilatla ilgili karşılaştığı problemlerden bir diğeri de, ayırmak ve eklemek meselesidir. Ayırmak ve eklemek ile İslâmî hareketlerin, iç içe girmiş görevleri, birbirinden ve hatta teşkilatın ana yapısından ayırmaya güç yetirebilmesini kastediyoruz. Ancak bu ayrımı yaparken gerekli bağlantıları da muhafaza etmesi gerekir ki, bu sayede hareketin uzaktan yönlendirilmesi mümkün olsun. Ayırmak ve eklemek etrafında dönen tartışmanın üç boyutu bunuyor: 1- Siyasî-idarî boyut. 2- Eğitim-oluşum boyutu. 3- Güvenlik-korunma boyutu.
1- Siyasî-idarî boyut: Bu alanda İslâmî hareketlerin, diğer siyasî partilerle ve hareketlerle mücadele edebilmesi için, halk tabanını genişletmeye ve sayısal olarak çoğalmaya ihtiyaçları vardır. Ancak İslâmî bir hareket, her ne zaman böyle bir tercihte bulunsa, teşkilatla ilgili bir problem kendini dayatıyor.
Söz konusu problem, liderlik ve örgütün iki başlılığı meselesidir. Bu problem, işlerin yürütülmesinde ve teşkilatın idare edilmesinde karışıklıklara sebep oluyor ve alınan kararların çelişkili olmasına yol açıyor. Yine hareketin geleceği için korku taşıyanların, düzensiz sayısal kalabalıkların, harekete yardımcı olmak yerine, harekete hükmedecekleri endişesine kapılmalarına yol açıyor.
Bu problemin üstesinden gelmeyi sağlayacak en iyi araç, siyasî liderlik ile idarî liderliği birbirinden ayırmaktır. Buna göre siyasî liderlik, -hareket ile örgütsel bağları bulunmayan sempatizanlarla ilgilenmek meselesi de içinde olmak üzere- siyasî meseleler ile ilgilenecek; idarî liderlik ise, dışarıdaki insanlar ile ilgilenmeksizin hareketin iç meseleleriyle ilgilenecektir.
Bu ayrım sayesinde hareket, bir taraftan teşkilat yapısını korurken, diğer taraftan da herkese açık bir kitle hareketi oluyor.
2- Eğitim-oluşum boyutu: Bu alandaki ayırmak ve eklemek stratejisi, bir çok anlam ifade ediyor. Bunların en önemlisi, eğitim ve oluşum alanlarının ayrılmasıdır. Bu ayrım, aşağıda sayılan sebeplerden dolayı, mutlaka yapılması gereken zorunlu bir ayrımdır:
— Eğitimin görevi, ahlâkidir ve ilkeseldir. Oluşumun görevi ise metotsaldır ve pratiktir. Eğitimin hedefi, (uyulması gereken kurallara ve yerine getirilmesi gereken görevlere) riayet etmektir. Oluşumun hedefe ise, aktiflik ve dinamikliktir.
— Eğitim, sadece hareketin üyeleri ile sınırlı olmayan, aksine toplumun geneline yönelik bir husustur. Oluşum ise, harekete bağlılıkları sabit olan üyelere özgüdür.
— Eğitimin yeni üyeler kazanma görevi vardır -veya böyle olması gerekiyor.- Oluşum ise, doğrudan yeni üyeler kazanmayı hedeflemez.
— Eğitimin genele yönelik davet görevi vardır. Harekete katılmasalar bile insanların nefislerindeki iyilik ve fazilet alanlarını genişletmeyi hedefler. Oluşumun görevi ise, hareketin üyelerindeki tecrübeyi derinleştirmekle sınırlıdır.
— Eğitimin içeriği, genel İslâmî faziletlerle ve dinleyicilerde şer'î ilimleri artırmakla ilgilidir. Oluşum ise, aktif üyelerin, faaliyetleri sırasında ihtiyaç duyacağı siyasî, idarî ve teknik tecrübeler üzerinde yoğunlaşır.
Ayırmak ve eklemek stratejisi, eğitimin, topluma açık olmasını gerektiriyor. Böylece iyilikler toplumda yaygınlaştırılıp genelleştirilecek ve hareketin istekleri, toplumun genelinde yerleşip kökleşecektir. Oluşumun ise kapalı ve üyelerden, güven verenlere ve kurallara uyanlara yönelik olmasını gerektiriyor.
Bu şekilde her iki görev de en iyi ve sağlam şekilde yerine getirilmiş olur. Yani eğitim yaygınlaşıp toplumdaki mesajını yerine getirirken, oluşum da teknik olarak güvence altına alınmış ve sadece ilgilileri ile sınırlı kalmış olur.
3- Güvenik-korunma boyutu: Ayırmak ve eklemek stratejisi bu alanda, baskı ve zulüm güçlerine karşı güvenliği sağlamanın aracı olarak, âdemi merkeziyetçiliği esas almayı gerektiriyor. Geleneksel teşkilatçı düşünceyi benimseyip de gizlilik ve açıklık arasındaki dengeyi kavrayamayanlar, gizli bir harekette âdemi merkeziyetçi bir sistemin bulunmasını garipseyebilirler ve bunun hareketin güvenliğini tehlikeye atacağını düşünebilirler. Ancak İslâmî hareketlerin teşkilat tarihi incelendiğinde, âdemi merkeziyetçiliğin, güvenliği sağlamada son derece uygun bir araç olduğu ortaya çıkıyor.
Güvenliği sağlayıcı âdemi merkeziyetçilik, hareketin içerdeki yapısı ile dışarıdaki uzantısını birbirinden ayırmada ortaya çıkıyor. Veya görev ve uzmanlık yönünden, hareketin farklı kanatlarını birbirinden ayırmada ortaya çıkıyor.
Birincisine verilecek başarılı örneklerden biri Sudan'daki İslâmî hareketin, 1970'lerde yaptığı uygulamadır. Hareket, Numeyri yönetimiyle mücadele sırasında, içerdeki liderlik ile dışarıdaki liderliği birbirinden ayırmıştır. Dışarıdaki liderlik, "Ulusal Cephe" gruplarıyla koordinasyonu sağlamaya çalışırken, yine düzene karşı siyasî ve askerî savaşa girerken, içerdeki liderlik ile herhangi bir örgütsel bağlantı içine girmiyordu. Bu durum içerdeki liderliğin, -hiçte fena sayılmayacak bir oranda- güvenli sağlıyordu. Numeyri'nin harekete indirdiği darbeler ise gelişigüzel darbeler olup, içteki teşkilatın özünü etkilemiyordu.
Bu durum, Numeyri'ye karşı, Hasan Hüseyin'in öncülük ettiği devrim teşebbüsünde, yine 2 Temmuz 1976'da Ulusal Cephe'nin gerçekleştirdiği savaş girişiminde açığa çıkıyor. İslâmî Hareket'in her iki operasyonda da rolü vardı. Ancak, Numeyri'nin bu iki teşebbüse indirdiği sert ve şiddetli darbelerin -çok geniş kapsamlı olmasına rağmen-, İslâmî Hareket'in Sudan'daki yapısı üzerinde büyük bir etkisi olmadı. Çünkü içteki yapı, dışarıdaki siyasî liderlikten ayrıydı.
İkinci durum -kanatların birbirinden ayrılması durumu- için ise önümüzde iki başarılı örnek bulunuyor. Birincisi, Filistin'deki İslâmî Direniş Hareketi (Hamas), ikincisi de, 1948'deki Filistin Müslümanlarının oluşturduğu İsrail'deki İslâmî Hareket'tir.
Bu iki hareketin, faaliyetlerini en zor güvenlik şartları altında ve dünyanın en acımasız ve kanlı güvenlik birimlerinden kabul edilen, İsrail iç güvenlik birimi "Şin Bet"in takibinde yürüttükleri gizli değildir. Ancak bu iki hareket, güvenlik hedeflerinden dolayı, âdemi merkeziyetçi teşkilatçılığı benimsemişlerdir. Bizzat düşmanın kendisinin de itiraf ettiği gibi, ortaya konan deneyimler, bu stratejinin başarılı olduğunu gösteriyor.
Tel Aviv Üniversitesi'ndeki "Cafi" merkezi, 2000 yılında, kendi web sitesinde "Ulusal Mücadelede Radikal İslâm" başlığını taşıyan bir araştırma yayınladı.[1] Araştırma, merkezde görevli Amat Kurz ve Nahman Tal tarafından hazırlandı.
Kurz ve Tal, söz konusu araştırmada Hamas'ın teşkilat yapısının mahiyetinin tam olarak anlaşılmadığından bahsediyorlar. Şöyle diyorlar: "... Hamas, birinci intifadanın üçüncü yılından başlayarak, kademeli olarak, ademi merkeziyetçiliğe dönüşmeye ve yetkileri dağıtmaya başladı. Hamas, İsrail güvenlik güçlerinin, Hamas'ın Filistin toplumunda kökleşmesini engellemek için ortaya koyduğu gayretleri boşa çıkarmak amacıyla böyle bir değişim içine girdi. İşte bu şekilde Hamas, İsrail'in icraatlarından kaynaklanan şartlara karşı veya ortaya çıkan diğer engellere karşı, teşkilat yapısında değişiklikler yapmak ve güç merkezlerini dağıtmak suretiyle, kendisini yeni şartlara göre şekillendirmeye güç yetiriyor...
Hamas'ın teşkilat çalışmalarındaki metodu, -yıllarca sergilediği hareket tarzında da açıkça görüldüğü gibi- teşkilatın farklı görevlerden sorumlu kanatlarını birbirinden ayırma esasına dayanıyor. Bu ayrım, Hamas'ın bünyesini, -ve daha sonra da Hamas'ın Filistin Ulusal Yönetimi'ni- İsrail güvenlik güçlerince parçalanmaktan koruyucu bir zırh vazifesi görüyor... Ancak söz konusu bu ayrıma rağmen, hareketin farklı birimleri ve yapıları arasında açık bir irtibat ve koordinasyon da bulunuyor... İşte bu şekilde, kanatlar arasındaki ayrım ilkesi, örgütsel mantığın ve taktiksel değerlendirmelerin bir ifadesi oluyor."
Nahman Tal'ın, "İsrail'de İslâmî Hareket"[2] ismini taşıyan ve yine aynı merkez tarafından ve aynı tarihte yayınlanan bağımsız bir çalışması daha bulunuyor. Yazar bu çalışmasında, İsrail'deki İslâmî hareketin teşkilat yapısının, iki bölümü kapsadığına işaret ediyor: "Birisi açık bölüm, diğeri de kapalı bölüm. Açık bölüm, hareketin bayrağının altına sığınmış olan herkesi kapsar. Kapalı bölüm ise, liderlik yeteneğine sahip olduğunu ortaya koymuş üyelerden, güvenilir olanlara özgüdür. Kapalı bölüm gizli olarak çalışır; zaten hareket de bu gizli hücrelerin varlığını temelden inkâr eder..."
Acaba ülkelerimizdeki İslâmî hareketler, bu iki hareketten daha fazla mı tehlikeye maruzlar?! Acaba bundan sonra İslâmî hareket mensuplarının, İslâm akidesini, fıkhı ve Hz. Peygamberin hayatını, karanlık odalarda okumaları zorunlu mu?
İşte bizler İslâmî hareketi toplumdan bu şekilde koparıyoruz ve hareket ile insanlar arasındaki psikolojik engelleri ve şüpheleri bu şekilde çoğaltıyoruz. Toplumundan kaçan ve toplumu hakkında kötü zanna sahip olan bir değişim hareketinin varacağı noktayı sormaya gerek yoktur.
Bu makale Halil Kendir tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.