İran'da gerçek karar verici, hüküm sahibi, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad değil dini lider Hamaneydir. İran'ın sorunlarını Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'a yıkmak İran'ın sorunlarının Ahmedinejad'la birlikte gideceğini telkin etmektedir ki hiç de doğru değildir.
Mart 2008 tarihinde yapılacak İran Meclis seçimleri yaklaşırken İranlıların pek çoğu nostaljik duygularla merak içindeydiler. 2005 yılı seçiminde Mahmud Ahmedinejad yerine bir reformcu kazanmış olsaydı İran şimdiki umutsuz halde yine de olur muydu? Eski hükümet sözcülerinden biri olan Abdullah Ramazanzâde'ye göre İran "son 50 yılın en kötü zamanlarını yaşıyor." Ahmedinejad, İran'daki pek çok muhalefet lideri ve batı medyası ve de siyasi seçkinler nezdinde İran'daki mevcut hastalıklarının baş müsebbibi: Sansür, yolsuzluk, iktisâdi sorunlar, müstakbel Amerikan saldırısının sorumlusu, onların nazarında Ahmedijad.
Ancak bu tahlilde sorun var zira Ahmedinejad'ın ehemmiyetini şişiriyor ve ülkenin en güçlü tek şahsiyetini, Ali Hamaneyi, resmin dışında bırakıyor. İran anayasası dini lidere, diğer tüm devlet kurumlarının fevkinde muazzam bir yetki bahşetmiştir ve 1989 yılından beri bu makamda olan Hamaney, anayasal gücünü daha da artırmanın bir çok başka yolunu da bulmuştur. Resmi yahut değil, fark etmez, yürütme, yasama ve yargı kurumları dini liderin mutlak otoritesi altında işlerler Cumhurun reisi Hamaneydir, ordunun komutanı ve zirve ideolog yine o'dur. Ayrıca çeşitli devlet kurulları ve Devrim Muhafızları gibi komutanını bizzat kendisinin atadığı baskı organları eliyle iktisâdi, dini ve kültürel meselelere karışır.
İslam Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1979 yılından bu yana tefrik edilebilir nüfuz sahipleri devrimin lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni, 1990'ların cumhurbaşkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani ve bir de Hamaney'dir. Ahmedinejad, tüm dikkatleri üstüne çekmiş olmasına rağmen İran'daki son 30 yılın ilk 100 lideri arasında bile değildir. Hamaney'in Ahmedinejad'a verdiği desteği Ahmedinejad'ın seleflerine verdiği destekle mukayese etmek kâbil değildir ancak Ahmedinejad, kendisini Hamaney'e adadığı ve onun gâyelerine başarıyla hizmet ettiği nispette güçlüdür. Hamaney öyle güçlüdür ki reformcu Muhammed Hatemi ki cumhurbaşkanlığı yapmıştır, 2004 yılında, cumhurbaşkanlığı makamının kahyâlığa tenzil edildiğini beyan etmişti. Ülkenin sorunlarından Ahmedinejad'ı mesûl tutmak, onun nüfuzunu abartmakla kalmıyor İran'ın sorunlarının Ahmedinejad'la birlikte gideceği şeklinde yanlış bir telkinde de bulunuyor. Dini lideri destekleyen güç yapısı değişmeden kaldığı takdirde mevcut durumun - özellikle de dış politika meseleleri - aynı şekilde devam etmesi çok daha muhtemeldir.
HA, HASAN KEL; HA, KEL HASAN
Hamaney'in (1981-89), Rafsancani'nin (1989-97), Hatemi'nin (1997-2005) ve Ahmedinejad'ın (2005-) cumhurbaşkanlıkları arasında fark var şüphesiz. Hatemi'nin cumhurbaşkanlığı pek çok bakımdan daha üstündür; hiç değilse kayda değer ölçüde siyasi liberalizme öncülük etmeye çalıştı. Ahmedinejad liderliğinin bazı bakımlardan düşüncesiz olduğu ne kadar doğruysa Hatemi döneminin geçmişten muazzam bir kopuş olmadığı da o kadar doğrudur. Ve İran, Ahmedinejad yönetiminde bazı bâdirelerden geçiyor da olsa bazı şeyler kazaen daha iyiye gitti.
Serbest seçim özgürlüğüyle ilgili çok az ilerleme sağlandı. İster cumhurbaşkanlığı, Meclis seçimi ister mahalli kurul seçimi olsun İran'da yapılan seçimler, sahte seçimlerdir. Adaylar yazılı olarak İran anayasasına, İslama ve dini liderin ki şu an o kişi Hamaney'dir, mutlak hâkimiyetine bağlı kalacaklarına dair yemin etmelidirler. Rafsancani cumhurbaşkanıyken Meclisteki sol kanat üyelerin bir çoğunun 1992 seçimine katılmaları engellenmişti. Şubat 2004 yılında yapılan Meclis seçimlerinde 290 sandalyeden yaklaşık 190'nı muhafazakâr adaylara ayrılmıştı ve kayıtlı adayların yaklaşık yüzde 43'ü (8.172 kişiden 3.500'ü) elenmişti. Reformcu isimlerden Mustafa Taçzade'ye göre bir "parlamento darbesiydi" bu. Ahmedinejad'ın kazandığı 2005 yılı cumhurbaşkanlığı seçimi, istifa ederek durumu protesto eden üst düzey yetkililer tarafından hileli bulunmuştu. O tarihten bu yana bir iyileşme kaydedilmedi. Bu yıl yapılan Meclis seçimlerinde 158 sandalye yine tahsis edilmişti (seçim yarışı sadece 132 sandalye için yapılmıştı) ve kayıtlı adayların yaklaşık yüzde 26'sı (7.597 kişiden 2.000'ni) elenmişti. İslam Devrimi Mücahitleri adlı reformcu grup, yapılan bu ısmarlama seçimleri, itaatkar bir Meclis şekillendirme teşebbüsü olarak kınadı.
Diğer alanlarda ise makul gelişmeler kaydedildi. Devrimden sonraki ilk on yıl, şiddete başvurulması açısından İslam Devriminin en kötü zamanalarıydı. Siyasi mahkumlar sistematik olarak işkenceden geçirildi; 1988 yazında, Humeyni'nin emriyle – ve Hamaney cumhurbaşkanı olarak tüm bunları izlemişti - binlerce kişi idam edildi. Rafsancani döneminde İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı, İran'da ve yurt dışında yaşayan muhaliflere düzenli olarak suikastlar düzenliyordu; siyasi mahkumlara yapılan işkenceler mütemadiyen sürüp gitti. İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı, Hatemi seçildikten sonra aykırı görüşteki bazı kişileri öldürdü ve basın özgürlüğünün artması ve insan hakları ihlallerinin daha fazla konuşulmasından dolayı insan hakları ihlallerinde bazı iyileşmeler söz konusu olduysa da devam edegelen adaletsizlikler hakkında yazan bizler cezaevlerine tıkıldık. Tutuklama şartları bugün acınacak halde – sadece geçen yıl, bir kadın doktor ve bir Kürt öğrenci gözaltında öldü – ancak 1980'lere kıyasla genel itibariyle iyileşmeler de sağlandı. Ancak bu iyileşmelerin Ahmedinejad'la bir alâkası yok. Siyasi baskı örneklerinde son otuz yıl içerisinde düşüş söz konusuysa şayet, bunun sebebi, demokrasi ve insan hakları gibi nosyonların İran halkının ruhunda kök salması ve böylelikle yönetimin suç işlemesinin daha bir zorlaşmış olmasıdır.
Benzer şekilde dini lider artık daha fazla eleştiriliyor. Ahmed Zeydabadi ve İsa Şaharkhiz gibi gazeteciler, Basın Özgürlüğü Derneği, Ahmed Kabel gibi bir ilahiyatçı (dinin, kadının başörtüsü kullanmasını tavsiye ettiğini ama zorunlu tutmadığını iddia ediyor) ve çeşitli siyasi reform yanlıları, Hamaneyi kınayan açık mektuplar ve makaleler yazdılar. "Sosyal güvenliği teşvik" projesi – özellikle de resmi kıyafet kanunuyla yürütülen sosyal baskının üzerini örtmeye hizmet eden bir hüsn-ü tabirdir – Ahmedinejad döneminde öncekine kıyasla daha az katıydı. Doğrusu, genç İranlılar rejim tarafından bütünüyle kabul edilmez hayat tarzlarını benimsediler.
Ahmedinejad'ın popülist söylemlerinin, onun politikalarının daha bir dikkatle izlenmesine müsaade etmek gibi umulmadık etkileri oldu. Siyasi muhaliflerini eleştirirken yalın bir dil kullanması, muhaliflerini daha yalın ve daha etkili bir dil kullanmaya teşvik etti. Bu yılın başlarında Ahmedinejad, reformcu siyasetçilerin yaklaşan seçimlere katılmaya ehil olmadıklarını söylediğinde önde gelen reformcu isimlerden Muhsin Armin şöyle demişti: " Ülkeye mâliyet yüklememeleri için ehliyetsiz insalara aday olmamaları öğütleniyor madem, Ahmedinejad seçimlere katılımı engellenmesi gerekenlerin şüphesiz ilkidir." Artan enflasyon ve darlık sıkıntısı çeken insanlara işaret eden Taçzade, Ahmedinejad'ı "yürütme ve ekonomi meselelerinde liyâkatsiz" olmakla suçladı. Hatemi hükümetinde dış işleri bakanı yardımcılığı yapan Seyyid Muhammed Nasr, Ahmedinejad'ın dış politikasının belirgin özelliklerinin "acemi ve yanıltıcı görünümü, kendine hayranlık ve derin cehalet" olduğunu yazdı. Devamında ise şöyle dedi: "Bilmediğini bilmiyor, bu yüzden kimseye danışmıyor...Ahmedinejad'ın biraz seyahate ihtiyacı var." Bu tür saldırıların daha önce bir emsali olmamıştı Hatemi döneminde.
Hatemi ve yanındaki reformcular, dinsiz ve islam karşıtı olmakla sık sık itham ediliyorlar. Ahmedinejad ise "batıl itikatlara, büyü ve gizli ilimlere tevessül etmekle suçlanıyor. Bazı insanlar kaçık olduğunu bile söylüyorlar.
Basın sansürü elbette ki devam ediyor. İran'ın güvenlik politikalarını belirleyen İran Yüksek Ulusal Güvenlik Kurulu, 2007 yılını sonunda basına, İran-ABD ilişkileri, Irak, Meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili neleri yayınlayabileceklerine dair talimatlar verdi ve İran'ın nükleer programı hakkında aykırı görüşleri, Afganistan veya Irak sınırındaki azınlık sorunları ve petrol miktar sınırlamaları hakkındaki bilgileri yaymalarını yasakladı. Ancak buna benzer sansürler, Rafsancani ve Hatemi döneminde de gerçekleşmişti. Örneğin Hatemi altıncı Meclis'in (2000-2004) bakanlarını, nükleer sorunda Hamaney'in konumunu eleştiren bir mektubu parlamentonun açık oturumunda okumaktan men etmiş ve gazetelerin yayınlamasını yasaklamıştı.
Ahmedinejad, cumhurbaşkanlığı süresince İran'da kaydedilen ilerlemelerin itibarından çok azını hak eder ancak seleflerinden yahut emsallerinden daha kötü olmakla suçlanmayı hak etmez. Ona karşı beslenen husumet, gözlemcileri öylesine kör ediyor ki diğer muhazakârlar ondan biraz daha kısa dursalar veya şöyle bir yan tarafa çekilseler ondan daha iyi kimseler olarak görünüyorlar. Ali Larcani, devlet radyo ve televizyon kurumunun başında olduğu on yıl boyunca yarı gerçekler ve uydurma iddialar ve apaçık yalanlarla aykırı görüş taşıyanların ve reformcuların ününü lekeleyen televizyon programları yayınlamış olmasına rağmen, nükleer sorunda baş müzakerecilik görevinden 2007 yılı sonunda çekilir çekilmez ona karşı hemen bir özlem duyuldu. Benzer şekilde Yahya Rahim Safevi, Devrim Muhafızları komutanlığından alındığında reformcular onun halefinin çok tehlikeli bir adam olduğuna dair homurdanmaya başladı. Safevi, bir keresinde işinin "yılanın deliğine" su dökmek olduğunu söylemişti ama unutmuşlardı anlaşılan.
SULTAN HAMANEY
Şayet İran'ın bugünkü durumuyla ilgili suçlanacak bir kimse varsa o da yirmi yıldır dini lider olarak boğucu bir hâkimiyeti elinde tutan Hamaney'dir. Max Weber, Ekonomi ve Toplum adlı eserinde "hâkimiyetin esas itibariyle geleneksel olduğu yerde, velev ki hâkimiyet yöneticinin şahsi özerkliği sayesinde sağlansın, atadan kalma / patrimonial otoriteden bahsedilebilir" diye yazmıştı; "esas itibariyle kayıtsız şartsız işlediği yerde ise sultanlıktan bahsedilebilir." Weber'e göre Sultanlık hem gelenekseldir hem de keyfidir ve kendisini ekseriyetle yöneticinin hanehalkının ve sarayının bir uzantısı olan askeri güce ve idâri sisteme rücû ederek ifade eder. Sultanlar meşruiyetlerini kanıtlamak amacıyla bazen seçime giderler ancak kendilerindeki gücü hiçbir zaman kaybetmezler. Weber'e göre sultanlar, yetkililerin rütbelerini istedikleri zaman yükseltir veya alçaltırlar, hareket bağımsızlığına sahip devlet kurumlarını talân ederler ve kendi adamları vasıtasıyla bu kurumlara sızarlar, devletin ekonomik kaynaklarını büyük bir baskı aygıtına mâli kaynak sağlayacak şekilde düzenlerler. Weber, Hamaney'i tarif ediyormuş.
Bugünün İran'ı Yeni-Sultanlık'tır; totaliter ya da faşist değil. Bu tür rejimler tek sesli toplumlar yaratır. Oysa İran'da farklı pek çok ses duyulabilir. Çağdaş İran, resmi olarak halen İslam teokrasisi ile yönetilir fakat ülkeye hâkim tek bir ideolojiden söz edilemez. Totaliter Sovyet devletinde Marksizm haricinde hiçbir ideolojiye yer yoktu ve Markisizmin Bolşevik sürümü hâkimdi. İran'da ise liberalizm, sosyalizm ve feminizm'in her biri hâkim ideolojiye alternatif olarak sunulmaktadır ve İranlıların pek çoğu kendilerini bu cereyanlardan biriyle özdeşleştirir. İran'da toplumu örgütlemekle sorumlu tek bir parti hâkim değil. Düzinelerce parti var – mesela reform yanlısı Mosharekat Partisi, pragmatik muhafazakâr olarak Kargozaran-e Sazandegi – ve her ne kadar demokratik ülkelerdeki partiler kadar serbest veya özerk değilseler de yönetimin görüşlerinden ayrı, farklı görüşleri temsil etmektedirler. Hamaney bir yere kadar kaygılarına cevap vermelidir. 1998 yılında, siyasi muhaliflerin öldürülmesi üzerine yaşanan hengamede halka hitap etmek zorunda kalmış ve Tahran'daki cuma hutbesinden İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığındaki haydut unsurları katiller diye suçlamıştı.
İran'da yürürlükte olan İslam değildir. Hakim dinci fundemantalistler ortak bir vizyondan yoksundurlar ve fundemantalistler, gelenekçiler ve İslamın modern versiyonları İranlıları cezbetmek için rekabet halindedirler. Din, 1979 devriminden bu yana devlete hizmet etmiştir. Humeyni, azimkâr bir şekilde sultanvâri bir islam anlayışını ikame etmişti. 1988'deki bir yazısında "devlet...şeriatın tüm hükümlerine tekaddüm eder" demişti. "Yönetici, bir câmiyi veya bir evi yıkabilir şayet bir yolun inşasına mâni oluyorsa...devlet, İslam devletinin çıkarlarına zıt olacağına hükmettiği vakit, haccı geçici olarak yasaklayabilir." İslamın faşistvâri yorumları mevcutsa da bunlar İranı faşist bir devlet kılmaz. Ülkenin yönetici fundemantalistlerinin gâyeleri ve niyetleri her ne olursa olsun, İran'daki rejim türünü belirleyen sosyal gerçeklerdir.
Bu gerçeklerden birisi de İran anayasasının dini lidere mutlak güç bahşeden 57'nci maddesidir. "İslam Cumhuriyetindeki yönetim kuvveti, faaliyetlerini mutlak dini liderin nezareti altında yürüten yasama, yargı ve yürütme kuvvetlerinin uhdesindedir." Dahası, Muhâfızlar Konseyi yani anayasayı tefsir eden resmi kurum, bu maddenin, dini liderin asgari yetkilerini tarif ettiğine hükmetmiştir. Hamaney, geniş salahiyetini üç kuvvetten başka ayrıca iktisâdi, dini ve kültürel meseleleri denetimi altında tutmak için de kullanmıştır; bazen çeşitli kurullar eliyle bazen Devrim Muhafızları eliyle. Böylesi mutlak egemenlik, dini lidere vatandaşlarının hayatlarına keyfi müdahale etme hakkını vermektedir.
GÜÇ ORANTISIZLIĞI
Güç kaldıraçlarından en önemli olanı, dini liderin üst düzey devlet yetkililerini atayabilmesi veya görevden alabilmesidir. Cumhurbaşkanı Rafsancani, kültür, iç işleri, istihbarat, eğitim ve dış işleri bakanlarını seçmesi için Hamaney'e izin vermişti (Hamaney'in bu bakanlıklara bilhassa da dış işleri bakanlığına özel bir ilgisi vardı). Atadığı bakanların görev süresini sınırlandırdı ve ordu'daki ve polis teşkilatındaki hassas mevkilerde bulunan görevlileri düzenli olarak yerlerinden etti. Mesele, Hamaney'in Ahmedinejad'ın koluna sepeti takma ihtimalinin düşük olması değildir; bunu yapabilecek durumda olmasıdır.
Hamaney'in Meclis üzerinde de bahse değer denetimi vardır. Seçimleri yasalara göre İç İşleri Bakanlığı izler fakat gerçekte Muhafızlar Konseyinin işidir bu ve onların yarısını atayan kişi yine dini liderdir. Konsey'deki 12 fıkıhçı / hukukçu kanun tasarılarının anayasaya uygunluğunun yanısıra cumhurbaşkanlığı makamına, Meclis üyeliğine ve Uzmanlar Meclisine (dini lidere danışmanlık yapan bu heyet'tir) aday olan isimleri güvenlik araştırmasından geçirmektedir. Hamaney 1992 yılında sol kanat bir islami hizib olan ve 1979 yılında Amerikan Büyükelçiliğinin işgal edilmesinin arkasındaki İmam Çizgisindeki Müslüman Öğrencilerin isyancı olduğunu söylediğinde, Muhafızlar Konseyi, bu gruptan gelen üçüncü dönem Meclis üyesi 41 kişinin 1992 yılı Meclis seçimlerine katılmalarını engelledi. İslam Devrimi Mücahitleri adlı reformcu örgütün kurucusu Behzad Nebevi'ye göre ehliyetsiz oldukları gerekçesiyle 1992 seçimlerine katılımı engellenen kişilerin sayısı 3.500'ü geçmişti; 80 Meclis memuru da bu sayının içindedir. Hamaney, reform yanlısı altıncı Meclisi sık sık Amerikan yanlısı, radikal ve rejimin çıkarlarına ters bir sese sahip olmakla eleştirmişti; 2004 yılında seçilen muhafazakâr yedinci Meclisi ise açık açık övmüştü. 2008 Mart ayında yapılacak Meclis seçimlerine aylar kala, 2004 seçimlerinden önce de Meclis'te bulunmuş vekillerin seçimlere katılımının engellenmesini emretti. Muhafızlar Konseyi'nin vekillerin onayladığı herhangi bir kanunu veto yetkisi de var. Mesela Konsey, Hamaney'in güvenmediği altıncı Meclisin devlet radyo ve televizyon kurumunun bütçesini azaltmasına izin vermemişti. Eski Muhafizlar Konseyi üyesi Abdulkasım Gazali, Konsey'in dört üyesinin 60 milyon İranlı'nın onayladığına muhalefet etmesi durumunda "mesele kapanmış demektir" diye ilan etmişti.
Hamaney, devletin genel politikalarını belirleme yetkisi veren anayasal bir madde sayesinde (Madde 110) İran'ın seçilmiş tüm kurumlarını denetlemektedir. Hamaney, askeri, iktisâdi, adli, içtimâi, eğitim ve kültür politikalarını belirlemekte ve Düzenin Yararını Teşhis Konseyi (Expediency Discernment Council) vasıtasıyla devlet kurumlarının bu politikaları icrasını sağlamaktadır. (Meclis ve Muhafızlar Konseyi arasındaki ihtilafları çözme yetkisi de üyelerini Hamaney'in atadığı Düzenin Yararını Teşhis Konseyi'nin elindedir). Başka bir ifadeyle, reformcular seçimlerde kazansalar bile uygulamaya koymak isteyecekleri bağımsız herhangi bir politikaya, devletin genel politikalarıyla mukabele edilecektir. Örneğin Hamaney Meclis'in 2008-9 bütçe tasarısını kusurlu bulduğunda o ve Rafsancani, Muhafızlar Konseyi'nden Meclisi uyarmalarını istemişlerdi. Meclis, Teşhis Konseyi'nin önerilerini de ilave ederek çok geçmeden tasarıda değişiklikler yaptı. Bu Meclis, muhafazakâr bir Meclisti; reformcuların denetimindeki bir Meclis çok daha fenasıyla karşılaşacaktı.
Adli bürokrasi de Hamaney'in nüfuz alanındadır ve baskı aracı olarak uzun zamandır bu kurumdan istifade etmektedir. İsyana teşvik vakalarına da bakan İslam Devrimi Mahkemesi, dini liderin kaprislerine tâbidir. Hatemi'nin cumhurbaşkanlığı döneminde reform hareketlerine karşı sıkı tedbirlerin alınmasına başkanlık eden hâkim Said Murtazavi - şimdi Tahran başsavcısı – sivil toplum eylemcilerinin tutuklanmaları için emirler veriyor ve yüzlercesini hapse atıyor. İstihbarat Bakanı Gulam Hüseyin Muhsini, din adamlarının yargılandığı ve Hamaney'in denetimi altındaki özel mahkeme ve Disiplin Mahkemesi eliyle yıllardır muhalefet isimlerini hapse attırıyor. 1989-92 ve 2000-04 arasında Meclis sözcülüğü yapan Mehdi Karrubi, Meclis üyesi Hüseyin Lokman'ın (adli teşkilata hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştı) serbest bırakılmasını "dini liderle görüşme talebinde bulunarak" sağladığını söyledi. Gazetelerin kapatılması, gazetecilerin tutuklanması adli teşkilatın becerisiyle olmaktadır. Hamaney 1998 yılında o zamanın cumhurbaşkanı Hatemi'ye, 1998 yılından Hatemi'nin cumhurbaşkanlığı dönemine kadar gerçekleşen bir dizi faili meçhul cinayet soruşturmalarını sınırlandırması ve Said İmami'den öteye geçmemesi talimatını verecek kadar ileri gitmişti (düzinelerce faili meçhul cinayetin sadece dört tanesi Hatemi döneminde gerçekleşmişti).
Devletin baş ideologu olan Hamaney'in dini meseleler üzerinde de gücü var. Humeyni döneminde büyük nüfuz sahibi olan ve yer yer kendi kanaat ve düşüncelerini serbestçe sergileyen iki ismi, Ayetullah Rıza Mehdevi-Kani ve Ali Ekber Nâtık-Nuri'yi dışladı. Câmileri denetlemekte ve cuma imamlarını o atamaktadır. İran'daki tüm câmilerde okunacak cuma hutbelerinin konusunu Tahran'daki merkez tespit eder. İlahiyat Fakülteleri devlet'ten bağımsızdır ancak Hamaney, devlet'ten aldıkları mâli kaynakları artırmak suretiyle nüfuzunu oraya kadar genişletti. Geleneği yıkarak, kimlerin İslam'ın kurucu metinlerini tefsir yetkisine sahip ve yüksek dereceli fâkih olabileceğine Hamaney karar vermektedir.
Benzer şekilde, Hamaney, kültürel ve akademik meselelere de el atmıştır. Cumhurbaşkanı, makamı gereği Ulusal Güvenlik Kurulu'nın başkanı olmasına rağmen kurulun kimlerden oluşacağına Hamaney karar verir ve ulusal güvenlik adına medya'ya sansür uygulayan Kurul'un karar ve faaliyetlerini o onaylar. Geçmişte Ulusal Güvenlik Kurulu Sekreter yardımcılığı yapmış olan Abdulrıza Rahmani-Fazli, Tahran merkezli muhafazakâr bir haber ajansı olan Mehr News ile geçen Aralık ayında yapılan bir röportajda, Ulusal Güvenlik Kurulu üyeleri arasındaki fikir ayrılıklarına imkan olmadığını zira Kurulun temel meselelerde dini liderin karar ve talimatları doğrultusunda hareket ettiğini...kararları liderin aldığını, yönetimin ise bu kararları uyguladığını" söyledi. Humeyni'nin halefi olan Hüseyin Ali Muntazari, İran'daki insan hakları ihlallerini tenkit ettiğinde Hamaney, UGK kararıyla yıllarca ev hapsinde tutulmasını sağlamıştı.
Hamaney, büyük-küçük ayrımı yapmadan kültürel ve akademik meselelere müdahil oluyor. Hatemi döneminde İç İşleri Bakanlığı yapmış olan Abdullah Nuri'nin taşradaki bir sünni câmisinde İran'ın sünni azınlığının çalkalanma içinde olduğu süre boyunca konuşma yapmaktan men etmişti. Nuri itaat etmediğinde Hamaney, kabineden alınmasını ve yargılanmasını sağlamıştı (beş yıl hapse mahkum edildi). Dahası, 1998 yılında yapılan "Edebi Kurguda 20 yıl" adlı bir konferansta hangi yazarların onurlandırılacağına da Hamaney karar vermişti. Muhafazakâr âlimlerin talebi üzerine Dehkhoda ansiklopedisindeki bir 19. yy şahsiyeti olan Hac Seyyid Muhammed Raşti maddesinde yer alan bir ifadenin çıkartılmasını emretti (çıkartılması istenen metinde Raşti'nin 120 kişinin idamına hükmetmiş olabileceği, ahirette onlara şefaat edeceğini söyleyerek sanıkların itiraf etmelerini sağladığı ve ondan sonra da kafalarının kesilmesini emrettiği yazıyordu). Benzer şekilde Hamaney, Kültür Devrimi Yüksek Konseyi eliyle düzenli olarak medya'ya nüfuz etmektedir ki bu Konsey'in şimdiki üyelerinin tümünü bizzat kendisi atamıştır. Siyasi tercihlerinin toplumun geniş bir kesimi tarafından bilinmesini de sağlamaktadır ki böylece herkes o cihette hareket etsin. 1998 yılında Müslüman Gazeteciler Cemiyetini övgüye boğmuştu: Hepinize teşekkür ederim. Batı'nın kültürel işgaline karşı İslam'ın sınırlarını cephenin en önlerinde savunanlar, sizlersiniz. Hepinizin elinde makineli tüfek var. Ancak Kayhan gazetesine bilhassa teşekkür etmek isterim. Kayhan'ın elinde makineli tüfek var ama ayrıca çok iyi nişancı da."
ŞİDDET TEKELİ
1989 yılında dini lider olarak kabine bakanlarıyla yaptığı ilk toplantıda iç güvenlik meselelerine kendi yaklaşımını tarif eden bir "terör teorisini" izah etmişti. Toplantıda, Kuran'a ve islam'ın ilk dönemine getirdiği kendi yorumuna göre "insanların çoğu suskun/dilsizdir. Diğergam bireylerden oluşan bir grup, terör [korku] yoluyla devletin gücünü koruyabilirler. Bu teori, İran'daki ve de yurt dışındaki muhaliflere düzenlenen suikastlere ve rejimi tehdit edebilecek kimseleri susturmaya temel teşkil etmiştir.
Weber'in anlayışına göre "geleneksel egemenlik, idâri ve askeri bir güç oluşturur ki efendinin şahsi vasıtasıdırlar" sultanlıkta. Hamaney, politikalarını uygulamak için emsalsiz denilecek derecede istihbarat servisine, silahlı kuvvetlere ve kolluk gücüne dayanmıştır. İran devrimcileri ve sol grupları, 1979 yılında Şah'ın devrilmesinden sonra, silahlı kuvvetlerin terhis edilmesi çağrısını yapmışlardı. Humeyni çağrıya iltifat etmedi ve bunun yerine orduyu yeniden yapılandırdı; henüz yurt dışına kaçmamış üst düzey komutanların bir kısmını ya idam etti ya da görevden aldı. Devrimi korumak için paralel bir ordu, Devrim Muhafızlarını kurdu ve kanunlara, ahlaka riayeti sağlayacak ve sosyal hizmetlere yardım edecek Besic adlı gönüllü bir milis gücün oluşturulması tâlimatını verdi. Devrim Muhafızları, ordunun gücüne koşut bir kara, hava ve deniz kuvveti oluşturdu ve Besic'in denetimini eline aldı. Humeyni, Devrim Muhafızlarının siyasi işlere karışmasına sık sık ve açıkça karşı çıktı. Karizmatik bir şahsiyetti ve âlimler ve de dindar kitleler nezdinde mümtaz bir yeri olan seçkin bir âlim olarak ordu desteğine ihtiyaç hissetmesinden kolay kolay bahsedilemez.
Hamaney'e gelince böyle bir itimatname'den yoksundur öyle ki Kum şehrindeki ulemâ cemiyeti 1992 yılına kadar ilmi makamını onaylamamıştı tâ ki Devrim Muhafızları, merkezlerini kuşatana dek. Belli ki ordu desteğine ölesiye ihtiyacı var. Ordu ve güvenlik işlerinde uzun süre mesai harcamıştı. 1979'da kurulan geçici hükümet süresince Humeyni'nin Savunma Bakanlığındaki temsilcisiydi; ardından genelkurmay'da çalıştı ve sonra savuma bakanı yardımcılığı yaptı. Hamaney cumhurbaşkanıyken, 1984 yılında İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı kurulduğunda kendi yetki alanında bulunması gerektiğini savundu.
Ülke siyasetinde ve ekonomisinde daha fazla söz hakkı tanıyarak yıllar içerisinde Devrim Muhafızlarını güçlendirdi. Kıdemli bir Devrim Muhafızları komutanı olan Muhammed Bakır Zülkadr'dan sonra 1997 yılı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Hatemi'nin rakibinin kaybetmesinin ardından, Devrim Muhafızları ve Besic komutanları, reformcu harekete karşı gittikçe daha fazla seferber oldular. O dönemde Meclis sözcüsü olan Karrubi, Hatemi'nin ikinci dönem cumhurbaşkanlığı yaptığı zamanlarda Meclis, Muhafızlar Konseyi'nin adaylar hakkında araştırma yapma yetkisini budayan bir tasarı üzerinde çalıştığından dolayı üst düzey bir Devrim Muhafızları komutanıyla yaşadığı karşılıklı atışmayı anlattı geçenlerde. Karrubi, tasarının geçmesinden endişe eden komutana, reformcu iki isim olan Ayetullah Yusuf Sanei ve Ayetullah Abdulkerim Musevi Ardebili'nin Muhafızlar Konseyi azası olmaları durumunda Konsey'in gözetim yetkisini savunmayı sürdürüp sürdürmeyeceğini sorarak meydan okudu. Karrubi'nin dediğine göre komutan şu cevabı vermişti: "Eğer o ikisi Konseye atanmış olsalardı Bangladeşe gitmek zorunda kalırdık." Dahası, reformcu Mosharekat partisine bağlı Emrooz adlı web sitesinin alıntı yaptığı bir yetkiliye göre geçen Aralık ayında, o zamanın emniyet müdürü Muhammed Bagır Galibaf (şimdi Tahran valisi), güvenlik araştırması yapan otoritelere, adayların İslama bağlılıklarını töhmet altına sokacak yetkisiz beyanlarda bulunmak suretiyle 2004 Meclis seçimlerine katılacak adayların ehliyetlerinin ellerinden alınmalarına katkıda bulundu. Ordu ve polis teşkilatından gelenlerin meclise girme oranı o seçimlerde daha önce hiç olmadığı kadar yüksekti ve daha önce ordu ve kolluk gücünde çalışmış olan kişiler müteakip mahalli seçimlerde belediye meclis üyesi de oldular.
Devrim Muhafızları, Ahmedinejad döneminde daha da güçlendirildiler. İran'ın askeri bütçesi Hatemi döneminden bu yana iki katına çıktı yani ülke GSYH'nın neredeyse yüzde 5'ine. Ahmedinejad'ın atadığı isimlerin çoğu geçmişte ordu, istihbarat servisi veya savcılık bürosunda çalışmışlardı. Hamaney, Devrim Muhafızları mensuplarından bazılarını devlet radyo ve televizyon kurumunun başkanlığı için önerdi. Seçim kanunu, ordu mensuplarının seçim sürecine müdahil olmalarını açık bir şekilde yasaklamasına rağmen Tuğgeneral Alirıza Afşar yine de İç İşleri Bakanlığının 2008 Meclis seçimleri karargahının başına atanmıştı ve pek çok askeri yetkili, seçimleri yürütme ve denetleme kurullarında çalışmışlardı. Tümgeneral Hasan Firuzabadi, Mart seçimleri öncesinde uyarıda bulunarak reformcuların meclise bir daha yol bulamamaları ve geçmiş performanslarını bir daha sergileyememeleri gerektiğini söyledi. "Bush'un desteklediği bu hizipler ve bu eşhas, ABD çıkarlarına hizmet etmekten başka hiçbir şey yapmıyorlar ve Bush'un nazarında ABD çıkarlarının garantörüdürler. İran halkı bu utancı daha önce tatmamış mıydı?" diye ekledi.
Ordu'nun ekonomiye dahli bahse değer ölçüde arttı ve artık resmi olarak tasdik ediliyor. Devrim Muhafızlarına atfedilen yasadışı ekonomik faaliyetler üzerindeki ihtilaflar örtbas edildi. Devrim Muhafızları mensuplarına petrol sözleşmeleri hakkı tanındı veya şüpheli gayri menkul anlaşmalarından büyük kazançlar elde ettiler. Devrim Muhafızları, silahlı kuvvetler ve adli teşkilatta görev yapmış isimler, 1990'lardan beri Tahran'ın kuzeyindeki varoşlarda girişilen büyük ölçekli müteahhitlik işlerine mâli destek sağlıyorlar. Ahmedinejad, cumhurbaşkanı seçilmeden evvel mahalli yetkililer inşaat tamamlama izni vermekten imtina ediyorlardı ancak Ahmedinejad başa geçtikten ve muhafazakarlar Tahran şehir meclisinde reformcuların yerini aldıktan sonra belediyeler söz konusu tüm binalar için izinleri vermeye başladılar ve bu işe dahli olan herkes büyük kârlar elde etti.
Ekonimi bakımından iç açıcı sonuçları yok. Güvenlik güçlerinin denetimindeki şirketler, düşük maliyetli borç ve krediye rahatlıkla erişebiliyorlar ancak bu şirketler, borçlarını geri ödeme hususunda sorun yaşatmaya yatkınlar ve tahsil edilmemiş alacaklarla başı dertte olan bankacılık sisteminin sorunlarına katkıda bulunuyorlar. Meclis, 2008 yılı başlarında Besic inşaat şirketinin kurulmasına onay verdi; projelerin özel sektörden Besic'e doğru el değiştirmesine, iyice şişmiş bir devlet bürokrasisini daha da genişletecek ve ekonomiye külfet getirecek bir hamleydi.
Devlet idâresi ve güvenlik kuvvetleri arasında esaslı bir karşılıklı bağımlılık karşısında kimin kimi denetlediğini şaşırmamak elde değildir. Aslında, Devrim Muhafızlarının Hamaney şebekesi sayesinde heryere sızmış olması, Devrim Muhafızlarının bağımsızlığını baltalamaktadır. Humeyni, Devrim Muhafızlarının başındaki komutanı atamaktan sakınmıştı; Hamaney ise tuğgeneralleri bile kendisi atıyor. Tüm bunlar göstermektedir ki İran askeri bir diktatörlük veya bir kışla devleti değildir; çağdaş sultanlıktır.
ESKİ TAS ESKİ HAMAM
Hamaney'in gücü elinde bulundurmasına bakınca, gelecek seçimde Ahmedinejad kaybetse bile farklılıktan ziyade devamlılık beklentisi daha emin bir yol görünüyor. Söz konusu olan dış politikaysa, daha bir doğrudur bu: Ahmedinejad'ın yaygaracı söylemi bir yana, İran dış politikasının belirgin özellikleri otuz yıldır üç aşağı beş yukarı sabittir.
Ahmedinejad'ı tenkit edenler, delidolu politikalar benimsemesi, sazına ve sözüne dikkat etmemesi nedeniyle ülkeyi askeri bir saldırıya mâruz bıraktığını söylüyorlar. Batı dünyası ve İran hükümeti arasındaki çatışma su götürmez bir meseledir ve bir askeri saldırının gerçekleşmesi ihtimali vardır. Fakat tüm bunlarda Ahmedinejad'ın kabahati nedir? Muhammed Rıza Şah Pehlevi gibi Hamaney de dış politikayı denetimi altında tutmaktadır. İran'da yayınlanan İtimad Melli gazetesine göre Hatemi döneminde dış işleri bakanı yardımcılığı yapan Sadık Harrazi, 2007 yılında, İran'ı gerçekte kimin yönettiğini soran Newsweek muhabirine şöyle demişti: "Amerikalılar diğer yetkililerle konuşarak dini lideri atlamaya çalışmamalılar. İran devletiyle konuşmak, lideriyle konuşmak demektir. Dini lider görüşmelerde sarfedilen her sözü bilmektedir. İran'ın iç politikası farklı kurumlarca belirlenebilir ne ki dış politikası aşırı derecede merkezidir."
İran dış politikasının uzun süredir değişmeden kalmış en belirgin özelliği ise Amerika'yla ilişkilerindeki gerginliktir. Amerika'nın Şah rejimine destek vermiş olması ve Başbakan Muhammed Musaddık'a karşı girişilen 1953 darbesinde Washington'un oynadığı rol dolayısıyla böyledir. İlişkiler, Amerika'nın Tahran Büyükelçiliğin işgal edilmesini Humeyni'nin onaylamasından sonra iyice dibe vurmuştu. İran'ın bugünkü yetkililerine göre Washington, Saddam Hüseyin'i 1980'de İran'ı işgale kışkırtarak karşılık verdi; savaştan sekiz yıl sonra yarım milyon insan ölmüş ve 1 trilyon dolar maddi kayba uğranmıştı. 1988 yılında USS Vincennes'den fırlatılan füzeyle İran Havayollarına ait 655 sayılı sivil uçağın düşürülmesi, Humeyni'nin "bir fincan zehiri" içmeye benzettiği BM'in Irak'la ateş antlaşması teklifini kabul etmesiyle sonuçlanmıştı.
Irak savaşından ve Humeyni'nin ölümünden sonra dini lider Hamaney ve Cumhurbaşkanı Rafsancani yönetimindeki Tahran, Batıyla ilişkilerin iyileştirilmesine karar verdi. İlk elde bazı gelişmeler kaydedilmesine rağmen ilişkiler 1990'larda Avrupa'daki muhaliflere düzenlenen sistematik suikastlar ve Belçika yakınlarındaki bir gemide İran silahlarının ele geçirilmesinden sonra tekrar ekşimeye yüz tuttu. İran,1997 başlarında Amerikan saldırısı tehditiyle bir kez daha başbaşa kaldı. 25 Ocak 1996'da S.Arabistan'da bir Amerikan askeri üssünde yaşanan patlamayla 19 Amerikan askeri öldü ve yaklaşık 400'ü yaralandı. FBI, saldırının ardında Tahran'ın olduğuna inandı ;zamanın savunma bakanı William Perry'e göre Pentagon, İran'a saldırı planı hazırlamıştı. O zamanki savaş tehlikesi, Ahmedinejad döneminde olduğundan çok daha yüksekti.
Ancak deliller ABD başkanı Bill Clinton'u ikna etmemişti. Clinton yönetimi, saldırı yerine çifte kuşatma politikası uyguladı. İran Ulusal Güvenlik Konseyi eski sekreteri Hasan Rovhani'ye göre bu yaklaşımın altı özelliği mevcuttu: Tahran'a ekonomik ambargo, dış kredilere erişimi engelleme, ordu'nun kullanacağı hassas ve ileri teknoloji transferini durdurma, savunmayı güçlendirecek modern silahlara erişimi önleme, barışçıl amaçlarla da olsa nükleer enerji kullanımından alıkoymak ve propaganda ve psikolojik harb tekniğiyle İran'ı gözden düşürmek. Reformcuların Mayıs 1997'de elde ettiği zaferden sonra ikili ilişkilerde yeni bir sayfa açılacağı sanıldı. "Hatemi 2001'deki BM Genel Kurulu açılışına katıldığında yılın medeniyetler arası diyalogu olarak işaret edilmekteydi ve iki ülke arasında görüşmeler yapılması için şartlar bugün olduğundan çok daha musaitti" diyor Nebevi. Ancak haberlere göe BM toplantısından sonra Clinton el sıkışmak için binadaki tuvaletin önünde Hatemiyi bekledi fakat Hatemi'nin içeride uzun süre kalması üzerine vazgeçti. ABD ile ilişkilerin yeniden tesis edilmesinden (İran'da çok popüler bir hadise olurdu) hâsıl olacak itibarın reformculara kalmasından korkan Hamaney, toplantıya muhalefet etmişti.
Tahran, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Washington'la işbirliğine girdi. Aşırı sünini görüşlerinden, Afgan şiilerine ve Afganistan'daki İranlı diplomatlara saldırmalarından dolayı uzun süredir sürtüştüğü Taliban'ın düşüşünden memnun kalacak Tahran, ABD önderliğindeki koalisyon güçlerine Bonn konferansında yeni bir Afgan yönetimi oluşturma çalışmalarında yardım etti. İran'ın o zamanki Paris büyükelçisi Harrazi, G.W.Bush'un meşhur "şeytan ekseni" konuşmasından ve 2003 baharında Irak'ı işgalinden sonra bile İsviçre'nin Tahran'daki büyükelçiliğine imzasız bir mektup göndererek İran hükümetinin İsraili tanıma, bölgedeki radikal ögütleri dizginleme ve İran Körfezi için bir güvenlik planı sunma niyetinde olduğunu anlattı. Ancak Irak'ta hızlı bir zafer kazanmanın sarhoşluğu içindeki Bush yönetimi teklife aldırmadı. Teklifin önemsenmemesi, Hatemi ve reformcular dâhil İran rejimi tarafından Irak'tan sonra sıranın İran'a geldiği şeklinde yorumladı.
Tahran, Washington'la ikili görüşmeler doğrultusunda Rafsancani veya Hatemi dönemlerinde ciddi birkaç adım atmış olmasına rağmen görüşmeler yakın zamanlarda Ahmedinejad döneminde başladı. Temas düzeyi yükseltilebilir; Ahmedinejad, Bush'la görüşmeye hazır olduğunu dâhi söyledi (fakat Bush, onunla görüşmeye hazır değil). Batı ile ilişkilerin iyileştirilmesinden yana görünen Rafsancani ve Hatemi, ülkeyi satma ithamından çekindikleri için Hamaney'in resmi tasdiki olmaksızın Washington'la görüşemeler yapamayacaklarını hissetmişlerdi. Ahmedinejad ise hem devrimci hem de köktenci olarak görünüyor ve Hamaney tarafından kendisine güven duyuluyor. ABD'yle ilgili niyetlerini şöyle açıklamıştı Hamaney: Amerika ile bağların kopartılması temel politikalarımızdan biridir. Ancak hiçbir zaman bağların sonsuza dek kopuk kalması gerektiğini söylemedik. Ancak ABD yönetiminin şartları, onunla bağ tesis etmenin ulusa zarar vereceği bir nitelik arzediyor ve tabiidir ki böyle bir şeyin peşinden gitmeyeceğiz. Bağların avantaj sunduğu bir zaman geldiğinde bağların kurulmasını söyleyecek olanların ilkiyim."
NÜKLEER'E SAHİP OLMAK
İki ülkenin ulusal çıkarları arasındaki farklılıklara bakınca o güne daha çok var. Örneğin nükleer meseleyi ele alalım. Mayıs 2006 tarihinde Düzenin Yararını Teşhis Konseyi web istesinde yer alan bir beyânatta, Hatemi döneminde başmüzakerecilik yapmış olan Rovhani, Tahran'ın nükleer yakıt çevrimini tamamlamak için bile bile yıllardır çalıştığını söyledi. Bu amaç 1989'da, Hamaney'in dini lider olduğu zamanda, belirlenmişti. Santrifuj, diğer gerekli nükleer teçhizat ve nükleer teknoloji işte bundan sonra Rafsancani cumhurbaşkanıyken ülkeye getirildi ve Hatemi döneminde ( tersine mühendislik sayesinde) santrifuj sayısı yükseltildi. Rovhani'nin açıklamasına göre tüm bu politikaları belirleyen kişi dini liderdi. Rovhani 2005 yılında İran'ın nükleer programını Avrupalı yetkililerle görüşmek üzere Almanya'ya gittiğinde, Ahmedinejad bu görüşmeleri kendi takdir yetkisiyle başlattığını iddia etti. Ancak Rovhani, 2007 Eylül'ünde Mehr Haber Ajansına yaptığı açıklamada "18 yıldan beri liderin bilgisi olmaksızın ve onunla eşgüdüm halinde olmadan hiçbir yere seyahat etmedim. Bu eşgüdüm önemli meselelerde aracılar olmaksızın gerçekleşti, yer yer de aracılar vasıtasıyla" demişti.
Hamaney, Hatemi'nin cumhurbaşkanlığının sonunda uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin askıya alınmasını emretmiş de olsa bugün aynısını yapması muhtemel değil. Bu yılın başlarında üniversite öğrencilerine yaptığı bir konuşmada niçin olmayacağını şöyle açıklamıştı: "Bugün, her kim askıya almamızı bizden isterse onlara şunu anlatıyoruz: 'Geçici olarak iki yıl askıya almıştık...faydası ne oldu?...askıya alma, İran'ın elini uzatmaya hakkının olmadığı dokunulmaz/kutsal bir şey haline döndü!...ve işin sonunda 'geçici olarak askıya almanın yeterli olmadığını' söylediler; nükleer sayfayı tümden kapatmalısınız' diyorlar." Hamaney, İran'ın nükleer programını yeniden askıya alsa bile bu faaliyetler gerçekte tümden durdurulamaz. Hatemi'nin 2004 yılında nükleer faaliyetleri sonlandırma anlaşmasıyla ilgili olarak Kasım 2007'de İtimad gazetesine konuşan Rovhani "askıya almayı kabul ettiğimiz doğru ama işi tümden sonlandırmak için değil" dedi. "Askıya aldığımız süre boyunca yeni santrifujlar inşa ettik, Arak tesisini inşa ettik...eksik olan ne varsa askıya alma gölgesi altında onları tamamladık. Batı, tasfiye etmemiz için askıya almamızı talep etmişti ama biz teknolojik eksiklikleri gidermek için askıya aldık." İran hükümeti reformcu Hatemi zamanında bile daha ileri gitmeye hazırdı. "İşin teknik boyutuyla ilgilenen yetkililerle yaptığımız çeşitli toplantılarda, 'zenginleştirmeye her ne zaman hazır olursanız durumdan haberdar olalım; askıya almaya son vereceğiz' dedim."
Ahmedinejad'ın kendi tercihi, Tahran'ın uzun vadeli nükleer politikasıyla uyum içinde görünüyor. Hamaney, bu yılın başlarında Uzmanlar Meclisiyle yapılan bir toplantıda İran'ın nükleer programda ilerlemesinde Ahmedinejad'ın rolünün ve metanetin çok önemli olduğunu söyledi ve şöyle ekledi: "Yedinci Meclis, nükleer meselede bir önceki dönemde bulunmuş bazılarının aksine metin bir duruş sergiledi." Yani Ahmedinejad, dini liderin emirlerini uygulamada metindi.
TELİFİ MÜMKÜN OLMAYAN FARKLILIKLAR
İran ve ABD arasında Ahmedinejad döneminden sonra da sürmesi muhtemelen bir diğer ana farklılık, Ortadoğu vizyonlarında söz konusudur. Washington, bölgedeki çıkarlarını genişletmeye can atıyor ama İran'ın meşru güvenlik çıkarlarını tanımaya hazırlıklı değil. Tahran, İslam dünyasının lideri ve Ortadoğu'da rakipsiz bir konumda olmaya uzun süredir istekli ve bu yüzden bölge politikalarına derinden iştirak ediyor. Irak'taki şii partilerden biri olan Irak'taki İslam Devrimi Yüksek Konseyi (şimdi Irak İslam Yüksek Konseyi olarak biliniyor) İran-Irak savaşının başlarında Tahran'da bulunan sürgündeki Iraklılar tarafından kuruldu. Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah, Hamaney'in dini lider olmasının öncesinde ve sonrasında onunla her zaman doğrudan temas halinde olduğunu söyledi. İranlı siyasetçiler, Afganistan'da Amerika'yla işbirliği yaptıkları zamanlarda bile Amerikan hükümetinin Irak'taki çalkantıyla, Lübnan ve İsrail-Filistin çatışmasıyla meşgul olup dikkatlerini İran üzerine yoğunlaştırmasını engellemek üzere çalışıyorlardı. Amaç, Washington'u Tahrana baskı yapmak yerine daha öncelikli meselelerle meşgul etmekti diyor Rovhani.
Makul veya değil, Tahran'ın komşularının işine burnunu soktuğu politikaların Ahmedinejad'la bir alâkası yok; dini liderin yaklaşımıydı. İranlı yetkililer, Hizbullah ve İsrail arasında süren 33-günlük savaşın Hamaney rehberliğinde yürütüldüğünü söylediler. Başmüzakerecilik yapmış olan ve İran Ulusal Güvenlik Konseyi eski sekreteri Laricani, bu çatışmanın kendi nazarında "çok hoş ve şaşırtıcı bir an" olduğunu söyledi ve Hizbullahın başarısını Hamaney'e atfetti: "Zafer, islam Devriminin yüce dini liderinin stratejik rehberliğine çok şey borçludur."
İsrail, ABD ve İran ilişkilerinde kavga nedeni olmayı sürdürecektir. Tahran, uzun zamandır İran'a karşı birinci fitneci olarak İsraili görüyor ama Ahmedinejad, İsrail'in ortadan kaldırılması çağrısını yaparak ve Holokost'u reddederek dünya'ya İran'a karşı seferber olma bahanesini vermiş oldu. Ahmedinejad bu bakımdan bile İran'ın diğer liderlerinden göründüğünden çok daha az farklıdır. Humeyni "İsrail'in mevcudiyeti sona ermeli" derdi sık sık. Eşit haklara sahip iki devletli bir çözümün barış getireceğine inanmazdı. Yahudileri İsrail'den ayrı tutarak konuşurdu ama "İsrail'in kanser tümörü olduğunu ve yok edilmesi gerektiğini" savunurdu. Rafsancani, İsrail'in varlığına muhalefet eden beyanatlarla uluslararası sahada curcunaya sebep olurdu. Hatemi ve reformcular ise başka bir alternatifi hiçbir zaman sunmamışlardı. Doğrusu, Washington Post, Hatemi'den alıntı yaparak onun iki devletli çözüme hazır olduğu haberini verdiğinde Hatemi, yanlış alıntı yapıldığını savunmuştu. Gayretle Humeyni'nin duruşunu savunan Ahmedinejad, yalnızca ideolojik çizgisini daha da belirginleştirmektedir.
Holokost'u reddetmek Ahmedinejad'ın inisiyatifiyle olduysa da İran'a zarar veren bu iddiayı Hamaney'in rızası olmadan söylemiş olması muhtemel değildir. Hamaney, Holokostu inkar meselesinde şahsi olarak dikkatlidir ancak Ahmedinejad'ın keskin beyanlarının etkilerini çok önemsemedi ve Ahmedinejad'ı savundu. Geçen Ocak ayında çevresindeki bir grup üniversite öğrencisiyle şöyle konuştu: "Cumhurbaşkanı'nın sert bir ifade tarzı kullandığını tahayyül edelim. Beyefendiler, akl-ı selim denilen kişiler birden bire diyecekler ki 'bu çok sert bir söz, Amerikanın husumetini çekecektir.' Hayır beyler, ABD husumeti bu ifadelerin ve terimlerin peşinden sürüklenip gelmez. Temel bir husumettir o....İran ulusu, tepesinde duran askeri saldırı tehditiyle her zaman yüz yüzeydi; yeni bir şey değil bu."
Ortadoğunun problemleri, İsrail ve Holokost hakkında alevlendirici sözlerin çok ötesine geçmektedir ve 1979 İran Devrimi zamanlarına kadar geri gider. Washington'un resmi politikaları, İsrail'in ortadoğu'daki stratejik üstünlüğünü teminat altına almak olduğu müddetçe ve İsrail, bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını reddettiği müddetçe bölge halklarının algıları değişmeyecek ve Ortadoğu'ya barış gelmeyecektir. Bush, Ocak 2008 tarihinde bölgeye yaptığı bir ziyaretinde "İran'ın hareketlerinin ulusları tedhit ettiğini" söylemişti. Ancak Amerika'nın Irak ve Afganistan gibi yerlerde kendisini bataklığa düşürmesinin sorumluluğu sadece İran'a ait değildir. Irak'ın Baas partisi, el-Kaide, Pakistan ordusu ve Suudi parası da önemli roller üstlendiler. Ahmedinejad'a aşırı odaklanılması, Ortadoğu'nun istikrarsızlaşmasına katkıda bulunan diğer aktörleri ve problemleri görmezlikten gelmek anlamına gelir.
MANEVRA SAHASI BULMAK
Gelecek Haziran ayında İran'da yeni bir cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılması bekleniyor. Bununla birlikte ülkenin güç yapısına bakınca, bilhassa da Hamaney'in elindeki güce bakınca, ne İran'ın iç politikasının veya ne de dış politikasının bahse değer bir değişim yaşaması muhtemel değildir. Gerçek değişim daha sonra gelecektir; yalnız ve yalnız İranlılar mevcut sultanlık rejiminden kurtulmanın yolunu bulduklarında. İran'daki gibi sistemlerin demokrasiye dönüşümü, reformcuların çeşitli sosyal hareketler oluşturmak ve ondan sonra da ülkeyi demokrasiye doğru yaklaştırmada kullanmak amacıyla hâkim yöneticinin, devlet kurumlarıyla (özellikle orduyla), seçkinlerle ve dış güçlerle olan ilişkilerinde manevra sahası bulup bulmamalarına bağlıdır.
Nihayetinde ABD ve İran arasında diplomatik görüşmelerin yapılmasının ve ikili ilişkilerin tesis edilmesinin her iki ülkenin de ulusal çıkarlarının yararına olacağına kuşku yoktur. Fakat böylesi çabalar, İran'daki insan hakları eylemcilerinin ve demokrasi savunucularının ayağını yerden kaydırmayacak şekilde yürütülmelidir. Washington'un bu zamana kadar beslediği temel kaygılar, İslam Cumhuriyeti'nin nükleer programını durdurmaya ve İsrail'in bölgedeki stratejik üstünlüğünü garantiye almaya odaklandı. Bu arada İranlı muhaliflerin ve insan hakları ve demokrasi savunucularının gâyesi, şiddete tevessül etmeden ülkeye özgürlük, insan hakları ve federalizm davasına tam bağlılık gösteren demokratik bir sistemi getirmektir. Bu aktörler, Washington'un İran'a karşı askeri güç kullanım tedhitlerine ve "rejim değişikliğinden" bahsedilmesine güçlü bir muhalefet sergilemektedirler. Bu uslüp ve Bush yönetiminin iran politikası, Sultan Hamaney'in elini güçlendirmekten başka işe yaramamakta ve İran'ın demokrasiye geçişini zora sokmaktadır.
Akber Ganji:
İranlı gazeteci ve muhalif; 2000-2006 arasında hapse atıldı. Yazılarının İran'da yayınlanması yasaktır. Farsça yazılan bu makale Nilou Mobasser tarafından İngilizceye çevrilmiş ve Foreign Affairs dergisinin 2008 Kasım-Aralık sayısında yayınlanmıştır.
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın