İslam Âlemi ve değişim problemi

“Hasta adam” ifadesi büyük sömürgeci güçlerin İslam âlemi için kullandıkları bir terimdir. Çünkü bu ülkeler, av için yola çıkmışlardı, hastalıktan zayıf ve bitap düşen İslam âlemi ise onlar için çok uygun bir avdı. Bu tabir, zamanında Batı tarafından yaşadığı krizler ve bölünmelerden dolayı içindeki hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalan Osmanlı devleti için kullanılmıştı.

Böylece İslam ülkeleri baş kaldırana kadar uzun süre sömürünün pençesinde yaşam mücadelesi verdi. Ancak Alman filozof Friedrich Nietzsche’nin dediği gibi halklar tarihlerini yalnızca gök gürültüsü ve şimşeklerle yazmıyorlar. Bundan sonraki süreçte Müslümanlar her şeyin gün gibi ortaya çıması için yeniden inşa dönemine başladılar.

Çağdaşlaşma problemi

İslam âleminin problemi çağdaşlaşma problemidir ve yaşadığı problemler kendi sınırları içerisinde ortaya çıkmış yöresel problemler değildir. Çağdaşlaşma; insan hayatını düzenleyen bir yaşam şekli olmaktan öte, olabilecek tehditlere karşı başarılı olabilmek için bir toplumun bütünleşmesi ve üretken olmasıdır. Böylece bu toplum tüm vatandaşlarının, sağlık, eğitim, iş, ulaşım, ferdin saygınlığının korunması gibi temel haklarını güvence altına alır (bu konuda Malik b. Nebi’nin Medeniyetin Problemleri adlı kitabına bakabilirsiniz) ve başarı yolunda ilerlemeye başlar.

Bahsettiğimiz çağdaş toplumda, bu söylemlerin havada kalmaması gerekmektedir, tam tarsine bu kurallar toplumda sağlam bir şekilde yer edinmeli ve toplumun verdiği güvenceyle ferdin toplum içinde üretken çalışmalar yapmasına kapı aralamalıdır. Böylece teori pratiğe geçecek, tecrübe ve uygulama dönemi başlayacaktır.

Özellikle problemin teşhisini yapabilmek için şu soruya cevap vermemiz gerekmektedir; Kültürümüzün hangi yönünde problem var? Çünkü kültür başta fert olmak üzere tolumun ahlak yapısın şekillendiren asıl etkendir. Bu soruya vereceğimiz olumlu cevap birçok problemi çözmemize yardımcı olacaktır. Çünkü Müslüman ferdin şikâyet ettiği olumsuzluklar ferdin içinde yetiştiği ortamdan kaynaklanmaktadır. (Kadaya Kubra/Büyük Sorun: Malik b. Nebi 78-80)

Günlük hayatımızda etrafımızda yaşadığımız karmaşa, izdihamdan geçilmeyen caddeler, eski ulaşım araçları, alışık olduğumuz dilenci görüntüleri artık bizim için bir problem oluşturmuyor. Hatta hiçbir sıkıntı duymadan, kaybettiğimiz zamanın değerini düşünmeden saatlerce kuyruklarda bekliyoruz. Bu yönüyle hepimiz aynı kültürün havasını soluyor, bilerek ya da bilmeyerek aynı fikirleri benimsiyoruz.

Çağdaş toplum için yol işaretleri

İslam âlemi olarak yaşadığımız pratik ve gerçek İslam inancı arasına çok ciddi uçurumlar olduğunu kabul etmek zorundayız. İslam inancı, temel hedefleri olarak nefsin korunması, aklın korunması, malın korunması, neslin korunması esasını ön plana çıkarır. Ancak şu anda yaşadığımız hayat şekli, insan nefsinin izzeti kerimini korumakta başarısız olmuş ve buna bağlı olarak İslam prensiplerinin hayatımızda pratiğe geçmesinin önüne set çekmiştir.

Aslında ben merkezli düşünce ve ferdiyetçiliğin, en büyük ayıplarımızdan bir olduğunu söylediğimizde pek de yeni bir şey söylemiş olmayız. Ne yazık ki bu iki problem birliktelik ve tek güç olma ruhunu öldürmektedir.

Ancak Rasûlullah (sav) benlik bilinci ve ferdiyetçilik yerine “tek ceset olma”, “bir duvarın taşları gibi; tek saf ve kenetlenmiş” olma prensibini tavsiye etmektedir ve bu çağdaş toplum için en önemli yol işaretidir. Çünkü inşa için herkesin samimi, ortak hedeflerle ve bilinçli bir şekilde ilerleme çalışmasına iştirak etmesi gerekmektedir. Hedefimize ulaşabilmek için vicdanımıza danışıp bir birinden kopuk olumlu bazı çalışmalar yapmamız yeterli değil. Gerçek manada bir devrimi yaşatacak çok ciddi girişimlerde bulunmadığımız sürece, bu çalışmalar işin sonucunda almamız gereken ürünleri vermeyecektir.   

Bir toplumun ortak iradesi, o toplumun medeniyetini oluşturmaktadır. Bundan dolayı teknoloji ithal ederek, kalkınacağımızı düşünmek ya da kalkınmayı sadece ekonomik sebeplere bağlamak, büyük bir hatadır.

Zannedersem bu noktada toplumumuzun yakalandığı tüketim hummasına işaret etmekte fayda var. En pahalı arabaları sürmeye, teknolojinin son harikası bilgisayarları veya telefonları kullanmaya çok özen gösteririz, ancak nedense - onları biz üretmiş gibi - onların üretimi ve üretimi için gereken ön araştırmalarla zerre kader ilgilenmeyiz.

Şu bir gerçek ki problemlerin künhüne inip temelden sağlama bağlamadığımız sürece gerçekçi bir çözüm sunmamız imkânsızdır. Kendimiz dönüp gerçekçi çözümler üretmediğimiz sürece, demokrasi, terörizm bahanesiyle ülkelerimize yeniden dönüş yapan Batı sömürüsü bizi daha çok parçalara ayıracak, bunun bir sonucu olarak gerçek sorumluluğumuzu hiçbir zaman hatırlayamayacak ya da yerine getiremeyeceğiz.

Halbuki Rasûlullah’ın (sav) şu hadisi tüm Müslümanlara gerçek sorumluluklarını hatırlatmakta, onları bulundukları ortamda üzerlerine düşeni yerine getirmeye davet etmektedir: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz”.

Gerçekte İslam ülkelerinin bağımsızlıktan sonra uyguladıkları strateji, karmaşa ve yıkımdan başka bir şey getirmedi. Çünkü bu ülkelerin yönetimleri, halklarını harekete geçiren, birlikte hareket etmelerini sağlayan ruhtan yoksundular.

Her davranışın ahlaki ve toplumsal alt yapısı olmalıdır. Ve Müslüman’ı harekete geçiren bu şuur, bu alt yapı Allah’a olan inancıdır. Ne yazık ki günlük hayatımızda uyguladığımız kuralar bize yabancı, İslami olmayan kurallardır ve bu kuralların bizi gerektiği gibi harekete geçirmeleri imkânsızdır.

Fikri karmaşa

Zannedersem İslam âleminde fikri karmaşanın en şok yaşadığı kesim aydınlarımızdır. Her ne kadar prensip olarak Müslüman aydınların vicdanen kendi benlik fikirlerine sahip olduklarını kabul etsek de İslam âlemi Batı kültürüne ve onun laiklik anlayışına tabi olalı aydınlarımız yapıcı, üretken fikirler ortaya atmaktan aciz kalmışlardır.

Doğal olarak bu karmaşadan kurtulmamız için İslam’ın esaslarına yeniden dönüş yapmamız ve kültürümüze sonradan karıştırdığımız yabancı fikirlerden kurtarmamız gerekmektedir. Toplumda ferdiyetçilikten kurtulmanın çözümü dışarıdan metotlar ihraç etmekle gerçekleşmez. Tam tersine değişim sürecini buradan, yani kendi içimizden başlatmalıyız. Bu doğrultuda atılması gereken ilk adım, herkesin üzerine düşen sorumluluğu bilinçli bir şekilde yerine getirebilmesi için, Müslüman ferdi toplumuna güçlü bağlarla bağlamaktır.

Bu dönüşümü gerçekleştirmek için, kimisi geçmişin yeniden inşa edilip yenilenmesi gerektiğini ve kimi de bu dönüşümü yaşayabilmek için takip etmemiz gereken yöntem üzerinde durabilir. Ancak kesin olarak bildiğimiz bir şey var; insan yaşadığı asırdan ve ortamdan koparılamaz.  Eğer asrın ilimlerini yakından takip edip onunla aşinalık kuramıyor ve onu toplumun hizmetine sunamıyorsak bizim “uzayın fethedilmesi” gibi bir söylemle ortaya çıkan bir âlemde işimiz olamaz.

Geriye dönüş yapıp ihtiyacımız olan şeyleri almak her kesin üstesinden kalkabileceği bir konu değildir. Bu sorumluluğu yerine getirecek olan şahsın “Usulu Fıkıh” kitaplarında açıklandığı gibi içtihad özelliklerini  taşıyan müçtehid tarafından yapılması gerekmektedir. Bu konuda yola koyulan şahıs Kur’an, Sünnet gibi ihtisas gerektiren konulara hâkim olacak, içtihadın yapılabileceği alanı, yani karşılaştığı problemin içi yüzünü, onu doğuran sebepleri bilecek ve bu konuda atılması gereken adımları atacaktır.

Ne yazık ki bu durum yaşadığımız çağda bir fakih bir yana birçok fakihin bir araya gelmesiyle bile zor başarılabilecek bir konudur. Bundan dolayı kültürel mirasımızı çok iyi bilmek ve çağın gereklerini yakından tanıyabilmek için seçkin bir grubun bir araya gelmesi gerekmektedir. Bu gurubun içinde fakih olabileceği gibi, sosyolog, iktisatçı, filozof, siyaset bilimci vb. alanında uzman şahıslar bulunmalıdır.

 Ne yazık ki hükümetlerimiz buna benzer bir girişimde bulunmak için her hangi bir atılımda bunmamışlardır.

 Ancak durum ne olursa olsun İslam âleminin tamamıyla felç oluğunu kabul etmek zorundayız. Çünkü ümmetin içine yayılan hastalık yönetime kadar ulaşmış ve onların da hastalığa yakalanmasıyla vücut işlev görmez hale gelmiştir. Bunun bir sonucu olarak İslam âlemi Batı karşısında yenilgisini kabul edince bir taraftan eski başarılarıyla övünerek teselli bulmaya onunla kendisini avutmaya diğer taraftan da kendisini Batının kucağına atarak ondan şifa arar hale gelmiştir.

* Kerime Bedevi: Cezayirli gazeteci-yazar

Bu makale Faruk Aktaş tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.