İslamabad'daki adamımız

Pakistan İslam Cumhuriyeti, İngiliz kontrolündeki Hindistan'dan çoğunluğu Müslüman olduğu için 14 Ağustos 1947'de ayrıldı ve hâkim bir devlete dönüştü. O andan sonra ülke savaşlardan, politik istikrarsızlıktan ve başarısız bir şekilde demokrasiye doğru sendelerken bir dizi askeri darbeden muzdarip oldu.

 

Pakistan sözde 1956'da ilan edildiği şekliyle yarı-başkanlık ve 100 üyeli senatonun ve daha geniş alt Ulusal Meclis'i içeren ikili bir yasama sistemine sahip federal demokratik bir cumhuriyettir. Başkan devletin ve silahlı güçlerin sivil başıdır ve hem parlamentonun her iki kanadını (Senato ve Ulusal Meclis) hem de eyalet meclislerini kapsayan Pakistan Seçim Kurulu tarafından seçilir. Başbakan, Pakistan hükümetinin başıdır ve Ulusal Meclis tarafından seçilir ve genellikle en büyük partinin lideridir.

 

Bu Pakistan'da öngörülen hükümet biçimidir fakat olaylar asla bu kadar basit değildir. Toplam 60 yıllık tarihinde demokrasi, seçilmiş ve askeri farklı rejimlerin idaresinde danışıklı bir dövüş oldu. Müşerref 1999 yılında bir askeri darbede seçilmiş başbakan Navaz Şerif'i devirdikten sonra başkan olmuş hali hazırdaki askeri liderdir. O zamanlar Pakistan yönetici elitinin unsurları arasındaki gerilimlerin aylardan beri artıyor olmasına çok az kişi şaşırmıştı. Şerif artan bir şekilde popülaritesini yitiriyordu ve eğer Müşerref onu devirmeseydi muhtemelen muhalefet yapacaktı.

 

Demokrasinin önderi olarak seçilen Şerif'in, kendini şu an bir demokrat olarak yeniden bulmaya çalışan selefi Butto'nun olduğu gibi umudu erken kırıldı. Onun baskıcı sağ hâkimiyetine eşlik eden büyük çapta yolsuzluk, yönetimini yaygın bir şekilde itibarsızlaştırdı. Binlerce işçiyi işten attı, kamu hizmet ücretlerinin fırlamasına izin verdi, kamu sektörü birliklerini yasakladı ve işçilerin gösteri ve dikkat çekme haklarını sınırladı. Aynı zamanda o ve onun samimi çevresi devlet fonlarının milyonlarını aldılar, büyük zenginlikler biriktirdiler ve bu zenginliği off-shore hesaplarına gizlediler. Onun yönetiminde devlet kurumları çöküyordu, işçiler ve fakirler en çok acı çekenlerdi. Onlar değişim istiyorlardı ve ordu mecburdu fakat darbe pek çok insanın istediği tarz değildi.

 

1999'da gücü ele geçirdiğinden ve 2001'de kendini başkan atadıktan bu yana Müşerref güvenilmez dengeli bir hareketle ve baskıyla hükmetti. Pakistan'ın geleneksel jeopolitik ve stratejik Güney ve Orta Asya çıkarlarını güvenli kılmaya çalıştı. Buna ek olarak yerel İslami fundamentalist sağı geleneksel politik elitlere ve aşağıdan gelen popüler muhalefete karşı destekledi. Aynı zamanda 11 Eylül'den sonra eğer onu hoş tutmazsa düşman bir güç olarak ilan edileceği ve dışişleri bakan vekili Armigate'in alelacele "taş devrine dönecek şekilde bombalanma" tehdidi altında Washington'u hoş tutmayı amaçladı. Bundan kaçınmak için Müşerref, Taliban'ı desteklemeyi durdurdu ve Bush yönetimine Afganistan saldırısı ve işgali sırasında hayati bir lojistik destek verdi.

 

Onun ödülü bombalanmamak, 10 milyar dolar askeri ve fiili olarak hesabı verilmeyen açık çek ve onun rejimindeki insan haklarına gözlerin kapatılması oldu. Gücü ele aldığından beri Müşerref bütün politik muhalifleri susturmaya çalıştı ve bunu "terörizm"e karşı savaş bahanesiyle ortadan kaybetmelerle, keyfi tutuklamalarla, yargısız infazlarla ve işkenceyle gerçekleştirdi. Ve bir "teröre karşı savaş" müttefiki olarak Veziristan ve Belucistan'daki kabile ve Taliban güçlerine askeri saldırılar düzenledi fakat bu onun gittikçe destek kaybeden yönetimine karşı iç kızgınlık inşa edilmesine neden oldu. O aynı zamanda onun güç özlemine ve onu elde tutmak için pervasız tavırlarına darılan ordudaki unsurları da kızdırdı ve eninde sonunda bu tavrı onun mahvolma nedeni olacaktır.

 

Müşerref, Pakistan Yüksek Mahkemesi'nin başhâkimi Iftikhar Mohammad Chaudhry'yi geçen Mart görevinden aldığı zaman olaylar kaynama noktasına geldi. Müşerref, anayasal olarak illegal olan genelkurmay başkanı kalarak bir beş yıl daha başkanlık planlarını engelleyebileceğini düşündüğünü gizlemek için onu "kötü yönetim ve otoriteyi kötü kullanma" ile suçladı. Geçici bir başhâkim atadı ve hâkimler kuruluna yolsuzluk suçlamalarını araştırmaları için emir verdi.

 

Bu harekete; muhalefet partilerinden, avukat örgütlerinden ve insan hakları gruplarından gelen cevap bütünüyle bir patlamaydı. Harekti anayasaya uygunsuz olarak adlandırdılar ve ona karşı protesto için caddelerde toplandılar. Aynı zamanda Müşerref son zamanlardaki davranışlarına öncülük eden diğer krizlerle yüzleşiyor. Bush yönetimi eğer ABD, İran'a saldırırsa güvenilir bir müttefik olarak kalacağı ile ilgili garantiler istediği kadar Taliban'a karşı ondan daha fazla şey istemektedir. Buna ek olarak Belucistan ayaklanması son iki yıldır devam ediyor ve onunla çarpışmada yüzlerce asker öldü. Bu ordunun saflarında bozulmaya neden olduğu kadar halkında kızgınlığını çekiyor.

 

Müşerref, Washington Konsensüsü politikalarını kabul ettiğinden yönetiminde fakirliğe ve hoşnutsuzluğa izin veren ekonomik sorunlar var. İnsanların ihtiyaçları göz ardı edildi, sosyal adaletsizlik arttı ve yiyecek fiyatları yükseldi ve birlikler baskı altına alındı ve hükümet harcamalarının yarısından fazlası askere ve borç ödemelerine gitti. Buna ek olarak yolsuzluk yaygındır, ordu ahbap kapitalizmi uyguluyor ve "Ordu Anonim Şirketi" adlı son günlerde yayınlanan kitabında Pakistanlı analist Ayşe Sıddıka'ya göre Müşerref bu kapitalizmden milyonlar elde ediyor. Bunların hepsinin zirvesinde ise bu ülkede her zaman olduğu gibi şimdi de demokrasinin bir şaka olmasıdır.

 

Her şeye rağmen Müşerref 2012 yılına kadar gücü elinde tutmak istiyor ve bunu yapmak için 6 Ekim seçimine hile karıştırdı. Bu seçim kanunu ihlal etti ve ordu tarafından ne özgür ne de adil olan bir süreçte sahneye kondu çünkü beş yıl önce seçimlere hile karıştırdıklarından Müşerref'in müttefikleri Parlamento'da çoğunluktaydı. Beklendiği gibi Müşerref 257 parlamenter oyundan 252'sini ve gizli oylamada dahi Eyalet Meclisi'nin oylarının hepsini alarak kolayca seçildi. Muhalif Parlamento Üyeleri oylamaya katılmadılar veya gelişmeyi anayasal olmamakla adlandırıp ilerlemesini boykot ettiler ve Yüksek Mahkeme Müşerref genelkurmaylık görevini bırakmayana kadar herhangi bir kazananın ilan edilemeyeceğini söyledi.

 

Pakistan aylardan beridir politik karışıklığın artmasına şahitlik ediyor. Müşerref ona karşı durarak gücü elinde tutmak istiyor ve süreç içinde Bush yönetimi ile müttefik kalmaya niyetlidir. Buna karşın aynı zamanda Yüksek Mahkeme onun seçimini tasdik ettiğinde genelkurmay başkanlığını bırakacağını söyledi fakat böyle yapmaya niyetinin olmadığı gerçeği varlığını koruyor.

 

3 Kasım Sonrası Pakistan

 

Yukarıda anlattıklarımız olayların, generalin olağanüstü hal ilan edip anayasal hâkimiyeti askıya aldığını deklare ettiği 3 Kasım öncesi durumuydu. Fakat bunlar Pakistan tarihinde yeni şeyler değil. Ülkenin ilk anayasası 1956'da kabul edildi ama kısa ömürlü oldu. Sıkıyönetim kanununun dayatıldığı 1958'de bu anayasa kaldırıldı. Yeni anayasa 1962'de hazırlandı ve 1969'da yine sıkıyönetim idaresince fesh edildi. Üçüncü ve şimdiki anayasa 1973'te hazırlandı. 1977'de askıya alındı, 1985'te önemli değişikliklerle yeniden kullanıldı ve 1999'da yeniden askıya alındı, 2002'de yeniden kullanıma sokuldu ve Müşerref'in 3 Kasım hareketine kadar önemli değişiklikler geçirdi.

 

Hafızaları güçlü olan birkaç kişi şaşkındı ve bir analist bu "Pakistan'da geriye dönüştür" dedi. Bir diğeri benzer şekilde: "Pakistan'ın anayasal gelişimi... Ülkede anayasal bir ahlakın gelişmediğini göstermektedir. Belge politik eliti özellikle de bürokratik ve askeri eliti disipline etmeye yetmiyor" dedi. Başka bir ifadeyle bu yorumlar ülkenin çoğulcu bir zaman için henüz hazır olmadığını göstermektedir.

 

Washburn Üniversitesi'nde hukuk profesörü olan Ali Han CounterPunch'a 1973 Pakistan anayasasının 232. maddesinin "Başkan'ın (bir sivil olarak) ciddi durumlarda olağanüstü hal ilan etmesine izin veriyor olduğunu" söyledi. Han aynı zamanda Müşerref'in hareketini "anayasal olmayan bir darbe" statüsüne indirgeyecek şekilde anayasanın "Yüksek Mahkeme hâkimlerinin hizmetinin tamamen sonlandırılmasına" izin vermediğini söyledi. Fakat Müşerref bunu ilk kez yapmıyor. 1999'da gücü ele geçirdiğinde askeri bir yönetici olarak bütün hâkimlerin kendisine bağlılık yemini etmeleri emrini verdi. Yüksek Mahkeme'deki 13 hâkim bunu reddettikten sonra görevlerinden alınmaları sonra açıkça anayasal olmayan bir şekilde yerlerine daha kifayetsiz birilerinin getirilmesi o zaman Müşerref'in yanına kar kaldı.

 

Şu an bir kez daha sert bir önlemle bunu yapıyor. 3 Kasım hareketinden sonra Müşerref güvenlik güçlerini başkent boyunca konuşlandırdı; parlamento ve Yüksek Mahkeme'yi işgal etti; özel TV kanallarını çekime zorladı; ifade ve basın özgürlüğünü, toplanma, dernek kurma ve seyahat özgürlüğünü askıya aldı, cep telefonu ağlarını kesti, polise yetkiyi verdikten sonra muhalif politikacıları, avukatları ve diğerlerini "önleyici alıkoyma" adı altında hedefe oturttu.

 

Daha da ileri giderek Yüksek Mahkeme'nin kendisine, başbakana veya onun adına hareket eden herhangi birilerine karşı karar verme yetkisini kaldırdı ve başkanla, silahlı kuvvetlerle, parlamentoyla veya mahkemelerle alay etmeyi suç haline getirdi. Geçen Temmuz bütün Yüksek Mahkeme yargıçlar kurulu, Yüksek Mahkeme başhâkimi Choudhry görevine getirdi fakat 3 Kasım'da altı diğer Yüksek Mahkeme hâkimi ile birlikte Müşerref'in Geçici Anayasal Düzenleme emrini onaylamayı reddettikleri için görevinden alındı. Onlar aynı zamanda ev hapsine alındılar. General diktatörlük yönetimini sertleştirirken Pakistan Yüksek Mahkeme Baro Birliği başkanı Aitzaz Ahsan ve diğer etkili avukatlar da tutuklandılar.

 

Neden bu metot ve neden şimdi

 

Görünüşe göre Müşerref, Choudhry başkanlığındaki Yüksek Mahkeme'nin onun 6 Ekim'deki yeniden seçilmesine karşı yakın gelecekte bir karar vereceğinden korktu ve onu durdurmak için önleyici bir şekilde hareket etti. Ülkedeki haberler onun Mahkeme'nin nasıl karar vereceğini bildiğini ve haftalar önce kendisi hala genelkurmay başkanı iken Mahkeme'yi mahvetmeye karar verdiği ile ilgilidir. Benazir Butto'da görünüşe göre bunu biliyordu ve suça iştirak ediyor görünmekten kaçınmak, demokrat olduğu hilesini bozmamak için ülkeyi terketti. İslamabad'a 6 Kasım'da geri döndü, ülke askıya alınmış bir anayasa ile sıkıyönetim altındaydı ve ordu komutanı olarak Müşerref fiili olarak bir diktatördü.

 

Bu olay, Washington ve batılı liderlerin sahte kızgınlıklarıyla her yerde gazetelerin manşetindeydi. Condoleezza Rice, her şeye rağmen onun rejimine Bush yönetiminin desteğini teyit ederken Müşerref'in hareketini "çok üzücü" olarak adlandırıyordu. Rice, üzücü olmasının nedenini yüzünde komik bir ifadeyle şöyle açıklıyordu; şimdiye kadar o Pakistan'ı "demokratik hakimiyete" götürecek bir yola koymaya yönelik hareket ediyordu.

 

Washington "teröre karşı savaş"ında Müşerref'e değer veriyor çünkü o Irak ve Afganistan savaşlarını destekledi, görünüşe göre Tahran'a da karşı ve daha büyük bir şeylerin hazırlanmasında komşusu İran'a karşı sınır ötesi akınlar için Pakistan bölgesinin Pentagon tarafından kullanılmasına izin veriyor. Bunun ıspatı ise 4 Kasım'da yönetimin, Bush tarafından "kontraterörizm" müttefiklerinin en önemlilerinden biri olarak adlandırdığı adama yardımı edeceğinin ve Amerika'nın "istikrar"a demokrasiden daha fazla değer verdiğinin işaretini vermesidir.

 

Darbeden sonra Tarık Ali CounterPunch ve ZNet'te; Pakistan'ın en büyük bağımsız TV istasyonu Geo TV'nin ülke dışına yayın yapmaya devam ettiğini ve onun "en keskin habercilerinden" Hamid Mir'in, kaynaklarına dayanarak "ABD büyükelçiliğinin darbeye yeşil ışık yaktığı çünkü Chaudhry'yi bir baş belası ve 'Taliban sempatizanı' olarak gördüklerini" haber verdiğini yazdı. Tarık Ali'ye göre Chaudhry "ortadan kaybolan tutsaklar, kadınların tacizi ve acele özelleştirmeler" gibi önemli meselelerde Müşerref ile kavgalıydı. Yine de en büyük korku, görünüşe göre doğru olan ve popüler olmayan bir lidere muhalif olan güçlere satılması kolay olan "Chaudhry'nin üniformalı bir başkanı illegal ilan edebileceği hatta nerdeyse bu beyanı yapmak üzere olduğu"ydu.

 

Bu aylardan beri inşa ediliyordu ve Washington'un Müşerref ve Benazir Butto arasında bir güç bölüşümü anlaşması istemesinin arkasında nedendir. Butto'nun darbe eleştirelciliği suskun olmasına rağmen bu planlar 3 Kasım'da yok oldu ve onun 9 Kasım'da Rawalpindi'de muhalif bir buluşma için destekçilerine çağrıda bulunurken bir anlaşmayı görüşmek üzere geri geldiği ile ilgili haberler yapıldı.

 

Müşerref'i tahkim etmek, onun başbakan olarak güce tekrar kavuşmasının ve kendisine karşı açılan yolsuzluk davalarının düşmesini sağlamasının tek yoludur. Müşerref'in, onun yönetimi döneminde kamu fonlarında 2 milyar doların yağmalanması ile ilgili bütün önemli suçlamaları affederek bir "uzlaşma kuralı" imzaladığı 5 Ekim'de anlaşmanın bu bölümü kesinleştirildi. 1996'da Butto'nun son yönetim yılında bağımsız bir izleme grubu olan Uluslararası Şeffaflık Örgütü, sonraki ilerlemeleri yavaş olmasına karşın Pakistan'ı dünyadaki en yolsuz ikinci ülke olarak adlandırdı.

 

Pakistan'da hızlı gelişen olaylar

 

Pakistan sıkıyönetim altında kargaşada kalmaya devam ediyor. İç işleri bakanı sadece 1800 derken bağımsız kaynaklar aralarında yüzlerce avukatın, muhalif politikacının, gazetecinin ve öğrencinin olduğu binlerce kişi tutuklandı. Buna ek olarak caddelerdeki meydan muharebelere rağmen George Bush'un tüm söyleyebildiğinin, biz "Müşerref ile birlikte çalışmaya devam edeceğiz ve ümid ediyorum mümkün olduğu kadar erken bir zamanda demokrasiyi iyileştirecektir" olmasıdır. Askeri ve diğer yardımlar devam edecektir, yani bilindiği üzre bu bir iştir, fakat kanunları aşağılamalarından dolayı iki yönetimden beklenmesi gereken de budur.

 

7 Kasım tarihli New York Times'ın İslamabad'ın ünlü avukatı Babar Sattar'dan alıntıladığı söz üzerine iyi düşünün ve 11 Eylül sonrası ABD koşullarıyla bağlantı kurun: "Kanun, generalin dedikleriyken bir avukat olarak nasıl çalışabilirsiniz ki?" Aynı zamanda avukat ve eski kabine üyesi Athar Minallah'ın Pakistan Yüksek Mahkemesi ile ilgili söylediği üzerine düşünün: "Mahkeme, 60 yılda ilk kez bağımsız çalışmaya başladığında onlar (Müşerref) çok şertleşti. Geçmişte Yüksek Mahkeme bürokrasi ve ordu ile uyumluydu."

 

Bunlar George Bush yönetimindeki olayların da görüntüsüdür. Bush, anayasaya uygun olmayan bir şekilde "Üniter Yönetici" (Amerikan Anayasası'nın II. maddesinden çıkarılan) gücünü kullanarak kanunun söylediği şey olduğunu iddia etti ve bir defasında Cumhuriyetçi çalışma arkadaşlarına Anayasa'nın "sadece lanet olası bir kâğıt parçası" olduğunu söyledi. Dahası aralarında Yüksek Mahkeme'nin de olduğu federal mahkemeler destekleyici sağcı hâkimlerle doldurulmuş durumdalar ve ulus nerdeyse işkenceye göz yuman ve keyfi yönetim gücünü onaylayan yeni bir Genel Vali'ye (İngiliz Sömürge Valisi'ne atıf) sahip olmak üzeredir.

 

Gelecek yıl ve sonrasında bunun ABD'yi nereye götüreceği tartışmaya açıktır. Pakistan'da, herhangi birinin tahmin edebileceği gibi sorunlar olabildiğince seyyal olmaya devam ediyor ve olaylar çok hızlı gelişiyor. Ocak 2008 seçimleri programlanmıştı fakat 8 Kasım'da Müşerref kendi devlet medyası üzerinden zamanın Şubat ortalarına kayacağını söylemiş olmasına rağmen seçimler ertelenecek veya askıya alınacaktır. Önümüzdeki beş yıl için başkanlığını garantileyene kadar politik sürecin askıda kalacağına ve en önemlisi ülkedeki gerçek gücün temsilcisi genelkurmay başkanlığı olduğundan öyle kalmaya devam edeceğine inanan bazı gözlemcilere göre seçimler olmayabilir. Pakistan Anayasası, yasama organının süresinin bir yıla kadar uzatılmasına izin veriyor yani bu plan muhtemeldir.

 

Bu arada Pentagon, Bush yönetimi, Demokratlar ve anonim medya Müşerref'e kendi ordusunda bile görmeyeceği bir destek veriyorlar. Washington, Afganistan'daki kötü gidişatla birlikte ona çok ciddi ihtiyaç duymaktadır ve Irak hâlihazırda ümitsiz bir vakadır. NATO'nun ve "koalisyon"un savunma bakanlarının daha fazla asker verme ile ilgili gönülsüzlükleri ve bazılarının Bush savaşlarından tamamen çekileceği ile ilgili büyüyen endişe düşünüldüğünde bu çok daha önemlidir. Bu zeminde Müşerref kendisini istikrarın kayası olarak tanımlıyor bu yüzden Washington'dakiler onun gücü nasıl tahkim edeceği veya Butto'yu başbakan olarak kabul edip etmeyeceği ile ilgileniyorlar. Bush ve Demokratlar için sadece "teröre karşı savaş" sorundur ve onu destekleyen herhangi bir lider müttefiktir. Özetle susturulmuş eleştirelciliğe karşın demokratik meziyetler bir sorun değiller. Aslında hiç bir zaman olmadılar.

 

 

 

Stephen Lendman Chicago'da yaşıyor ve kendisine lendmanstephen@sbcglobal.net adresinden ulaşılabilir. Aynı zamanda onun Blog'unu sjlendman.blogspot.com adresinden ziyaret edin.

 

 

 

Bu makale Ali Karakuş tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.