'İslam iç savaşı'

11 Eylül 2001'den sonra, başta ABD, İsrail ve İngiltere olmak üzere Batılı güçlerin İslam dünyasına karşı başlattığı savaşta, başlangıçtaki "Ortadoğu haritasını değiştirmek" planları istenmeyen sonuçlarla ortaya çıktıkça yeni ve daha tehlikeli bir aşamaya geçiliyor.

Kodadı "teröre karşı savaş" olan Ortadoğuya karşı emperyalist savaş öncelikle ABD ve İsrail'in ihtiraslarıyla alevlenmektedir. İngiltere'nin katılımı daha çok ek gösteri biçimindedir. ABD ve İsrail'in bölgedeki amaçları kesişmektedir. ABD bölgenin petrolü üzerindeki denetimini artırma peşindedir. İsrail, Filistinlilerin etnik temizliğini tamamlamasına izin verecek bölgesel koşulları yaratmak istemektedir.

İlk aşamada, her iki amaca ulaşılmasına hizmet edecek olan, bölgedeki ABD ve İsrail ihtiraslarına hala direnen dört rejimin –İran, Suriye, Irak ve Afganistan- ortadan kaldırılmasıdır. Bu rejimler ortadan kaldırıldıktan sonra, ABD ve İsrail savaşı, Mısır, Suudi Arabistan ve Pakistan'a taşıyacak ve bunları küçük, zayıf müşteri devletlere bölecektir.

Irak ve Afganistan, ilk hedefler –savaşa girişin kolay noktaları- olarak seçildiler. Yıllarca süren savaşla harab edildiler, iç bölünmelerle zayıf düşürüldüler, ve Irak söz konusu olduğunda, yaptırımlarla içi oyuldu. Kolay bir işgal olacağı sanılıyordu. ABD işbaşına işbirlikçilerini getirip, İran ve Suriye'de rejim değişikliği çalışmalarını başlatabilirdi.

İşgal gerçekten kolayca gerçekleşti. Ama başka hiçbir şey kolay olmadı. Bağdat'ın düşmesinden haftalar sonra başlayan Sünni önderliğinde isyan, ABD'nin Irak'ı stabilize etme çabalarını raydan çıkardı. Gerçekte, Irak son aylarda iç savaşa yaklaştıkça, ABD içinden çekilme yönünde baskılar yükseliyor. Afganistan'da da, başlangıçtaki bir istikrar döneminin ardından, komşu Pakistan'da kurtarılmış bölgelerden yönetilen Taliban isyanı şimdi, doğu ve güney Afganistan'ın büyük bölümünde NATO güçlerini tehdit ediyor.

Bu arada, ABD öncülüğünde bölgeye karşı verilen savaş, Ortadoğu haritasını değiştirmiş oldu ama tedirgin edici bir biçimde. İran yalnızca Irak ve Afganistan'da derin bir etkiye sahip olmakla kalmadı, aynı zamanda bu etkiyi bu iki ülkedeki ABD işgalinin maliyetini hızla yükseltmek için manivela olarak kullanabilir. İran bu arada, Rusya ve Çin'in yardımıyla, Arap yarımadasındaki ABD işbirlikçisi ülkeleri tehdit edebilecek, Hürmüz Boğazı'nı gemilere kapatabilecek ve İsrail'e erişen füzeler fırlatabilecek bir askeri kapasite yarattı. Ek olarak geçen yaz Hizbullah düşük-teknoloji ürünü roketler, anti-tank silahlar ve karmaşık istihbaratın bileşiminden oluşan yeni bir gerilla savaşı biçimi sergiledi ve İsrail'in kararlı saldırısını boşa çıkardı.
Irak Çalışma Grubu, Irak'taki durumun "ağır ve giderek kötüleşmekte" olduğunu saptadı ve asker sayısının düşürülmesini tavsiye etti. Başkanın bu tavsiyeye uyması olası değildir. Aslında ABD, İsrail ve İngiltere bir süredir, başlangıçtaki planlarının raydan çıktığı ortaya çıktığından beri, alternatif bir plan üzerinde çalışmaktadır. ABD, İsrail ve İngiltere, şimdi bütün Ortadoğuda Sünniler ve Şiiler arasında bir iç savaşı kışkırtmak için çalışmaktadır. Jonathan Cook'un belirttiği gibi, İsrail'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki deneyimini örnek alarak, tüm İslam dünyasında "kontrollü kaos" yaratmayı ummaktadırlar.

Bu iç savaşın cephe hattı çizilmiştir. Temmuz'da İsrail, iki askerinin Hizbullah tarafından esir alınmasına karşılık olarak Lübnan sivil hedeflerini harabeye çevirmek için hava saldırıları başlattığında, bu "İslam iç savaşı"ndaki başlıca Amerikan-İsrail vekilleri renklerini belli ettiler. Kahire, Riyad ve Amman hiç vakit kaybetmeden Hizbullah'ın eylemini kınadılar. Karşı tarafta, Lübnan'dan, Suriye ve Irak üzerinden İran'a uzanan kafa tutan Şii hilali var.
İsrail liderleri ve Sünni Arap hükümdarlarla yaptığı görüşmelerde, İngiltere başbakanı Tony Blair, AP'nin haber başlığına göre, "aşırılığa karşı ittifak" için zemin oluşturmaya çalışıyordu. Planı, Batının emperyal ihtiraslarına karşı başlıca "stratejik tehdit" olan İran'ın içinde olduğu Şii hilaline karşı bir "ılımlı yay" oluşturmaktır.

Bu "İslam iç savaşı" şimdiden Irak'ta sahneye konmuştur. Temmuz'da, İsrail'in Lübnan sivil altyapısını yıkarkenki amaçlarından biri bu mezhep savaşını Lübnan'a sıçratmaktı. Ancak acınası bir başarısızlığa uğradı. Şimdi Suudi Arabistan, Irak'taki sünni isyancılara desteğini yaygınlaştırmakla ve petrol üretimini artırarak İran'ı destabilize etmekle tehdit ediyor. Daha kötüsü, bazı Vahabi dinadamı müttefikleri, hem İran egemenliğine ilişkin Arap korkularını hem de "kafir" Şiilerin yükselişine ilişkin Sünni kaygılarını canlandırmaya çalışıyorlar.

Bu savaşta belirleyici faktör Arap hükümdarların yumruğu altındaki Sünni nüfus olacak. Arap hükümdarların İran karşıtı ve Şii karşıtı retoriğinin, onları, uzun zamandır nefret ettikleri hükümetlerini, özellikle şimdi İsrail ile ittifakları açık hale gelmişken, desteklemeye yöneltmede başarılı olacağı kuşkuludur. Aynı zamanda Suudilerin, Irak'taki Sünni isyanı desteklemesinin, ABD dostu Arap hükümdarları devirmeye yemin etmiş El Kaide'yi ve müttefiklerini güçlendirmesi riski de vardır.

Üstelik, eğer bölgede gerçek bir savaş çıkarsa, Körfez'deki sahte Arap devletlerinin bu çatışmaya katabilecekleri bir savaş kapasitesi yoktur. Bu durumda, ABD'nin hem Irak'ı işgal altında tutup hem Körfez'deki müşterilerini savunabilecek güçleri var mıdır?

İngiltere Başbakanı Tony Blair'in sözünü aktaran AP haberine göre "... Ortadoğunun kaderinin 'iyi ya da kötü' çizilmesi, bütün dünyada hissedilecek". Bölgenin dinamiklerine bir "İslam iç savaşı" eklemenin ABD, İsrail ve İngiltere'nin "iyiliğine" olacağı olası görünmüyor.

M: Shahid Alam: Boston Üniversitesi'nde ekonomi profesörü. Bu makale ilk kez Arab Media Internet Network'te 22 Aralık 2006'da yayınlandı. Monthly Review Webzine'den (http://mrzine.monthlyreview.org/alam060107.html) çevrildi.