İngiltere, Fransa ve Almanya dışişleri bakanları William Hague, Laurent Fabius ve Guido Westerwelle İran’da ateşle oynuyor. AB Dış İlişkiler Konseyi’nin 15 Ekim’de yapacağı bir sonraki toplantıda tüm üye ülke dış işleri bakanlarının İran’a karşı yeni bir müeyyide paketi üzerinde uzlaşmaları için çalışacaklar. Avrupa Birliği’nin İran petrol ihracatı üzerindeki sıkı ambargosunu daha da sıkılaştırmayı; İran bankalarıyla tüm işlemleri durdurmayı; İran’ın nakliyat kısıtlamalarını atlatmasını engellemeyi; güya nükleer programda kullanılabilecek her hangi bir materyalin İran’a ihracatını yasaklamak istiyorlar.
Başka bir ifadeyle, ABD ve müttefiklerinin Tahran’a karşı yürüttükleri acı verici ekonomik savaşı yoğunlaştırmayı planlıyorlar ki zaten İran halkına hiper-enflasyon, hızla artan fiyatlar ve döviz krizi gibi acı verici zorluklar yaşatmaktadır şu an.
Üç batılı dış işleri bakanının hesaplarına göre İran ekonomisi bir çöktüğünde Batının –İsrail’in – nükleer sanayisini ortadan kaldırma taleplerine uysalca boyun eğecektir. Hesapları yanlış çıkabilir.
Avrupalı bu liderler niçin bu güzergâhta ilerliyorlar peki? İran bu cezayı hak etmek için onlara ne yaptı? İran’ın münhasır nükleer kulübe katılma arayışında olduğuna inanıyorlar. İran’ın böyle bir emeli olduğuna dair ikna edici bir delil ise yok. Tam aksine, İran nükleer silah edinmeye çalışmadığını defalarca ilan etti; dini lideri Ayetullah Hamaney nükleer silah edinmenin karşısında duran bir fetva yayınladı. Batı ve İsrail istihbarat servisleri, Tahran’ın nükleer silah imali yönünde henüz bir karar almadığını teyid ediyorlar. Üstelik İsrail’in dur durak bilmeyen tehditleri karşısında İran kendini savunma araçları arayışına girerse şaşırtıcı da gelmemelidir.
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad tıbbi amaçlarla hizmet veren Tahran araştırma reaktörü için gerekli uranyum sunulduğu takdirde İran’ın uranyumu yüzde 20 oranında zenginleştirmekten vazgeçmeye hazır olduğunu defalarca - ve en son BM Genel Kurulu toplantısı için geldiği New York’taki bir basın toplantısında - beyan etti. (yüzde 20 oranında zenginleştirme, uranyumu yüzde 90 oranında zenginleştirmenin de ilk ve gerekli adımıdır) İran Cumhurbaşkanı çeşitli fırsatlarla bu sözü verdi fakat Batılı güçler ve İsrail onu işitmişe benzemiyorlar yahut duymazlıktan gelmeyi tercih ediyorlar ki gerçek amacın, İran’ı uranyum zenginleştirmekten vazgeçirmek olmadığı; tüm uranyum zenginleştirme çalışmalarını durdurmak ve daha iyisi, Ayetullah’lar rejimini devirmek olduğu yönünde şüphelere yol açmaktadırlar.
İran 70 milyonluk onurlu bir ülkedir. Tarihi ve medeniyeti binlerce yıl geriye gider. Sekiz yıl süren İran-Irak savaşının gösterdiği üzere nüfusu ateşli vatanperverdir. İranlılar, seçilmiş başbakan Muhammed Musaddık sırf İran petrol sanayisini İngiltere’nin Anglo-Persian Oil Company (daha sonra BP olacaktır) elinden aldığı için İngiliz ve Amerikan istihbarat servislerinin 1953’te darbe örgütlediklerini unutmamışlardır. İran’ın ABD ve İngiltere’ye husumetinin çoğu, İran’ın iç işlerine küstah emperyal müdahalelerine gider. Musaddık hapiste üç yıl geçirdi ve vefat ettiği 1967 yılına dek ev hapsinde tutuldu. Çoğu İranlı nazarında büyük bir milli kahramandır o.
Şah’ın 1979’da devrilmesinin nedenlerinden biri de Batıya, özellikle de İngiltere ve Amerika’ya uşak olarak görülmesidir. Devrimden sonra ortaya çıkan İslam Cumhuriyeti, İran’ın egemenlik ve bağımsızlığına büyük bir değer vermektedir; büyük bir bölge gücü olarak hak ettiği saygın bir muamele görmeyi istemektedir. Uranyum zenginleştirmeyi İran modernliği ve bilimsel ilerlemesi adına bir zafer olarak selamlamıştır. İranlı siyaset bilimci Humeyra Meşhurzâde’nin ifadesiyle “İran’ın nükleer politikası bir kimlik meselesi haline gelmiştir.” Hiçbir ülke, güçlüklerle kazandığı kimlikten isteyerek yahut kolayca vazgeçmez.
İran öyle İsrail ve propagandacılarının iddia ettiği gibi İsrail’e ve dünyaya karşı tehdit teşkil ediyor mu? Şimdiye değin bunun tek bir delili yok şüphesiz. Fakat Batı, felç edici müeyyidelerle İran’ı dize getirdiği takdirde bir yolunu bulup misilleme yapacak, sonuçları öngörülemez bir bölgesel savaşı tetikleyebilecektir. Amerika’nın mevcut İran karşıtı kampanyasının, ki İsrail ve onun Amerikalı lobicilerinin güdümündedir, feci sonuçlarını görmek kolaydır. Avrupalılar ise – özellikle Hague, Fabius ve Westerwalle - frenleme mekanizması gibi hareket etmek yerine yangına benzin döküyorlar. Ülkelerini 59 yıl önce Musaddık’ın devrildiği tarihi hataya sürüklediklerinin farkında değiller sanki.
Foreign Policy dergisinde Amerika’nın Çin’e karşı yaptığı devasa askeri konuşlanmayı ele alan Clyde Prestowitz şöyle demişti: Amerika “olmayan” bir tehdit farzediyor fakat bu varsayım, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşebilir.” Aynısı Amerika ve İsrail’in İran politikası için de söylenebilir. Modern tarihte böylesi bir siyasi budalalığa nadir rastlanır.
İran’a karşı ilan edilmemiş düşüncesiz savaş, Mısır yöneticisi Cemal Abdulnasır’ı devirmek amacıyla İngiltere, Fransa ve İsrail’in 1956 yılındaki feci Süveyş Savaşını anımsatmaktadır. İşin sonunda Amerikan Başkanı Dwight Eisenhower yaramaz öğrencilermiş gibi onları disipline etti. Süveyş’teki çatışma, İngiltere’nin Ortadoğu hâkimiyetine son verdi.
Zamanımıza geri dönecek olursak, İran’a karşı yürütülen ilan edilmemiş savaş, 2003 Irak işgali öncesindeki propaganda kampanyasına korkutucu derecede benziyor; ABD Başkanı George W. Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair, Amerika’daki İsrailci yeni-muhafazakârların imâl ettiği sahte istihbarat bilgilerine dayanarak açmışlardı o savaşı. İsrail ve dostlarının Amerika-İngiltere’yi Irak savaşına sokmaları gibi – hatta şimdiki daha arsızcadır – İsrail başbakanı Netanyahu, Amerika’yı İran’la savaştırmak için her çareyi deniyor.
İsrail’in gâyesi sır değil: Bölgede askeri hâkimiyet tesis etmek istiyor ve İsrail’in üstünlüğüne meydan okuyabilecek her rakibi yok etmek için ABD’yi kullanıyor.
Amerika’nın bir sonraki başkanı, İran’la müzakere edilmiş bir çözüme varacak kadar devlet adamı çıkacak mı? NPT anlaşması çerçevesinde, elektrik üretimi gibi barışçıl amaçlar doğrultusunda İran’ın uranyum zenginleştirme hakkını tanımaya hazırlanacak mı? Amerika’nın cahil, satılık, beyni yıkanmış İsrail yanlısı Kongresine rağmen İran üzerindeki müeyyideleri kaldıracak kadar cesur olacak mı? İsrailli şahinleri ve aşağılık neoconları/yeni-muhafazakârları kendinden uzak tutabilecek denli güçlü olacak mı?
Barack Obama gelecek ay tekrar seçilirse - yahut Tanrı korusun, Mitt Romney - onu bekleyen meydan okumalar bunlar.
Kaynak: Agence Global
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı