İran dün Cenevre'de başlayan nükleer krizle ilgili uluslararası konferansa, son günlerde elde ettiği bazı diplomatik ve askeri başarıların sağladığı avantajla katılmış bulunuyor.
Bir kere bu konferansın gerçekleşmesi, bir yıldır nazlanan İran'ın nihayet 5+1 grubuna reddedemeyeceği bir öneri sunması sayesinde mümkün oldu. İran diplomasisi bu konuda başarılı bir taktik uyguladı.
Geçen hafta Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın BM Genel Kurul toplantısına katılması, İran'ın kendi görüşlerini dünyaya duyurmasına vesile oldu.
Bu arada İran, kutsal Kum kenti yakınlarında, uranyum zenginleştirmeye yönelik yeni bir nükleer tesis kurduğuna dair açıklamasıyla herkesi şaşırttı. Tahran bu tesisi uluslararası denetime açık tutabileceğini bildirmekle bir işbirliği mesajı göndermiş oldu.
Ancak birkaç gün sonra, İran 2000 km'ye kadar varan uzun menzilli iki füzeyi (Şahab-3 ve Sicil-2) denediğini ilan etmekle dünyayı gene şaşırttı. Bu açıklamaların tam Cenevre konferansı öncesinde yapılması, -birçok çevrede yarattığı kaygıya rağmen- İran'a masaya daha güçlü bir pozisyondan oturma olanağını veriyor.
Nihayet Ahmedinecad'a cesaret veren bir başka gelişme de Türkiye'nin İran'a tam bu kritik dönemde verdiği geniş destektir. Nitekim Başbakan Erdoğan, BM Genel Kurulu toplantıları vesilesiyle yaptığı konuşmalarda ve basına verdiği demeçlerde, özellikle Batı ülkelerinin baskılarına hedef olan İran'ı açıkça savunmuş, hatta ona karşı kampanya yürütenleri eleştirmiştir...
Zor seçenekler
İRAN'ın politikalarının sadece Batı'da değil, Arap dünyasın da kaygıyla izlendiği bir ortamda, Türkiye'nin Tahran'dan yana bir tavır ortaya koyması Ahmedinecad yönetimi için önemli bir kazanım sayılır.
Açıkçası, İran'a nükleer sorun üzerinde Türkiye kadar açık destek veren -direkt ilgili- pek az ülke var.
Ankara'nın bu tutumu sergilemesinde çeşitli nedenler rol oynuyor: Her şeyden önce Türkiye ile İran, ilişkilerini ticaretten enerjiye, güvenlikten kültüre kadar her alanda geliştirmeye özen gösteriyor. Ayrıca Türkiye, Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun önceki gün izah ettiği gibi, bölgesinde gerginlik ve çatışma değil barış ve istikrar istiyor ve bu bunun sağlanması için faal olarak devreye giriyor. Türkiye kendi çıkarlarına büyük zarar vereceği için İran'a karşı yaptırım uygulanmasını da istemiyor...
Bu faktörlerin dışında, Türkiye'nin İran'dan yana bir tutum almasında, bugünkü iktidarın ideolojik sempati ve yakınlığının da payı olduğu açık. Başbakan'ın son beyanları böyle bir izlenim yaratmış bulunuyor.
Bu tutum, sonuçta Türkiye'yi özellikle Batı'nın pozisyonundan uzaklaştırıyor. Gerçi ABD başta olmak üzere Batı -ve bu arada 5+1 grubu- İran'la diyalogdan yanadır ve Cenevre'de bir uzlaşma sağlanmasını istemektedir. Ama eğer belirli bir süre sonra (belki de yıl sonuna kadar) bir sonuç alınamazsa, İran'a karşı yeni ekonomik yaptırımlar konusu gündeme gelecektir.
Bunun tartışılacağı yer de, Türkiye'nin halen üyesi olduğu Güvenlik Konseyi olacaktır.
En iyi senaryo
KUŞKUSUZ Cenevre'de ilerleme kaydedilmesi ve İran'a karşı zecri önlemler konusunun da gündemden düşmesi, en arzu edilecek opsiyondur.
Davutoğlu'nun ifadelerinden Türk diplomasisinin bu yönde çabalarını yoğunlaştırmak niyetinde olduğu anlaşılıyor. Kuşkusuz İran'ın itilip kakılması yerine temaslarla, müzakerelerle uzlaşma yönünde "angaje" edilmesinde yarar vardır.
Türkiye de bu alanda katkıda bulunabilir. Ancak bunu başarabilmek için tüm ilgili taraflarla eşit mesafede kalmak ve olumsuz izlenimler yaratacak beyanlardan kaçınmak da şart...
Kaynak: Milliyet