İran'la savaş nasıl önlenir?

İran, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri arasında son birkaç aydır karşı karşıya gelme olayları hız kazandı. Kasım ayında bir İran füze tesisinin esrarengiz şekilde tahrip olmasını, İran merkez bankasına karşı ABD tarafından organize edilen yeni yaptırım dalgası takip etti. İran Ocak başında Hürmüz Boğazı’nı kapatacağı tehdidinde bulundu ve kavgacı bir üslupla ABD uçak gemisinin bir daha oraya dönmemesi “tavsiyesinde” bulundu. Bir hafta sonra Natanz uranyum zenginleştirme santralindeki bir yetkiliye yapılan suikast, İran’da İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı intikam çağrılarına yol açtı. (Amerika Birleşik Devletleri olaya karıştığı iddialarını kesinlikle reddetti). 2012 senesi bitmeden bir savaş çıkması muhtemel görünüyor. Aslında bir şekilde savaş zaten başlamış durumda. Yine de halen felaketin önlenmesi mümkündür.

İsrail medyası ülkedeki liderlerin ekim sonundan başlayarak İran’ın nükleer tesislerine saldırılıp saldırılmaması konusunda yoğun tartışmalar içinde olduklarını bildirdi. İddialara göre savaş kampı, Başbakan Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Ehud Barak’tan meydana geliyor. Barak, 20 Kasım’da yayımlanan mülakatında CNN’e, İran'ın nükleer programının yeterince yayılıp ülkenin "dokunulmazlık bölgesine" girmesinden önce bu işin hallinin “iki ya da üç yıl değil”, birkaç ay meselesi olduğunu ifade etti. Barak, çok fazla zaman geçmesine müsaade edilmesinin İran’ın nükleer silah geliştirmesinin önlenmesini imkansız hale getireceği izahatında bulunarak 1 Aralık’ta da İsrail’in Sesi radyosuna benzer bir mülakat verdi. O, İran’ın misilleme mahiyetindeki füze saldırıları da dahil, savaş başlatmanın sonuçlarının idare edilebilir olacağını da ekledi. "Biz dört gözle savaş bekliyor değiliz. Ama köşeye sıkışırsa İsrail harekete geçmek zorunda kalır” dedi. "50 bin ya da beş bin değil, herkesin sığınaklara girmesinin sağlanması şartıyla ülkede 500 ölüden bile bahsetmiyoruz.” Barak, iki gün sonra da İsrail televizyonuna, yeniden “Bu, yıllar sürecek bir mesele değil” diyerek konu hakkında kararın yakında alınacağını söyledi.

Hep sözleri eylemler takip etmiştir. Natanz zenginleştirme kompleksine techizat ve malzeme satın alınması işinde olduğu görülen Mustafa Ahmedi Ruşen’in 11 Ocak’ta öldürülmesi, bir dönüm noktası oldu. 2010’a kadar benzeri hedeflerin aksine, kimya mühendisi Ahmedi Ruşen’in bir gizli silah üretiminde rolü olduğuna dair herhangi bir şüphe görülmüyor. Bilakis o, güvenli bir sivil tesiste çalışıyordu. (İran’dan kanlı bir intikama dair yükselen feryatlar yeni bir çizgi çekildiğini gösteriyor.) İsrail gazetesi Ha'aretz’de dikkate değer bir makale,  Ahmedi Ruşen’in, İran’ın nükleer altyapısını yeniden inşa etmenin zorlaştırılması çabalarının bir parçası olarak öldürüldüğünü açıklıyor. Bu da altyapının tahrip edilmesinin her ne şekilde olursa olsun çok uzak olmadığı anlamına geliyor. Barak'ın bu olayın “gerçekten çok uzak” olduğuna dair son ikna çabaları pek bir rahatlama sağlamıyor.

Bir kere İsrailli üst düzey yetkililerin yaptırımlar ve diplomatik baskıların yoğunlaştırılmasına matuf ifadelerini yorumlamak kolaydır. Şimdi bu ifadelerin İsrail kamuoyunu savaşa hazırlamak için yapıldığını fark etmemek güçtür. Daha az aşikar olan, bunun niye yapıldığıdır. Barak'ın, İran’ın nükleer tesislerinin, yüksek seviyede uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin Natanz’da yer üstündeki yapıdan Kum şehri yakınlarında askeri üste yeraltı tesisine kaydırılmasıyla  farklı yerlere dağılması ve korunmasına dair endişelerinin olduğu görülüyor. Ama Kum’daki tesis neredeyse sürekli uluslararası teftişe konudur ve gerçekte, genellikle medyada gösterildiğinin en az yarısı kadar sağlam görünüyor. ABD Savunma Bakanlığı bile İranlıların, bildirilen herhangi bir sitede uranyum zenginleştirmeyi silah yapacak ölçekte yükseltmeleri halinde bunu keşfetmek ve “uygun adımı atmak” için “yeterli zaman” olacağında ısrar ediyor.  

Ekim sonunda savaş tartışmaları haberini patlatan mümtaz İsrailli köşe yazarı Nahum Barnea, İran’dan ziyade İsrail’deki gelişmelere daha fazla dikkat edilmesi gerektiği izahatında bulundu. Barnea, İsrail milli güvenlik kurumunun üst sıralarındakilerin, askeri eyleme muhalif olan en üst düzey ve saygın kişileri görevden aldıklarını bildirdi. Bu insanlardan eski Mossad başkanı Meir Dagan, 2011 ortalarından bu yana bu senaryoyla ilgili endişelerini sesli şekilde ifade etti. Savaş tamtamlarının aniden çalmasıyla ilgili olarak bir diğer açıklama, İsrail hava saldırısının, Amerikan silahlı kuvvetlerinin Irak’tan çekilmeleriyle açılan fırsat penceresine bağımlı olabileceğidir. Başkan Obama bunu, Barnea'nun yazısından bir hafta önce duyurdu. Amerikan kuvvetlerinin yokluğunda Irak ordusunun, İsrail savaş uçaklarının ülke üzerinde uçuşlarına müdahale edebilecek imkanı yok görünüyor.

Amerika Birleşik Devletleri tarafından teşvik edilen yaptırımların sıkılaştırılması, kısmen,  teslim olması için İran'a yeterince baskı uygulayarak İsrail'i eylemde bulunmaktan caydırma teşebbüsü gibi görünüyor. Gerilimin tırmanmasının gerçek sebeplerinin ne olduğuna bakmaksızın şimdi başlıca tüm tarafların, bir felakete yol açma imkanları var. Bundan kaçınmak için biraz şans gerekebilir.

İran'ın yapabileceği en vahim hata, tehditlerini gerçekleştirerek Hürmüz Boğazı'nda deniz trafiğine müdahale etmek ya da benzer etkili adımlar atmak olur. Bunun yol açacağı çarpışmalar hemen Amerika Birleşik Devletleri'yle kazananı olmayacak ihtilafa dönüşebilir.

İsrail'in yapabileceği en vahim hataysa, zaten İran'ın sivil nükleer enerji altyapısına karşı gizli savaş olarak görülen faaliyetlerini yoğunlaştırmak ya da gerçek bir provokasyon olmadan aleni askeri operasyonlara geçmek olur. İsrail, bu tutum içinde hareket edilmesi halinde İran'ın nükleer programını yeraltına alacağı (hem gerçek hem mecazi manada) ve bekleneni gerçekleştireceğinden korkuyor.

Barak'ın yakında bir karar verileceği iddiası için erken görünüyor. İran'ı uzun süredir gözlemleyen Patrick Clawson'un geçenlerde yazdığı üzere, İran'ın tek bir silaha yetecek miktarda zenginleştirilmiş uranyum hatrına "nükleerden çıkış" teşebbüsünde bulunması hiç muhtemel değil: "İran muhtemelen, füzeler için birkaç nükleer savaş başlığı imal edinceye kadar bekleyecektir." Ya gizlice ya da çok kısa bir zaman içinde. İran'ın bu teşebbüste bulunmasının gerekip gerekmediği konusunda da Clawson, "ABD yetkilileri, İran'a karşı askeri güç kullanımına dair mevcut engellemelerin yakında buharlaşacağından emindirler" diye yazdı.

Dahası, İranlı liderlerin böyle riskli bir karar verecekleri açık değil. 2005’ten bu yana belli bir seviyeye kadar uranyum zenginleştirmelerine rağmen şimdiye kadar böyle yapacaklarına dair bir işaret yok. İsrail'in üst seviye liderleri de İran’ın uluslararası güvenlik anlaşmasından çıkma ve hızla nükleer silah programını inşa etme kabiliyetini küçümsüyor görünüyorlar. Santrifüj programı nükleer reaktör gibi değildir: Yakından denetleme yokluğunda hızla, sessizce ve hemen hemen istenilen her yerde yeni bir tesis kurulabilir. İsrail’in nükleer programını inceleyen Avner Cohen, şu gözlemde bulunuyor: "Aslında muhtemelen nükleer İran ve bölgesel silahlanmayı gerçek yapacak olan da İran’a askeri saldırıdır. Ne ironi."

Amerika Birleşik Devletleri'nin yapabileceği en vahim hataysa, şekillenmekte olan diplomatik fırsatı ihmal etmek olur. Sonunda, Washington görüşmeler yoluyla çözüme ulaşmaktansa -hatta güven sağlayıcı küçük adımlar atılmasındansa- yeni yaptırımlar için uluslararası topluluğu bir araya getirmenin daha rahat olduğunu gördü. Amerikalılar İran'ın gürültücü ve değişken müzakere tarzından öyle çabuk bıktılar ki, 2009 sonundan bu yana devam eden baskı ve görüşme şeklinde "iki yönlü politikaya" dair çok az çalışma var. Daha da kötüsü, ABD'de seçim senesi olması da elverişsiz bir diplomatik ortam arz ediyor. Yine de İran'ın yeniden görüşmelere başlamaya gönüllü olduğuna dair işaretler ortaya çıkmaya başladı.

Uzmanlar İran'la nasıl bir anlaşma yapılacağı hususunda görüş ayrılığı içindeler. Ama askeri eylem gerekçesini ortadan kaldırmayan her pazarlık yetersiz olacaktır. En azından, İsrail'i teskin etmek için gerekli olan tavizler, muhtemelen Buşehr'deki nükleer reaktör için yakıt olarak kullanılmak üzere uranyumun düşük seviyede zenginleştirilmesinin ötesine geçilerek zenginleştirme faaliyetlerine son verilmesini, bu seviyenin ötesinde zenginleştirilmiş tüm uranyumun kaldırılmasını, İran'ın uluslararası güvenlikte halen mevcut olan en kuvvetli şekilde iş birliğinin sağlanmasını içerecektir. Yine İran'ın ağır-su reaktör programının da durdurulması gerekecektir. Buna karşılık, Amerika Birleşik Devletleri ve ortakları, çeşitli ihtiyaçları karşılamayı teklif edebilirler. Ekonomik yaptırımlar rejimi ise masada olmalıdır. Nükleer iş birliğinin belli şekilleri de anlaşma imzalanması için gerekli olabilir. Bu kadar geniş bir anlayışa, muhtemelen bir seferde ulaşılamaz, belki de hiç ulaşılamaz.

Keza uzmanlar bir anlaşmaya varmak için taktik açıdan önemli hususlarda da görüş ayrılığı içindeler. Ama pazarlık mümkün görünüyorsa İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in takdirlerini kazanmak üzere üst seviyede bir temsilci, belki de eski bir başkan gönderilmesi tavsiye edilebilir. Bu husus geçmişte eksikti.

En önemlisi, barışçı bir neticeye ulaşmak, her tarafın güvenliğin galip gelme iradesine dayandığını idrak etme yeteneğine bağlıdır. Aralık ayında Başbakan Netanyahu, isim vermeden, İran’ın nükleer programı konusunda karşı karşıya kaldığı seçimi kapalı bir şekilde David Ben-Gurion'ın 1948’de İsrail devletini ilan etme kararıyla kıyasladı. Netanyahu, "Geleceğimiz ve güvenliğimiz için daima basiret, cesaret ve kararlılıkla hep doğru kararları vereceğimize inanmak istiyorum” hükmüne vardı. Ama doğru kararlar vermek basit bir şekilde basiret, cesaret ve kararlılık meselesi değildir. En başta bu, akıl ve idrâke dayalıdır. Bazı problemler tahrip gücü yüksek patlayıcılarla halledilemez.

Kaynak: The Bulletin of Atomic Scientists

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas