Eğer şehir ortamında yaşadığımız maddi ve maddi olmayan hayatımızın tabii ve zaruri sonucunda adına “medeniyet” diyebileceğimiz toplam bir hasılaya sahip oluyorsak, söz konusu medeniyetin temelinde iç ve dış esenlik, münker ve şerden korunduğumuz selamet, farklı toplumsal gruplar arasında barış ve nihayetinde bütün bunları mümkün kılan Allah’a teslimiyet vardır. Teslimiyet ilahi hükümlerin tatbik edilmesi suretiyle Allah’ın iradesine teslimiyet demektir ki, bütün anlam derecelerini “silm” teriminde toplamamız mümkün.
Modern zamanların en büyük sorunu, basit ve masum gibi görünen rekabet (piyasa ve iktisadi alan), bireylerin gelişmişliğin ölçütü olan yarışmacılık ve elbette sadece askeri alanda değil, başka alanlarda da süren çatışma ve savaşlardır. Bu bizim temel sorunumuzun barış olduğunu ima eder.
Kiminle barış?
Önce kendi nefsimizle barış. Nefsin türevleri vardır: Nefs-i emmâre, nefs-i levvâme, nefs-i mülheme, nefs-i mutmainne, nefs-i radiye, nefs-i mardiyye, nefs-i kâmile.
Emmâre olan nefis, kötülüğü emreder. Modern birey, nefsiyle çatışma halindedir. Bu açıdan nefis, üç ayrı kültürün de farkını belirleyen anahtar bir kavramdır: Doğu dinlerinde insanın kurtuluşu, nefsini tamamen öldürmesine bağlıdır. Hint çilecilerini bilirsiniz, orman içinde yaşarlar, bütün cehd ve çabaları nefislerini tamamen öldürmek içindir. Batı medeniyetinde ise bunun tam tersidir; nefis ne istiyor ve arzuluyorsa onun tatmini sağlanır. Amaç, nefsin isteklerinin kışkırtılıp yerine getirildiği bir dünya düzeni kurmaktır. Liberal kapitalizm bunun küresel sistematiği bir ideoloji ve ekonomik-politik düzendir.
İslam, tam ortada bir yerde durmaktadır. Parolası şudur: “Nefsini öldürme, dizginle”. Sufilerde bir hikaye anlatılır. Mağarada 40 yıl yaşayan bir sufinin ağzından nefsi çıkar. Sufi nefsini bir köpek yavrusu gibi kusup öldürdüğü için Allah’a hamd eder. O sırada bir ses duyar, “Be hey gafil, biz sana nefsini öldür demedik, dizginle dedik”. Altın, nasıl ki içindeki yabancı maddelerden ayrıştırılmak için ateş potasında eritilir, tıpkı bunun gibi, biz de nefsimizle mücadele ve mücahede ede ede olgunlaşıp kemale ereceğiz. Dolayısıyla amaç nefsi öldürmek değil, onun dizginlerini elinde tutmak, kontrol altına almaktır. Nitekim insan, kendini, yani istek ve arzuların denetlediği zaman güçlü olur.
Batı uygarlığının önemli özelliklerinden biri de, insanın insanla çatışma halini öne çıkarmasıdır. “Öteki” kavramı üzerinde durduğumuzda buna değindik. Batı kendisi dışındakinin imajını çarpıtıp ötekileştirir ve onunla çatışır. İmajını çarpıtır derken, demek istediğimiz onun yepyeni bir imaj yaratıyor olmasıdır. Şu misal açıklayıcı olabilir: Komşunuzun bir köpeği olduğunu varsayalım. Siz köpeği seversiniz veya sevmezsiniz. Komşunuzun köpeğinden her bahsedilmesinde tehdit algılamazsınız. Ne zaman ki biri size, köpeğin kuduz olduğunu söylese, o köpeğin imajı birden bire değişir. Köpek, artık sizi tehdit eden bir yaratık olmuştur. Dolayısıyla, ötekini imha etmek, yok etmek veya asimile etmek istiyorsanız, onun imajını çarpıtmalısınız. Batı’nın yaptığı tam da budur; kendisi dışındaki bütün dinlerin, inançların, fikirlerin, ülkelerin imajını çarpıtıyor.
Güncel uluslar arası politikadan bir örnek verelim: Afganistan dediğimiz zaman aklınıza ne gelir? Taliban ve burka. Amerika niçin Afganistan’dadır? Çünkü Taliban ve burka var. Peki, sana ne Taliban’dan, burkadan? Taliban ilkeldir, Doğulu kadın burka denen örtünün altındadır, dişiliği ve güzelliği gizlidir, özgürlüğe ihtiyacı vardır. Batılı kadın böyle değildir; onun dişiliği ortadadır. Peki, sen bu Doğulu kadından ne istiyorsun? Doğulu kadını erkeği şiddet yüklüdür, şehvetperesttir, ağzından salyalar akar, dişleri sarkıktır, karısını döver vs. Batılı erkek gelecek ve bu zavallı Doğulu kadını kurtaracaktır. Batı’nın Doğu’ya bakışı, feminist akımlar, insan hakları dernekleri, bu oryantalist bakış açısına dayanmaktadır. Devamlı bir şekilde Batı, Doğu’yu kadın üzerinden kurtarmak ister; çünkü Doğu’da kadın ikinci sınıf insandır. Batılı erkek gelecek ve onu, o sığ, şehvet düşkünü erkekten kurtaracak, evden çıkaracaktır. Kadın evden çıkacak ve kamusal alana, iş dünyasına ve sosyal hayata katılacak, böylelikle de özgür olacaktır. İşte bu kadın, dişiliği öne çıkarılmış; fakat kişiliği geri çekilmiş bir kadındır.
Oysa İslam, kadının dişiliğini değil, kişiliğini öne çıkarır. İslam “avret yerini ört” diye emrettiğinde aslında kadının kişiliğini öne çıkarmış oluyor. Şöyle ki, kişilik, insanın en belirgin şekilde yüzünde (vech) teşekkül eder; çünkü yüzümüz iç dünyamızın aynasıdır, birçok şey yüzde belli olur. Bu sebepten İslam, kadının “el, yüz ve ayakları”nı açık bırakmıştır. Şimdi kadının yüzü açık, avret yerleri kapalı olduğunda kişiliği ön plana çıkmış, dişiliği de geri çekilmiş olacaktır. Eğer kadının avret yerleri açık ise, insan, onun dişiliğine odaklanır, böylelikle de onun dişiliği öne çıkmış, kişiliği geri plana itilmiş olur.
Son yıllarda ülkemizde boşanma oranlarının arttığı bir gerçek. Kadınların erkeklere, erkeklerin de kadınlara tahammülü kalmadı. Ya birbirlerini aldatıyorlar ya da en ufak konularda kavga edip ayrılıyorlar. Ekonomik sorunlar ve adına şiddetli geçimsizlik denen faktörü ihmal ediyor değilim. Fakat daha derinde bir sorun var. Boşanmalarda en büyük yıkımı da çocuklar yaşıyor, kavga ve gürültü içinde elimizden çıkıp gidiyorlar. Aile dağılıyor, aile dağılınca da toplum çözülüyor. Allah, Âdeme, Havva’ya ve şeytana, “yeryüzüne birbirinize düşman olarak inin” diye buyurmuştur. Fakat belli bir müddet sonra, Allah onları nikâhla bir araya getirmiştir. Kadın erkeğin erkek de kadının yarısıdır, tıpkı bir elmanın yarısı gibidirler. Yalnız olduklarında yarım, bir araya geldiklerinde tamam olurlar. Nisa Suresi 1. ayette Allah: “Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden korkup-sakının.”diye buyurur. Allah bu ayette bizi tek bir nefisten yarattığını buyuruyor, demek ki, bizim eşlerimiz bizim ruh ikizlerimizdir, onlarla barış halinde yaşamamız gerekir. İslam’ın bize emrettiği, bizden istediği bu şekilde davranmamızdır. Oysa sekülerizm bunun tam tersine, kadınla erkeği birbiriyle çatıştırıyor, oları birbirine rakip gösteriyor.
Kadın ve erkek, tam bir ihlasla Allah’ın emirlerine itaat edecek olurlarsa, aralarında çatışma olmaz, yuvalarını cennet bahçelerinden bir köşeye döndürürler.