Son genişlemenin AB'yi felce uğratması beklenirken, tersine artık daha az gevezelik, daha çok iş yapılıyor. Yeni genişlemelerdeyse, en zor durumu Türkiye yaşayacak. Türkiye üyeliği varılacak bir menzilden ibaret saymamalı, Avrupalılar da bu üyelikten kendilerinin de yararlanacağını görmeli
AB 12 yeni üyeyi çeşitli şekillerde değiştirirken, yeni gelenler de birliği birçok bakımdan değiştirdi. Bazıları şöyle sayılabilir: 27 üyeye genişlemenin kurumsal felce yol açacağı öngörülüyordu. Ancak tersine, Lizbon Anlaşması'nın oylama kurallarını haklı çıkaran bir süreç yaşandı. Birlik felç falan olmamakla kalmadı, masada 27 ülkenin temsil edilmesiyle birlikte geçmişe oranla daha az gevezelik yapılmaya başlandı.
Büyük uzlaşmalara varıldı; en dikkat çekici olanı, AB ülkelerinin sera gazı salınımlarının 2020'ye dek yüzde 20 oranında azaltılması anlaşmasıydı. Rusya'ya aşırı bağımlı hale gelme korkusu, yeni üyeleri AB'nin iklim değişikliği anlaşmasına (zira anlaşma enerji güvenliğinin de altını çiziyordu) imza atmaya ikna etmek hususunda büyük bir rol oynadı. Yeni üyelerin büyük komşularından duydukları korku sürüyor ve varlıkları AB'nin Rusya'ya dair tartışmalarını daha dişe dokunur kılıyor.
Zagreb 2010 civarında üye olur
Yeni üyeler genel olarak birliğin genişlemenin devamından yana. Birçoğu kapı komşusunu da birliğe katmak istiyor. Sözgelimi Polonya Ukrayna'nın yorulmaz bir destekçisi. Fakat şu an için süreç yavaşladı, zira adayların en kolay olanları zaten kulübe katıldı. Hırvatistan sırf örgütlü suç meselesi göz önüne alındığında bile aslında için hazır değil, fakat AB Balkanların batısını istikrara kavuşturmak istiyor, bu yüzden de Hırvatlar 2010 civarında birliğe katılacak. Aynı sebepten herkes Makedonya, Bosna-Hersek, Karadağ ve Arnavutluk'u üyeliğe giden rotada tutmak istiyor. Yetkililere göre Sırbistan da kendi payına şu tercihi yapmak zorunda: Demokratik rotada devam mı edecek, yoksa kendi kendini tecrid mi edecek? Tercihine bağlı olarak Sırbistan gayet çabuk bir biçimde resmi aday statüsüne ulaşabilir ya da yıllar boyu bir köşede öylece kalır.
En zor durumsa Türkiye'ninki. Üyelik süreci şu an durdurulmuş bir çizgifilmi andırıyor. Üyelik müzakereleri, Türkiye'yi liman ve havaalanlarını Kıbrıs'a açmayı reddettiği için cezalandırmak amacıyla kısmen donduruldu. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy Türkiye'nin üyeliğine açıkça karşı çıkmaya devam ediyor, fakat bu konuda 2010'a dek AB içinde üst düzey tartışma açılmamasını kabul etti; 2010'da (Sarkozy'nin fikri olan) bir 'âkil adamlar grubu'nun AB'nin geleceğine dair bir rapor sunması öngörülüyor. Türkiye'nin kendi içinde de ciddi sorunları var; bunun en son örneği AKP hakkında ülkenin laik düzenini tehdit ettiği gerekçesiyle açılan kapatma davası.
Türkiye bir gün birliğe girecek mi? Bu ülkenin üyeliği lehinde öne sürülen savlar hiç az değil. Büyük, laik bir Müslüman demokrasi. Boğazlar'ı ve Avrupa'nın enerji kaynakları konusunda Rusya'ya daha az bağımlı olmasına imkân verecek doğalgaz ve petrol boru hatlarını kontrol ediyor. Bu tür savlar Türkiye'nin önemini vurguluyor. Fakat birçok Avrupalı, bunların Türkiye'nin birliğe katılması gerektiği anlamına gelmediğine yönelik bir hissiyat içinde. Halbuki birliğin genişlemesine mevcut bütün üyeler olur vermeli. Eurobarometre'in genişleme konusundaki son anketi, Almanların yüzde 69'unun, Fransızların yüzde 54'ünün ve Avusturyalıların da yüzde 81'inin bu üyeliğe karşı çıktığını ortaya koydu.
AB'nin genişleme sorumlusu Olli Rehn üyelik sürecini, en az varılacak menzil kadar önemli bir seyahate benzetiyor. Avrupa Türkiye'nin daha modern, demokratik ve istikrarlı olmasını istiyor, zira Rehn'e göre Türkiye, 'genel anlamda Müslüman dünya için bir istikrar çapası ve bir demokrasi kalesi' olarak stratejik öneme sahip. Bu değişikliklere ulaşmanın en iyi yoluysa üyelik sürecinin bizzat kendisi. Yani Rehn'e bakılırsa 'önem ve üyelik birbirinden ayrılamaz'.
Üyelik varılacak menzilden ibaret sayılırsa, seyahat süremez. Fransa anayasasında yer alan (ve eski cumhurbaşkanı Chirac'ın Türkiye karşıtlarına rüşveti olan) madde, Fransa'nın Hırvatistan'dan sonraki katılımlara yönelik referandum düzenlemesini zorunlu kılıyor. Fransız seçmenlerin bakışı göz önüne alındığındaysa bu madde Türkiye'nin katılımını neredeyse imkânsız hale getiriyor. Nisanda Sarkozy maddenin kaldırılması gerektiğini öne sürdü. Meclisten yükselen seslerin ardından şimdi tereddüt ediyor.
Türkiye'nin kendisi de hayal kırıklığına uğramış görünüyor. Eurobarometre anketçileri Türklere üyeliğin esasen kendi çıkarlarına, AB'nin çıkarlarına veya her iki tarafın çıkarına olup olmadığını sorduğunda, yüzde 34'ü bundan asıl AB'nin kârlı çıkacağını söyledi. Belki şaşırtıcı olan, AB'nin önde gelen bazı isimlerinin de aynı fikirde olması. Verheugen, "Bizim Türkiye'ye, onun bize olduğundan daha çok ihtiyacımız var" diyor.
Genişleme sihirli bir değnek
Bu tür açıklamalar Avrupalıları şoke ediyor olabilir, fakat bunları duymaya da ihtiyaçları var. Genişlemeyi zengin Batı'nın yoksul komşularına verdiği cömert bir armağan olarak görmeye fazla alıştılar. İki taraf için de emek gerektiren bir süreç bu. Fakat bütün bir kıtayı istikrara kavuşturmak, yeni pazarlar yaratmak ve serbest ticaretle serbest dolaşımın karşılıklı bağımlılık ilişkileri kurmasına imkân vermek için de neredeyse sihirli bir değnek.
Bu ve daha başka nedenlerle Avrupa'nın en son genişlemesi sadece iyi bir fikirden ibaret değildi. Gelecekte geriye bakıldığında AB'nin en önemli başarılarından biri sayılacaktır. Sovyet baskısıyla bölünen bir kıtayı tekrar birleştirdi ve Batı'nın kıyısında gezinip duran ülkeleri Avrupa çatısı altına taşıdı. Yorulmuş olsaydı, bu ülkeleri çekip almak daha zor olacaktı. Her yerdeki Avrupalılar bu işin tam zamanında gerçekleşmiş olmasından sevinç duymalılar.
Kaynak: Radikal