Dünyada “İngiltere’ye ölüm” diye haykırışının önemi olan -bir zamanlar Güney Afrika’dan Çin’e kadar milyonlarca kişiyi yakan İngiliz sömürgeciliğine olan nefretin insanlarda halen akkor halinde olduğu- sadece bir ülke varsa o ülke İran olur. Polisler tarafından engellenmeyen milislerin, yakıp yıkmak için bağrışlar içinde Tahran’daki İngiltere Büyükelçiliği’ne akın etmesi hususunda İranlı liderlerin hesaba katmış olmaları gereken de budur.
Çoğu İranlı, diğer yerlerdeki çoğu insan gibi, eşkıyaların bir yabancı elçiliğe saldırması fikrine üzülür. Her şeye rağmen memnuniyet kıvılcımları hissedenler de olabilir. Bunlar böyle bir rezaletin bile İngiltere'nin nesiller boyunca ülkelerine yaptıkları zulümlere kıyasla önemsiz olduğunu söyleyebilirler.
Bu yüzden, İranlı mollalar -saldırının arkasında Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın değil bunların olduğu ifade ediliyor- olayın emrini vererek ya da en azından müsamaha göstererek riske girmediler. Bunlar muhtemelen dünyanın, uluslararası hukuku bu pervasızca ihlallerini kınayacağının idrakindeydiler. Ama aynı zamanda bunlar, elçilik saldırısının, İranlıların kendi tarihleri hakkında uzun süre dinledikleri hikayeler türünden yankı uyandıracağını biliyorlardı.
Elçilik işgalinin kıvılcımı, İngiltere'nin İran'a yeni iktisadi yaptırımlar uygulamasından çıktı. İngiltere'den bu yaptırımlar için baskılar, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail'den geldiği kadar değildi ama bu ülkeler benzer saldırılara hedef olmadılar. Zira bunların Tahran'da büyükelçilikleri yok. Bunun yanı sıra bugünlerde İranlılar şaşırtıcı şekilde Amerika Birleşik Devletleri'ne abayı yakmış durumdalar. İran'a yaptığım ziyaretlerde sık sık etrafım, Amerika'ya olan sevgilerini ilan etmek için birbirleriyle yarışan insanlarla çevrildi. İranlıların İsrail'e olan öfkeleri de hissi olmaktan ziyade siyasi görünüyor.
Bununla birlikte, İranlılar İngiltere hakkında oldukça farklı hisler içindedirler.
İngiltere İran'a emperyal gözlerini ilk olarak 19. yüzyılda dikti. İlgisi, İran'ın konumundan dolayıydı. İran, Hindistan'a giden kara yolunun üzerinde bulunuyordu. İngiltere, İran'a yerleşince hızla yatırım yapmaya - ya da bazı İranlıların dediği üzere yağmalamaya- başladı. İngiliz şirketleri banka kurma, para basma, maden arama, transit yolları işletme ve tütün yetiştirme konusunda imtiyaz hakları elde ettiler.
1913’te İngiliz hükümeti bir manevra yaparak, İran’ın tüm petrolünü kendi mülkü yapacak bir sözleşme yapma yoluna girdi. Altı sene sonra, kendisine İran ordu ve hazinesini kontrol etme imkanı veren bir “anlaşma” empoze etti. Bu eylemler, güçlükle dinen bir İngiliz zulmü karşıtı dalga başlattı.
İngiltere’nin, Sovyet Rusyası’nın savaşa devamını sağlayacak kritik önemdeki petrol kaynağı ve ikmal maddeleri için transit yol durumunda olduğu zaman İkinci Dünya Savaşı sırasında İran’ı işgali de acıydı. İngiltere’nin, askerleri için gıda maddelerine el koymasıyla da açlık ve hastalıklar başgöstermişti.
İran’da en sevilen romanlardan “Savushun” bu dönemde geçiyor. Romanda iki kardeş anlatılıyor. Yaşlı olan hırslıdır ve işgalcilere yaltaklık eder, küçük kardeş ise buğdaylarını onlara satmayı reddeder ve bu doğruluğunun bedelini ağır şekilde öder.
İngiltere, işgali sırasında, iktidara gelmesine yardım ettiği Şah Rıza Pehlevi’nin artık güvenilir olmadığına karar verdi. Onu tahttan indirdiler ve yerine yeni şah olarak oğlu Muhammed Rıza Pehlevi’yi seçtiler.
Savaş sona erince İran, Muhammed Musaddık liderliğinde demokrasi kurma çalışmalarına başladı. O, daha önce 1919’daki İngiltere-İran Anlaşması’na karşı kampanya yapmış ve yabancılara İran kanunlarından dokunulmazlık veren “kapitülasyon” anlaşmalarını kınayan bir kitap yazmıştı.
Sayın Musaddık, 1951’de başbakan seçildikten sonra parlamentodan, tahayyül edilmesi mümkün olmayan, İran petrol endüstrisinin millileştirilmesine dair adımlar atmasını talep etti. Teklif oy birliğiyle kabul edildi. Bu da iki ülke arasında tarihi anlaşmazlığa yol açtı.
Sayın Musaddık, halen İranlıları derinden öfkelendiren İngiliz karşıtı hissiyatın tecessüm etmiş haliydi. ABD Devlet Başkanı Harry S. Truman tarafından petrol konusundaki ihtilafta bir uzlaşma sağlanması gayesiyle Tahran’a gönderilen özel elçi W. Averell Harriman, İngilizlerin “İran’a karşı tamamen 19, asır sömürgecilik tavrı sergilediklerini” ama Sayın Musaddık’ı da uzlaşmaz bulduğunu bildirdi. Sayın Harriman, Sayın Musaddık’ı İngiltere’de iyi insanlar olduğuna ikna etmeye çalışırken Sayın Musaddık ona klasik bir İranlı cevabı verdi.
“Siz onların ne kadar hilekâr olduklarını bilmiyorsunuz” dedi. “Siz onların ne kadar kötü olduklarını bilmiyorsunuz. Onların, dokundukları her şeyi nasıl da berbat ettiklerini bilmiyorsunuz.”
İngiltere, İran petrolünün kontrolünü yeniden ele geçirmek üzere ümitsiz bir şekilde, şimdi uyguladıklarıyla kıyaslanabilecek iktisadi yaptırımlar da dahil sert tedbirlerle Sayın Musaddık’ı ezmeye çalıştı. Bunda başarılı olamayınca ABD Devlet Başkanı Dwight D. Eisenhower’dan onu devirme planlarında kendilerini katılmasını istediler. O da kabul etti. Ama İngiltere’nin petrolü yeniden ele geçirmesine yardım etmek istediği için değil, aksi takdirde İran’ın komünizme girebileceğine kani olduğu için. Neticede İran, Sovyetler Birliği’nin güney tarafındaydı ve Sovyetler Birliği’yle Basra Körfezi’nin sıcak su limanları ve zengin petrol sahaları arasında duruyordu.
Ağustos 1953’te yapılan darbe, İran’da demokrasiye son verdi ve Muhammed Rıza Pehlevi’nin, hem Amerika Birleşik devletleri hem de İngiltere için sadık bir soğuk savaş müttefiki olarak kalacak bir diktatörlük kurmasına imkan verdi. Ama bu ittifak, şahın baskıları, mollaları iktidara getiren 1979 devrimini başlatınca iki ülke için de ters tepti. Bugün mollalardan nefret eden çoğu İranlı da her karanlık olayın arkasında bir İngiliz eli arıyor. Hatta bazıları 1979 devrimini organize eden ve Ayetullah Ruhullah Humeyni’yi empoze edenin de İngiltere olduğu suçlamasında bulunuyor.
Yarım yüzyıldan fazla bir zaman önce Dışişleri Bakanı Dean Acheson, Sayın Musaddık’ın “İngilizlere fanatizm derecesinde nefret duyduğu ve ne pahasına olursa olsun onları ve onların işlerini ülkeden kovma arzusu içinde olduğunu” yazdı. Çoğu İranlı, ülkeleri gittikçe daha derin bir tecrit içine girerken halen bu hisler içindedir. İran’da “öfke” ve “İngiltere” kelimeleri birbirlerini çağrıştırır.
Dış müdahale, modern İran tarihinin temel gerçeğidir. Ve İngiltere, 20'nci asrın büyük bölümünde bu müdahalelerin merkezindeydi.
Yine de İngiltere İmparatorluğu'nun diğer kısımlarında olduğu gibi uzun süredir İranlıların öfkelerinin içinde bir hayranlık kıvılcımı gömülüydü. Sayın Harriman, Sayın Mısaddık'la konuşmasında bunu tespit etmişti. Yaşlı adam, en sevdiği torunundan hikayeler anlatmaya bayılıyordu ki bir gün Sayın Harriman, çocuğun hangi okulda okuduğunu sordu.
“Elbette İngiltere'de" diye cevapladı. “Başka nerede okusun?”
Kaynak: The New York Times
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas